SİNEMANIN GÜCÜ ÜZERİNE KISA BİR YAZI
Seyircisine benzersiz düşlerin kapısını açmış olan sinemanın hem temaşa hem sanat olarak insanlığı nasıl etkilediğini bütün sinema severler bilir.
Kimi zaman yanı başımızda yaşanmış olan olaylar hakkında bilmediğimiz pek çok bilgi ve ayrıntıyı sunan belgeseller de, hem gerçek yaşamın aynası olma görevini üstlenir, hem de yaşananalar ya da yaşanabilecekler hakkında bizleri uyarmaya çalışırlar.
Bu kez sinemanın gerçek yaşamı nasıl bire bir etkilediğini gösteren ilginç bir durum var.
1998’de yazıp yönettiği ilk uzun metrajı “Sitcom”un hınzır mizahı ile kendisine takılan “Fransız Sinemasının yaramaz çocuğu” lâkabını fazlasıyla hak etmiş olan François Ozon, son yıllarda daha ciddi bir tarza yönelmeye başlamıştı.
2018’de Berlinale’de Jüri Büyük Ödülü kazanan son filmi “Grâce à Dieu / Yüzleşme”, Ozon’un artık olgunluk dönemine girdiğini gösteren bir filmdi. Kiliseyi, uzun zaman önce kuvvetle cezalandırılmış olması gereken pedofili olaylarını bilinçli olarak hasıraltı ettiği için ağır şekilde suçlayarak, kurumun bu tutumunun Katolikleri dinden soğutmaya sebep olduğunu, gelişmelerin dindar baba ile onun kadar inançlı iki oğlunu Tanrı’nın varlığını sorgulamaya kadar götürdüğünü bu tokat gibi kurmaca belgeselde irdeliyordu.
Filmin adının Türkçe karşılığı “Allaha Şükür”. Mahkeme sırasında, Lyon Kardinali Monseigneur Barberini, “Grâce à Dieu, tous ces faits sont prescrits”! – Allaha Şükür, bütün bu olaylar zaman aşımına uğramıştır!” der. Bir şükür ifadesinin böyle insanın kanını donduracak bir iğrençlikte kullanılması, filmin en çarpıcı ve en iç karartıcı sahnesidir belki de.
Filmin sonunda, çok sayıda çocuğu cinsel yönden tâciz etmiş olan Peder Bernard Peynat’ya zaman aşımı sebebiyle hiçbir suçlama yapılamazken, Monseigneur Bertini, “reşit olmayan bir erkek çocuğa yapılmış cinsel tacizi ihbar etmeme” suçundan 6 ay hapse mahkûm olur. Bu ceza tecil edilmiş, Kardinal temyize gittiği için de karar henüz onanmamıştır. Tek olumlu gelişme reşit olduktan sonra 20 yıl olan zaman aşımı süresinin kanunen 30 yıla çıkarılmış olmasıdır.
Bu tek bir filmin yaktığı kibrit, bugünlerde uzun süredir yoldan çıkmış bir kilisenin yaşamlarını alt üst ettiği çok sayıda insanın onurunu onaracak bir ateşi yakmış durumda. Sinemanın bazen ne kadar güçlü bir silâh olduğunu gösteren bu olayı, “Yüzleşme” filmiyle ilgili yazımı da tamamladığını düşünerek sizlerle ayrıntılarıyla paylaşmak istiyorum.
Allaha Şükür ki, filmin sonunda belirtilmiş olan, zaman aşımının 30 yıla çıkarılmış olması sonuçta işe yaramış, çocukluklarında Peder Preynat’ya emanet edilmiş 10 kişinin mağdur ve davacı olduğu “yılın dâvası”nda 74 yaşındaki rahip, 14 Ocak 2020’de nihâyet adalet karşısında hesap vermek üzere ilk duruşmaya çıkmıştır.
Duruşmanın ilk günüde sanık Preynat, çocuk izci grupları için oluşturulan bir tatil kampını yönettiği 1971-1991 yılları arasında her hafta yaşları 7 ile 15 arasında değişen dört-beş erkek çocuğa’ istismarda bulunduğunu itiraf ederken, “O zamanlar yaptıklarımı cinsel şiddet olarak algılamıyordum, bu bana daha çok bir şefkat ve okşama olarak geliyordu” demiş, yaptıklarının “ahlaki açıdan yanlış ve adice olduğunu” mağdurların davacı olmasıyla anladığını iddia etmiştir.
Duruşmanın ikini ve üçüncü günlerinde kendisini de çocukluğunda benzer şekilde istismara uğradığını anlatan Preynat, yaptıklarını mazur göstermek için dolaylı olarak kiliseyi de suçlamıştır: “Mes confesseurs successifs m’ont simplement exhorté à ne pas recommencer. Et pendant des années, je n’ai reçu aucune interdiction de ma hiérarchie, simplement une injonction : me faire aider… J’obtenais l’absolution, je prenais la résolution de ne plus recommencer, et je retombais… Il y avait énormément d’enfants, je ne les agressais pas tous. Dieu Merci / Günah çıkardığım rahipler sadece tekrarlamamamı tembihlediler. Ve yıllar boyunca hiyerarşimden hiçbir yasaklama gelmedi; sadece yardım almamı buyurdular… Günahlarım bağışlanıyor, yeniden başlamamaya karar veriyor ve yeniden düşüyordum… Çok sayıda çocuk vardı, Allaha Şükür hepsini taciz etmiyordum”
Bir Fransız gazetecini dediği gibi “anlaşılan kilise Allaha Şükretmenin patentini almış!”
Bu rezilliğin bir diğer trajik boyutu da var. Davacıların mahkemede anlattıklarını, tacize maruz kalışlarını, gördükleri şiddeti, büyüme çağında karanlık bir hayat süren bir mağdurun nasıl “acı ve öfke” hissettiğini, yaşadıkları yüzünden kendi oğullarına dokunamayan bir adamın acısını okumak bile insanın gözlerini yaşartıyor.
Ve de tabii ki birkaç gündür şahit olduğumuz bu olaylar aslında buz dağının görünen ucu. Kim bilir kapalı kapıların, günah çıkarmanın kutsallığını gizlediği, hak ettiği cezayı almamış kaç yüz taciz ve tecavüz suçlusu var!