Savaşın Gölgeleri / Skyggen i mit øje / The Shadow in My Eye
“SAVAŞIN GÖLGELERİ” UZADIKÇA UZUYOR!
Filmi izleyip bitireli yarım saat oldu (10 Mart 2022) ve ben öylece taş gibi bekliyorum. Etkisinden kurtulabilmek ve kendime gelmek için yazmamın şart olduğuna karar verdim, parmaklarımın hareketi biraz olsun kan dolaşımını hızlandırdı.
İsterseniz, daha anlamlı olması açısından kendi gündelik hikayemden başlayayım. Mesleğim dışında her gün yazmaya, okumaya film izlemeye vakit ayırırım. Mutlaka! Sabah kahvaltıdan sonra şiir çalışırım, yazmasam bile üstünde düşünürüm.
Birkaç gündür “Savaş” konulu şiir çalışmam vardı, üçüncü kıtayı yazmayı deniyordum. Karalama da olsa burada olduğu gibi paylaşacağım.
“ah savaş, tarihin koynundan çıkmayan akrep
takılmış bozuk plak cızırtısı sesiyle sevişiyor
lili marlen şarkısıyla dönmüyor dünya
şimdi cephede, lamba altında bekleyen sevgili
hala kanıyor Nazilere kurban
edilmiş o güzelim şarkının sözleri”
Bu dizeleri yazdıktan sonra Marlene Dietrich’ten Lili Marleen şarkısını dinledim, hikayesini okudum. Çok derinlere dalınca bu haleti ruhiyeden kurtulmak istedim, günlük haberlere bakayım dedim. Evet bildiniz savaş haberleri!
Antalya’dan barış çıksa diye içimden yakardım. Beyin bir kere aşırı konsantrasyondan savaşı çağırdı, kurtulmak ne mümkün! “Okul saatine kadar bari bir film izleyeyim” dedim.
Ve o müthiş küçük oyuncu Eva’nın (Ella Josephine Lund Nilsson) gözleri adeta beni çekti. Bu küçük oyuncuyu nerede ve nasıl bulmuşlar bilmiyorum ama müthiş bir seçim olmuş. Kız hiçbir şey yapmasa bile gözleriyle bakması yetiyor. Filmin orjinal adına da uygun: The Shadow in My Eye (Gözümdeki Gölge)
SAVAŞIN EN BÜYÜK MAĞDURLARI ÇOCUKLAR
“Hiç unutmam atılan çığlıklar bomba düşünce okula, çocuklar korkuyla haykırdı karanlık çökünce okula”
Film bu cümlelerle başlıyor.
İkinci Dünya Savaşının farklı bir hikayesi; yukarıdaki sözler olayı bizzat yaşayan Aase isimli bir kişiye ait.
Olay, 1945 yılında direniş hareketi için İngiliz Hava Kuvvetleri Kopenhag’da Gestapo Karargahını bombalarken yanlışlıkla Fransız okulunu da bombalarlar.
Savaş çıkmaya görsün eğrisi doğrusu kalmıyor artık…
Filmin sonunda gerçek bir kare beyaz yakalı siyah önlüklü en az üç yüz küçük öğrencinin okul önünde çekilmiş fotoğrafını gördüğünüzde zaten yerinize mıhlanıp kalıyorsunuz..
ÜÇ ÇOCUK OYUNCU; ÜÇÜ DE BİRBİRİNDEN OYUNCU
Film, bu korkunç yaşanmışlığın kısa bir özetini verdikten sonra mutlu bir sahneyle başlıyor. On iki yaşında bir oğlan; çiftlikten yumurta almış, sepetine doldurmuş ve bisikletinin arkasına yerleştirmiş, ıslık çalarak keyifli bir şekilde pedal çevirerek eve doğru gitmektedir. Öte yandan başka bir aile törene yetişmek için sevinçli bir telaş içerisindedir; öyleki çorabının kaçması büyük sorundur bir genç kız için. Oysa birkaç dakika sonra başlarına ne büyük felaketin geleceğinden habersizdirler…
Olay anlatımını burada kesiyorum, anlatımın teknik ve edebi boyutlarına geçiyorum.
Danimarkalı Yönetmen, Ole Bornedal’ın anlatım biçimini hayranlıkla izledim. Parçalardan bütüne doğru nasıl bu kadar güzel yol aldığına, hiç alakasız kişilerin yollarının nasıl kesiştiğine ve filmin sonuna kadar sizi parçaları birleştiremeyeceğiniz hissine kaptırıp sonunda kahramanların dört bir yandan gelip ortak noktada nasıl şiddetli bir çarpışmaya sebep olduğuna tanık oldum.
Kamera kullanımı, tamamen özgün; yeni dalga akımından etkilenme olduğunu hissediyorsunuz. Kamerayı odak noktaya tutup, titreterek size olayın özetini yapıp “şimdi buradan ne çıkacak” hissiyle önce bekletiyor sonra darbeyi (iyi anlamda) vuruyor. Özellikle son sahnedeki Eva’nın annesinin yüzüne odaklanan kamera anlatımı tek kelimeyle müthişti. Keza pilotun yüzüne, Eva’nın yüzünde oynayan kamera da adeta bir oyuncu rolünü üstlenmiş.
Diğer taraftan edebi anlamda metafor bağlantıları da harikaydı. Az çok edebiyat bilen birisi o bağlantıyı keşfediyor arkadan ne geleceğini tahmin ediyor. Örneğin araba içindeki üç genç kızdan birisi sigara içerken sigarasını düşürüp mantasonu yakmasından kötü birşey olacağını anlıyorsunuz. Bunun gibi birçok sahne var; yumurtaların kırılması, çorabın kaçması gibi…
Gelelim üç küçük oyuncumuza!
Bisikleti süren Henry’dir. (Bertram Bisgaard Enevoldsen), ıslık çalan dilleri gördüğü manzara karşısında susar ve bir daha başka bir şok yaşayana kadar konuşamaz.Gökyüzünden yıldız değil bombaların yağması sonucunda çocukta gökyüzü travması oluşur, o maviliğe bakamaz bir daha…
Rigmor (Ester Birch) Henry’nin kuzeni, büyümüş de küçülmüş, yalnızca zeki değil, akıllı da; olgunlukta büyüklere taş çıkartan bir kişilik sergiliyor. Ukala değil kesinlikle, kuzenine şefkat göstererek onu adeta bir psikiyatrist hassaslığı ile iyileştirmeye uğraşıyor.
Eva (Ella Josephine Lund Nilsson), evet o gözleriyle ve bedeniyle oynayan çocuk. Bu yolları kesişen üç arkadaş enfes bir oyunculuk çıkarmışlar. Bize de Şapka çıkarmak düşüyor…
“SAVAŞIN GÖLGELERİ” SORGULATIYOR
Teresa ( Fanny Bornedal), Yirmili yaşlarını süren Fransız okulunda ki genç rahibe; gördüğü onca adaletsizlik, eşitsizlikten sonra Tanrı’yı sorguluyor. “Tanrı her yerde olsa bütün bunlar yaşanmazdı” diye başlayan sorgulamalar sürüp gidiyor. Askere de savaşı sorgulatıyor, yani sorgulatma işini birebir ilgili kişiye yaptırıyor. Alman Gestapo merkezinde işkence gören direnişçilerin işkence karşısında nasıl direndiklerini anlatmayı da ihmal etmiyor…
“The Shadow in My Eye”nın senaryosunu da yazan yönetmen Ole Bornedal’ı kutluyor ve filmine tam puan veriyorum. İnternet sinema sitelerinden de izleyebilirsiniz. Savaşın gündemde olduğu bugünlerde sakın kaçırmayın derim. İyi Seyirler..
Yönetmen / Senaryo : Ole Bornedal
Görüntü Yönetmeni : Lasse Frank Johannessen
Kurgu : Anders Villadsen
Müzik : Marco Beltrami, Buck Sanders, Ceiri Torjussen
Oyuncular : Ella Josephine Lund Nilsson, Ester Birch, Fanny Bornedal, Bertram Bisgaard Enevoldsen
Danimarka / Tarihi-Savaş-Dram / 107 Dk.