Sıkı Dostlar
1960’da ABD Teksas’ta doğan Richard Stuart Linklater, 1990’ların Bağımsız Amerikan Sineması rönesansının en önemli sinemacılarından biridir. Film çekmeyi hiç sinema eğitimi almadan, deneyimleyerek ve çalışarak öğrenen, Robert Bresson, Yasujiro Ozu, Rainer Werner Fassbinder, Josef Von Sternberg ve Carl Theodor Dreyer’den etkilendiğini söyleyen Linklater, “Slacker” (1991) ve “Dazed and Confused” (1993) ile dikkat çekmiş, “Before Sunrise” (1995), “Before Sunset” (2004) ve “Before Midnight” (2013) üçlemesi ile birçok uluslararası festivale katılarak ödüller almıştır. Çekimleri 12 yıl süren “Boyhood” (2014) ile Oscar, Bafta ve Altın Küre Ödülleri’ni silip süpüren Linklater’ın son filmi “Last Flag Flying / Sıkı Dostlar” (2017) hem komik hem hüzünlü bir yol filmi.
Film 2003’te, Larry “Doc” Shepherd’ın (Steve Carrell) 30 yıl önce birlikte görev yapmış olduğu, Vietnam veteranı iki eski arkadaşı, isyankâr, küfürbaz, huysuz ama altın kalpli Sal Nealon (Bryan Cranston) ile ıslah olarak din adamına dönüşmüş eski inançsız keş Richard Mueller’la (Laurence Fishburne) bir araya gelmesiyle başlar. Doc, kısa süre önce ölen sevgili eşinin ardından birkaç gün önce tek oğlu Larry Jr.’u da yitirmiştir. Kimsesiz Larry, yıllar sonra buluştuğu eski dostlarından, Irak’ta “kahramanca savaşarak” ölen oğlunun cenazesinde ona eşlik etmelerini istemektedir.
Yaşlanmaya başlamış bu üç arkadaş, New York’dan Arlington’a, oradan Delaware’e, oradan Boston’a, oradan tekrar New York’a ve nihayet Doc’un yerlisi olduğu New Hampshire’a uzanan yolculuk boyunca çeşitli aksilikler ve engellerle karşılaşacak, yolculukları boyunca birbirine sadece dostluklarıyla değil 30 yıl önceki ortak bir anını yarattığı suçluluk duygusuyla da bağlı oldukları su yüzüne çıkacaktır. ABD askeri cenaze sürecinin çapraşık sistematiğini çözer gibi olduklarında, öldüğünde yanında bulunan yakın arkadaşı onbaşı Washington’dan (J. Quinton Johnson) Larry’nin ölümüyle ilgili gerçeği öğrenerek planlarında radikal bir değişiklik yapmaya karar vereceklerdir.
Merkezdeki Doc karakterinin yanındaki Sal ve Mueller yas tutma sürecinin farklı bakış açılarının temsilcileri gibidirler. Ruhun kurtuluşuna inançsızlığı ve ölümden sonraki yaşamı reddedişiyle Sal iyi niyetli de olsa Şeytanın, Tanrının Larry Jr.’un ruhunu kurtaracağına ve Doc’un da dua ederek huzura kavuşacağına inanan Mueller de Meleklerin sözcülüğünü üstlenmiş gibidirler.
Linklater’in dostluk, savaş ve yas üzerine bu hüzünlü meditasyonunu asıl çekici kılan, artık yönetmenin imzasına dönüşmüş olan diyaloglarıdır. Karakterleri öyle benzersiz bir rahatlık ve doğallıkla konuşurlar ki, repliklerin nerdeyse tamamı doğaçlama etkisi yaratır. Linklater, bu konuda yazılı senaryonun dışına hiç çıkmadığını, söz konusu doğallığı uzun prova süreciyle oluşturduğunu, her hâl-ü kârda hiçbir zaman doğaçlama yapacak zenginlikte bütçesi olmadığını söylemiştir. Yan roller dahil, tüm oyuncuların dört dörtlük bir performans gösterdiği filmde, “Breaking Bad”den Bryan Cranston, arada biraz abartsa da, şamatacı Sal’i den başarıyla canlandırıyor.
Sakin ve ölçülü din adamından, Sal zırhını paramparça edince, keyif alarak ve keyif vererek eski Mueller’e o nefis geçişiyle, Efsane oyuncu Laurence Fishburne müthiş. “Foxcatcher” ile dramatik oyunculuk serüvenine girişen, Amerika’nın çok yönlü komedyenlerinden Steve Carrell, Doc Larry olarak belki de tüm kariyerinin en iyi performansını gerçekleştiriyor. Nazik ve sakin dıştan görünüşüyle gizlemeye çalıştığı teselli kabul etmez çaresizliği ve çekingen sokulganlığı müthiş dokunaklı.
125 dakikalık filmin son 15 dakikasına kadar kesin dört yıldız veririm diye düşünüyordum. Ancak film boyunca politik duruşu ve savaş karşıtı söylemine karşın, milliyetçi ve hamasî final beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Linklater’in sinemasını hayranlık verici bulmama, Darryl Ponicsan’ın 2004’de basılan romanından yazarıyla birlikte uyarladığı senaryoda Ponicsan’ın finaline sadık kalmasını da doğal karşılamama rağmen keşke böyle bitirmeseydi diyorum. Yine de önemli bir sinemacının önemli bir filmi. Kaçırmayın derim.