SARIŞIN MONA LİSA’MIZ : FİLİZ AKIN
“…Filiz Akın, Victoria çağının porselen üstüne işlenmiş ince bir minyatürü ya da Ming devrinden bugüne kalmış, dikkatsiz bir hareketin kolayca kırabileceği zarif bir bibloyu akla getiriyor. Filiz Akın ile konuşurken, bir klavsen konçertosunun hüzünlü kadansını dinlermiş gibi duygulara kapılır insan…” Orhan Boran…
Onlar dört yapraklı goncaydılar… Kendilerinden önce sinemada yer edinen starlar “Belgin Doruk” ile “Muhterem Nur” sonrasında, sinemanın en sevilen kadın oyuncuları oldular. Onları izleyenler kendilerinden birçok şey buldular, kadınlar onlar gibi davranmaya, giyinmeye, saçlarını kesmeye başladılar. TV’nin etkin olmadığı zamanlarda, izleyenler için onlar hayatın her alanındaydı. Kimileyin gazete melodram sayfalarında, bazen de sosyal bir kısım kampanyalarda hep ön planda oldular. Yanlış yapma hakları asla yoktu, onlar da bunun bilincindeydiler. Hepsinin temel özellikleri vardı. Türkan Şoray siyasete mesafeli, ortalama Türkiyeliye hitap eden ve bilindik bir güzelliğe sahipken, Fatma Girik erkeksi yönleri de olan, güçlü bir kadına karşılık gelmekteydi. Goncanın yapraklarından Hülya Koçyiğit sanki hepsinden evvel olgunluğa erişmiş bir havadaydı. Filiz Akın ise hepsinden farklıydı.
Dönemin geleneksel yıldız sistemi, erkek dünyasında ancak esmerleri erkek aktörün yanında aşk filmlerinin partneri olarak kabul ederken, sarışınlar uçarı, kaçık, şımarık rollerde, başroller verilmeye değmez gibi bir algıya mahkum edilmişti. İşte 2 Ocak 1943 tarihinde, bir cumartesi günü Ankara Doğumevi’nde doğan Leman ve Sami Akın‘ın çocuğu Filiz Akın, sinemanın bu bahtsız algısını yıktı. İsmini babası koymuştu, neden Filiz mi? Sabahattin Ali‘nin kızı Filiz’den etkilenerek bu ismi koydu babası. Babası Sami Bey hayatın birçok aşamalarını başarı ile atlatmış bir kişilikti. Hırslıydı, Ankara Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitirmişti. Beypazarı hakimliği yapmıştı, ancak annesine göre mesleğinde doğruculuk hariç hiçbir sevgi, duygu iletişimi içinde olmamıştı. Babaları bir gün, hiçbir sakınıklık içinde olmaksızın “çocukluk aşkımı buldum” diyerek küçük Filiz’i ve annesini bir başına bıraktı ve İzmir’e yerleşti. Ancak Filiz’in ailesi varlıklı sayılırdı. Annesi köklü bir aileden geliyordu. Anneannesi Alime Hanım’ın ikinci eşi Ekrem Ural, Atatürk‘ün özel şifre müdürüydü.
Annesi Leman Hanım da iyi bir tedrisattan geçmişti. Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nden mezun olmuş, bir dönem konservatuvara devam etmiş, birkaç yıl da ilkokul öğretmenliği görevinde bulunmuştu. Filiz, daha küçükken çerkez güzeli olacağının haberini verir gibi duru bir güzelliğe sahipti. Ancak bir röportajında da belirttiği gibi aslında küçüklüğünde sarışın değildi, mısır püskülü renginde ve biçiminde saçları ile bilinirdi. Küçük Filiz erken konuştu, ancak geç yürüdü. Küçük yaşlarda resim yeteneğinin bulunduğunu dünya aleme gösterdi. Afyonkarahisar’da bulundukları sırada evlerinin karşısında bulunan türbeyi o kadar gerçekçi çizdi ki, görenler şaşırmaktan kendilerini alamadılar. Eğitim hayatı başarılarla geçti. Erken başladı okula, lise’den mezun olana kadar okulu hep birincilikle bitirdi. Okulda yapılan piyes yarışmalarında çeşitli mükâfatların sahibi oldu. Önce Ankara Maarif Okulu’na gitti. Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’ne devam etti ardından.
Lisan konusunda da çok başarılıydı. Fransızca, İngilizce ve İtalyancayı iyi konuşurdu. Okul arkadaşı olan Oya San‘ın annesi bir gün dönemin etkin dergilerinden ve yıldız makinalarından artist mecmuasının, ünlü rejisör Memduh Ün‘ün yöneteceği “Akasyalar Açarken” filmi için kadın aktrist yarışması tertip ettiğini gördü. Zira, Göksel Arsoy ile başrol oynaması beklenen star Belgin Doruk, son anda filme dahil olmaktan vazgeçmişti ve o dönem çoğu kez yıldızlar yarışmalardan seçildiği için Oya’nın annesi hem kızının, hem de Filiz’in fotoğrafını artist mecmuası idarehanesine göndererek şansını denedi. Ve sonuçta Filiz, fotoğraf karelerinden de olsa güzelliğini belli etti ve kazandı yarışmayı. Fakat Ankara’dan İstanbul’a gitmek, hele hele Memduh Ün gibi sert bir rejisör ile çalışmak korkunç göründü ona. Ancak binbir rica minnet ile kabul etti teklifi. Ve Filiz’in çok da uzun sürmeyecek sinema serüveni işte bu şekilde başladı…
Avrupa’dan çıkıp gelmiş gibi bir yıldız…
Ancak klasik oyunculardan farklıydı. Sarışındı, çok da entelektüel. Düşünün bir taraftan çok zihin uğraşısı gerektirmeyen senaryolarda rol alacaksınız, akşam ise evde Sartre, James Joyce, Simone de Beauvoir, Camus, Kafka gibi yazarların kitapları ile hemhal olacaksınız. Ancak sonrasında benzer temalı filmler onda beklentilerinin karşılanmadığı duygusunu uyandırdı. Sarışınlar ile özdeş şımarık, kolejli kız tiplemeleri hep senaryo olarak karşısına çıktı. “Aşk Merdiveni“, “Battı Balık“, “Sahte Nikah“, “Şehvet Uçurumu” gibi filmler bu nitelikteydi. Atıf Yılmaz‘a göre iyi oyuncu Filiz, kendisinin de, Memduh Ün‘ün de, Metin Erksan‘ın da Halit Refiğ‘in de en kötü filmlerinde oynadı.
Sonuç olarak oyunculuğunu ortaya çıkartacak ortam ona verilmedi. Erler Film sahibi Türker İnanoğlu ile evliliğinden sonra yurdışında da göründü. Bazı filmleri İran’da, Yunanistan’da, İtalya’da çekildi. Hatta ünlü Yunanlı sanatçı Aliki Vuyuklaki ile benzerlikleri ön plana çıkartılır. Filiz Akın “Akasyalar Açarken“den Halit Refiğ‘in 1964 yapımı “Gurbet Kuşları” filmine kadar hep çalakalem yazılmış senaryolarda, klişe melodramlarda boy gösterir. Küçük de olsa “Gurbet Kuşları” ile ilk kez auteur bir yönetmenin sinemasal değeri yüksek bir yapımında kendine yer bulur. Muzaffer Arslan‘ın çekeceği 1971 tarihli “Ankara Ekspresi” projesini duyduğunda da çok heyecanlanır. Hilda’nın erkekleri baştan çıkartan cinsi cazibesini çok iyi yansıtır ekrana. Ve unutulmaz rolüyle de 1971 yılında Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın oyuncu Altın Portakal ödülünün sahibi olur. Agah Özgüç‘e göre bir tutku ve karasevda filmi olan, Yılmaz Güney‘in şaheserlerinden “Umutsuzlar“ında sinema kariyerinin en mükemmel oyunculuklarından birini sunar Akın.
Gani Turanlı‘nın o eşsiz yakın kamera çekimlerinde o kadar güzel ve bir o kadar da acılar içinde bir kadındır ki… Bunu Yılmaz Güney özellikle yansıtmak ister. Sarışın güzel imajı artık ters yüz olmuş, uzun süre setlerde beklettiği Akın, en doğal haliyle yansımıştır artık kadraja. Ve Atıf Yılmaz‘ın yönettiği “Utanç” filmiyle de Filiz Akın artık tamamen “cici kızlık”tan kurtulacaktır. Filiz Akın aslında sinemamızın bir türlü açılamadığı dünya sinemasına adımlar da atar. 1974 yılında izleyici olarak bulunduğu Cannes Film Festivali’nde Lando Budzzanca‘dan film teklifi alır. Bir davette karşılaştığı “Bir Avuç Dolar“ın dünyaca tanınan yönetmeni Sergio Leone ise, Filiz Akın‘ı överek “sizin bir filminizi Filipinler’de izledim” der.
1975 yılında sinema defterini kapatır. Sonrasında hatırlamak bile istemediği sayfalar açılır hayatında. Şarkıcılık, hatta İzmir’de gazinolar arasındaki rekabetten kaynaklı bıçaklanma hadisesi ve o meş’um Karabük’te “kitapsız ilim; Ahmet Tarık’sız film olmaz” mottosu ile ünlenen Ahmet Tarık Tekçe ile filmin galası sonrasında, Karabük’te yaşanan kaza ve değerli oyuncu Tekçe’nin vefatına şahit olmanın verdiği o derin ıstırap…Oğlu, yumurcak namlı İlker İnanoğlu‘nun oyunculuğunu tasvip etmez, ancak engel de olmaz. TRT için çekilen “Geçmiş Bahar Mimozları” ise son filmi olur. Türkiye’nin prensesi, aslında sefiresi de olmuştur bir ara. Eşi Sönmez Köksal‘ın Paris büyükelçiliği döneminde ülkeyi Paris’te bu kez farklı bir kulvarda temsil eder.
Filiz Akın‘ın ilgiye değer yaşam duraklarını kendi kaleminden okumanız mümkün. Ancak ona büyük bir tutku ile bağlı ve her satırında sevgisini satıra dökmekten sakınmayan Pınar Çekirge‘nin “Başrolde Filiz Akın” isimli “ceres yayınları“ndan çıkan 248 sayfalık kitabı birçok bilinmeyeni önünüze seriyor. Fotoğraflar, röportajlar, Agah Özgüç, Atilla Dorsay, Duygu Asena, Attila İlhan, Asu Moro, Ertuğrul Özkök gibi yazarların satırlarıyla da bu büyük sinema ikonunu tanıma imkanını buluyorsunuz. Ve bu güzelliği şiirsel anlatılarla daha bir başka görüyorsunuz. Söze Orhan Boran‘ın Victoria çağı porselen benzetmesi ile başlamıştık. Son söz ise Mona Lisa ile Ertruğrul Özkök‘e bırakalım: “…Modernitenin doğuşunu haber veren ilk sarışın ikonamız. Güzellik, iyilik ve zekayı birleştiren sarışın Mona Lisa’mız…“
NOT: Bir sonraki yazıda Filiz Akın’ın en iyi filmlerinden “Umutsuzlar” ele alınacaktır…