Yol Kenarı
TEDİRGİN EDİCİ KARANLIK ÖYKÜ…
1959’da Trabzon’da doğan ressam, yazar ve sinemacı Tayfun Pirselimoğlu, ODTÜ’den mezun olduktan sonra Viyana’da Uygulamalı Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve gravür okuyan, birçok şehirde sergi açmış, ortak sergilere katılmış. Çöl Masalları, Kayıp Şahıslar Albümü, Malihulya, Şehrin Kuleleri adlı dört roman ve Otel Odaları ile Harry Lime’ın En Yeni Hayatları adlı iki hikâye kitabı yazmış; sinema kariyerine senaryo yazarlığı ile başlamış.
“Dayım” (1999) ve “Il Silenzio e’ Doro” (2002) adlı iki kısa filmden sonra çok sayıda ödül kazanan ilk filmi “Hiçbiryerde”yi 2002’de çekmiş. Ardından, “Rıza” (2007), “Pus” (2009) ve “Saç” (2010) filmlerinden oluşan ‘Vicdan ve Ölüm’ temalı üçlemesi gelmiş. “Ben O Değilim” (2013) ile, ülkemiz sinemasının pek de alışkın olmadığı bir anlatım tarzına girmiş, biraz olağanüstü, biraz halüsinatif, biraz da kafa karıştırıcı bir film çekmiş. Yazıp yönettiği son filmi “Yol Kenarı” (2017) ile bu farklı, ayrıksı ve ilerici yeni çizgisini devam ettiriyor.
“Yol Kenarı”, taş bir mendireğin ucunda ufuktaki transatlantiğe bakan kalabalığı gerilerden çeken olağanüstü bir planla açılır. İnsanların giyim tarzları 1950’li yılları anımsatsa da, nerede ve ne zaman geçtiği tam olarak belirlenmeyen öykü, ormanlarla fırtınalı deniz arasına sıkışıp kalmış bir kasabada geçer. Çoğunluğun terk etmiş olduğu kasabada kalanlar, gizemli doğa olaylarını, çözümlenemeyen ölümleri kıyamet alameti olarak görmekte, Deccal’ın getireceği karanlığı durduracak kurtarıcıyı, ya da mucizeyi beklemektedir.
Cinnetin eşiğindeki kasabaya yeni gelen, kasabanın tek kahvesinde çalışmaya başlayan, kasabanın tek otelinde kalmak için oranın da temizlik işlerini üstlenen bir genç adam, dispanserde çalışan hemşireye tutularak takıntılı şekilde onu izlemeye başlar. Hem öksürdüğü için, hem de kadına yaklaşmaya bahane olarak bir röntgen çektirdiğinde, hemşire adamın sırtındaki lekeyi görür. Dedikodu hızla yayılır ve kasabadakiler Mehdi olduğuna inanmaya başladıkları genç adamı sorgulamaya başlarlar…
Tayfun Pirselimoğlu öykünün serim bölümünü, birbiriyle bağlantısız kısa planlar ya da kısacık plan-sekanslarla yapıyor; sonrasında ise ya film boyunca bunları bir yap bozun parçaları gibi birleştiriyor, ya da kimi zaman birleştirmeyi, dikkatine ve zekasına güvendiği izleyicisine bırakıyor. Seyirciyle böylece birinin anlattığı ve olası çözümleri sunduğu, diğerinin de çözmeye çalıştığı keyifli bir interaktif ilişki oluşuyor.
Bir örnek vereyim. Başlarda, sabit bir kısa planda, ayaklı bir cam kapta elmalar, yanında bir cam kutuda camdan gözler, arka planda da bir ekmek tahtasından oluşan, ilginç bir natürmort görürüz. Filmin ortalarında, kısacık bir plan sekans hemşireyi evinin mutfağında gösterir. Arkasında, tezgah üstünde elma kabı, cam gözler ve ekmek tahtası üçlüsü aynı konumda durmaktadır.
Alfred Hitchcock, öykü anlatımı üzerinde konuşurken “filmimde sehpa üstünde ya da çekmecede bir tabanca görürseniz bilin ki, filmin bir yerinde tabanca kullanılacaktır” demiş. Pirselimoğlu’nun verdiği ipuçlarıyla iz süren izleyici de, elmalar – gözler – ekmek tahtasıyla tekrar karşılaşacağını bilir. Gerçekten de filmin sonuna doğru, “bir elma ye” diye başlayan sahnede camdan gözlerin gizemi de çözülür.
Bu kıyamet günü alegorisini iki saat boyunca, Angeloplos’un son dönemlerde çalışmış olduğu Andreas Sinanos’un muhteşem siyah-beyaz görüntüleriyle anlatan Pirselimoğlu, tutturduğu son derece başarılı kapkara gizli mizah tonlamasıyla filmini soluk soluğa izletiyor.
Bunda benzersiz kadrajları ve olağanüstü estetik duygusu kadar, başta İKSV Ulusal Yarışmada En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaşan Tansu Biçer olmak üzere sinemamızın çok sayıda ünlü oyuncusunun kusursuz performanslarının büyük rolü var. Tedirgin edici karanlık öyküsüne Nikos Kypourgos’un özgün müziğinin katkısını da unutmamak gerek.
Bir söyleşide içinde bulunduğumuz dönemle ilgili olarak “İnsanlığın tarihinde döngüler olduğunu düşünüyorum, şu an tuhaf bir çağın içinde, tuhaf bir döngünün içindeyiz” demiş olan Tayfun Pirselimoğlu’nun “Yol Kenarı”nı, kadın katillerinden, çocuk tacizcilerine, derin devletin işleyip üzerini örttüğü cinayetlerden, hiç mücadele etmeyip aptalca bir “kurtarıcı” beklentisine, günümüzün absürd dünyasının siyasi bir alegorisi olarak algılamak da mümkün tabii ki.
İKSV Ulusal Yarışmada En İyi Yönetmen ödülünü, fersah fersah hak ederek alan filmin bir de 29. Ankara Uluslararası Film Festivalinde Natali Yeres’e En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü getirdi.
Keyifle, heyecanla, nefes nefese birkaç kez izlenecek önemli bir film.