42. İstanbul Film Festivalinden 5 Film
42. İstanbul Film Festivali bütün hızıyla devam ediyor.
KALİTELİ 5 FİLM
Açılış filmi “Hırçın” ile festival iyi bir başlama vuruşu yaptı. Amerkalı İra Sachs’ın “Pasajlar”ı festivalin ilk keşfi oldu. Pakistan sinemasından gelen “Joyland” şaşırtıcı ve cesur bir kuir film. “İngeborg Bachmann”da Margarithe Von Trotta formundan uzak gözüküyor.
PASAJLAR
İra Sachs’ın Berlin’in Panorama Bölümünde gösterilen “Pasajlar / Passages” 42. İstanbul Festivali’nin ilk şaşırtıcı keşif filmi oldu. Amerikalı yönetmenin Avrupa sinemasının klasiklerine saygı duruşunda bulunduğu film 15 yıldır birlikte olan 2 erkek ve içlerinden birinin bir kadınla ilişkisi olunca yaşananları cesur, çarpıcı ve şok edici bir sinema diliyle anlatıyor. “Pasajlar”, kuir auteur Alman yönetmeni Tomas’ın Paris’teki filminin son çekiminin, gözle görünür gergin olduğunu gösteren bir sahneyle başlıyor. Filmin tamamlanması şerefine verilen bir partide, Tomas (Franz Rugowski) önce İngiliz kocası tasarımcı Martin’in (Ben Whishow) kollarına düşer, sonra genç ve güzel bir Fransız ilkokul öğretmeni olan Agathe (Adele Exachopoulos) ile tanışır. Bir danstaki flörtleşme tutkulu bir geceye dönüşür. Ertesi sabah Tomas Martin’e gururla bir kadınla yattığını söyler. Bu tek gecelik ilişki tutkulu bir aşka dönüşünce 2 erkek arasındaki ilişki de değişmeye başlar. Martin genç zenci bir yazar ile yaşamaya başlar. Agathe’ın hamileliği tutku, kıskançlık ve narsisizm duyguları eşliğinde, üçlünün hayatını değiştirir.
Sürdürülebilmesi imkansız gözüken bu üçlü ilişkiyi, İra Sachs – Mauricio Zacharias ikilisi, mükemmel karakter tahlilleri eşliğinde senaryolarında işlemişler. Sevimsiz olduğu kadar karizmatik, kendini beğenmiş, megaloman, oportünist bir film yönetmeni, mesleğinde başarılı, hayat arkadaşına sadık bir tasarımcı, kötü bir ilişkiyi sonlandırmış güzel bekar bir öğretmen. Tomas kendi evliliğini mahvetmekle yetinmeyip, toksik hakimiyetini 2 ilişkisinde aynı zamanda sürdürmeyi kendinde hak görür. İra Sachs’ın, görüntü yönetmeni Josée Deshaies’in desteği ile 2 erkek arasındaki seks sahneleri, Fassbinder filmlerinkinden daha cüretli. (Ozon filmlerinde dahi rastlamadığımız kalitede). Tomas ile Agathe’ın ateşli sevişme sahneleri estetik açıdan övgüyü hak ediyor. Filmin en mükemmel bölümü, hamile kalan Agathe’ın Tomas’ı anne-babasına tanıştırdığı sekans. Franz Rogowski yaşayan en büyük Alman karakter oyuncusu olduğunu kanıtladığı filmde, Adele Exachopoulos ve Ben Whishow da olağanüstü inandırıcılıktaki performanslarıyla öne çıkıyorlar.
———————————————————————————————–
BAŞKALARININ ÇOCUKLARI
Rebecca Zlotowski’nin Lumiere Ödülünü kazanan “Başkalarının Çocukları / Les Enfants Des Autres” adlı duygu yüklü filmi prömiyerini son Venedik Film Festivalinde yaptı. Film başkalarının çocuklarını sevmenin getirdiği risklere odaklanıyor. Ana kahramanımız Rachel’in çocuğu yoktur. Çalıştığı lisedeki öğrencileri, arkadaşları, eski sevgilisi ve gitar dersleriyle dolu hayatından memnundur. Ali’ye aşık olduğunda, onun 4 yaşındaki kızı Leila’ya bağlanacaktır. Leila’yı yatağına yatırır, onunla ilgilenir, onu tıpkı kendi çocuğu gibi sevmeye başlar. Paris doğumlu 43 yaşındaki yönetmen – senaryo yazarı – oyuncu Rebecca Zlotowski filmi için “Kendi anne olamayan bir üvey anne. Maalesef erkeklerin iktidarsızlığı kadar sıradan olan bu durum yine de anlatmaya değer bir hikayenin başlangıç noktası oldu. Bu aşk mektubunu çekerken, çocuğu olmayan kadınlarla dayanışma içinde olduğumu hissettim” diyor.
Rebecca Zlotowski beklenmedik hamileliği süresinde çektiği bu özlem ve aidiyet hikayesi, son derece kişisel, samimi, dürüst ve fazlasıyla dokunaklı. Yönetmenin ilk filmi “Belle Epine” 2010’da Fransız Eleştirmenler Sendikası En İyi Film Ödülünü kazanmıştı. En ünlü filmi olan “Grand Central” 2013 Venedik Film Festival’inde FİPRESCİ, Cannes’da François Chalais Ödüllerinin sahibi olmuştu. Filmin yükselişteki başrol oyuncusu Virginie Efira (46) Brüksel doğumlu Belçikalı bir aktris. Paul Verhoeven’in “Benedetta” ve “Elle” filmlerinde, Justine Triet’nin “Sibyl” ve “Victoria”sında ününü artırdı. Filmde Roschdy Zem ve Chiara Mastroianni oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar.
JOYLAND
Pakistan sinemasının Cannes’da prömiyerini yapan ilk film olan “Joyland” geçen Mayıs ayında festivali yerinde izleyen Türkleri üzen bir film oldu. Sebebini izah edeyim. Belirli Bir Bakış Bölümünde gösterilen ve Cannes’da yarışan tek Türk filmi olan Emin Alper’in “Kurak Günler”i her gösteriminde çılgınca alkışlanınca, festivali izleyenler filmin ödül listesinde yer alacağına şartlanmışlardı. “Joyland”in aynı bölümün Jüri Ödülünü kazanmasından sonra, ödül töreninde salonda bulunan Türkler, “Queer Palmiye” Ödülüyle teselli bulacaklarlarını düşündüler. Öyle olmadı; Pakistan’ın Oscar adayı olan bu film Cannes’daki 2. ödülünü kazandı. Aşırı muhafazakar, tutucu, bağnaz bir topluma ters gelen ilişkileri cesaretle dile getiren genç yönetmen Saim Sadiq övgüyü hak ediyor. Pakistan sinemasından gelen bu şaşırtıcı film aldığı ödülleri hak ediyor.
Yönetmen – senaryo yazarı Saim Sadiq’in “Joyland”ın filminde, otoriter babalarının sözünü dinlemeyen Rana ailesi soylarını sürdürecek erkek çocuklarının varlığıyla gurur duymaktadır. Fakat ailenin geleceğe dair planları ve hem çevreye hem de kendilerine karşı duruşları, beklenti ve zorunluluklarını değiştirecek bir şey olur: Küçük oğulları Haydar gizlice bir erotik kabarede iş bulur, üstüne üstlük arkasında dans ettiği trans kadın şarkıcıya aşık olur. “Joyland” neşeli anlar kadar melankoliyle yüklü, duygusal bir film.
AÇILIŞ FİLMİ : HIRÇIN
İstanbul Film Festivali tarihinde ilk kez Açılış Galasını Kadıköy yakasındaki bir salonda yaptı. Davetliler festivalin açılış filmi ”Hırçın / Scrapper”dan önce Nevra Serezli ve Kayhan Yıldızoğlu’na Onur Ödülü verilmesini izlediler. İlk uzun metrajlı filmini gerçekleştiren Londra doğumlu genç (29) yönetmen – senaryo yazarı Charlotte Regan’ın filminde, “Hüzün Üçgeni” başrol oyuncusu Harris Dickinson’un dışında 2 Türk Oyuncu (Ali Uzun, Aylin Tezel) yer alıyor. Ergenlik yıllarından beri klip yönetmenliği yapan Regan’ın “Hırçın”ı Sundance’da Büyük Jüri Ödülünü kazandı. Film 12 yaşında, hayalperest, komik, kendi başına buyruk Georgie’nin peşinden hiç ayrılmıyor. Annesinin ölümünün ardından Georgie, Londra’nın dışındaki evlerinde tek başına mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmektedir; arkadaşı Ali ile birlikte evini ve dünyasını yaşama sevinciyle doldurmaktadır. Georgie tek arkadaşı, çok iyi anlaştığı Ali’nin yardımıyla bisiklet hırsızlığı konusunda uzmanlaşmıştır. Sattığı bu hırsızlık mallarıyla kirasını rahatça ödeyebilmektedir. Birdenbire Georgie’nin babası olduğunu iddia eden bir adam ortaya çıkar ve gerçeklerle yüzleşmeye zorlar. 12 yıl aradan sonra aniden ortaya çıkan bu adama Georgie mesafeli davranır. Ancak gelişen ilginç olaylar sonrası baba-kız arasında kaçınılmaz bir yakınlık filizlenir. Finalde babanın ortaya çıkıp Georgie’nin hayatına girmesinin sebebi bir telefon kaydından anlaşılır. Bu yüreklere hitap eden, sıcak, samimi, dürüst film, içimizi ısıtan bir final ile noktalanır. Canlı, esprili, neşeli, tatlı, duygusal bir baba-kız hikayesi olan “Hırçın” ile 42. Festival iyi bir başlama vuruşu yaptı.
İNGEBORG BACHMANN
Bu yıl Berlin’de yarışan Margarithe Von Trotta’nın “İngeborg Bachmann – Çölün Kalbine Yolculuk / İ. Bachmann – Reise İn Die Wüste” çarpıcı bir biyografi filmi. Von Trotta yazdığı senaryoda Bachmann’ın yazdığı metinlerle yetinmiyor, başkarakterinin İsviçre’li yazar Max Frisch ile tutkulu ilişkisini, Berlin ve Zürihten Mısır’a yaptığı zorlu yolculuğu konuya dahil ediyor. Film bir hastane odasında yatan Avusturyalı şair Bergmann’ın rüyasıyla başlar. Max Frisch kendisini bir oyununun prömiyerine davet edince İsviçreli ünlü yazar ile tanışır. İngeborg, kıskanç, huysuz, geçimsiz bir erkek olan Max ile inişli- çıkışlı ama yıpratıcı bir ilişki yaşar. Max’ın evlilik teklifini reddeder ama ikili birbirinden asla vazgeçmezler. Mısır’daki yıpratıcı çöl ziyaretinde yaratıcılığını kaybeden İngeborg esin kaynağı sıkıntısı çeker.
Çok sevdiği Roma’ya dönünce eski yaşama sevincine kavuşur. Özgür ruhlu ve özgüven sahibi bir kadın olan İngeborg Max’ın kendisini terketmesiyle sarsılır. “Bu ayrılık hayatımın en büyük yenilgisidir” itirafını yapar. Ayrılık sonrası hastaneye düştüğünde kendisini ziyarete gelen Max’a “Sen benim katilimsin” der. Genç erkeklerden hoşlandığını gizlemez. Bu rolde film boyunca sigara içerken gördüğümüz Lüksemburglu aktris Vicky Krieps, her zamanki gibi mükemmel. Margarithe Von Trotta filmlerinde genellikle Hannah Arendt ve Rosa Luxembourg gibi ataerkil normlara boyun eğmeyi reddeden irade sahibi kadınların hikayelerine odaklanır. Erkeklerin baskın olduğu edebiyat dünyasında özgürleşmiş bir kadın olan “Faşizm, erkekle kadın arasındaki ilişkinin ilk unsurudur” diyen İngeborg Bachmann da istisna değil.
Bu son filmi gelecek hafta kullanalım
TAHRAN’DA 7 KIŞ
Gerçek hayattan alınan konusuyla “Tahran’da 7 Kış / ” 2007 yılında İran’da geçiyor. 19 yaşındaki Reyhane Cebbari, kendisine tecavüz eden adamı öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanır ve idam cezasına mahkum olur. Steffi Niederzoll’un senaryosunu yazıp yönettiği belgesel, Berlin Film Festivali Alman Sinemasına Bakış bölümünün Berlin Barış Ödülünü kazandı. Jüri ödül kararını şöyle gerekçelendirmişti: “Güçsüzlük duygusunun üstesinden nasıl gelinir ve buna karşı nasıl direnilir ? Kurumsallaşmış erkek şiddetine meydan okuyan genç bir kadının hikayesini nefessiz izledik.”
Film İran sınırlarının ötesinde bile direniş ve kadın haklarının simgesine dönüşen Reyhane’nin kaderinin izini sürüyor. Ali Abbasi’nin “Kutsal Örümcek” filmiyle geçen yıl Cannes Film Festivalinde En İyi Kadın Oyuncu seçilen, sürgünde yaşayan İranlı Zar Amir Ebrahimi, film boyunca Reyhane’ye sesini vererek onun mücadelesine umut katıyor. Nüremberg doğumlu 42 yaşındaki yönetmen – senaryo yazarı – oyuncu Steffi Niederzoll’un ilk filmi “Lea”nın İMDb notu 7.8 , 2. filmi “Tahran’da 7 Kış”ın notu 7.9 .