Filmekimi 2025’den Geride Kalanlar

FİLMEKİMİ GERİDE KALDI

3- 12 Ekim tarihleri arasında gerçeklenen 24. FİLMEKİMİ Festivali 49 filmlik zengin programıyla bir sinema ziyafeti sundu. Bu yazımda Filmekimi’nde kaliteleriyle öne çıkan 2 filme etraflı, 16 filme kısaca değineceğim.

BABA, ANNE, KIZ KARDEŞ, ERKEK KARDEŞ

 

ALTIN ASLAN ÖDÜLLÜ FİLM

Amerikan Bağımsız Sinemasının tartışmasız ustası Jim Jarmush 6 yıllık bir aradan sonra “Baba, Anne, Kız Kardeş, Erkek Kardeş / Father, Mother, Sister, Brother” ile son Venedik Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nün sahibi oldu. Bu son derece dokunaklı, zarif ayrıntılarla bezeli film bir aile dramı. Yetişkin çocukları ve mesafeli ebeveynleri arasındaki ilişkileri ele alan film, her biri farklı ülkede geçen 3 bölümden oluşuyor. “Baba” ABD’nin kuzeydoğusunda, “Anne” İrlanda’nın Dublin kentinde, “Kız Kardeş, Erkek Kardeş” Fransa’nın başkenti Paris’te geçiyor. Film bir dizi karakter incelemesinden oluşuyor: sessiz, gözlemsel ve yargısız bu komedinin melankolik bir tadı var. Jim Jarmush’un “çok ince, 3 çiçek aranjmanı gibi tasarlanmış, komik ve hüzünlü” sözleriyle tarif ettiği filmde yıllar sonra birbirlerinden uzaklaşan kardeşler bir araya geliyor. Çözülmemiş gerilimlerle yüzleşmek ve duygusal olarak uzak ebeveynleriyle gergin ilişkilerini yeniden değerlendirmek zorunda kaldıklarının bilincinde birleşiyorlar.

Jarmush filmini “anti-aksiyon film” olarak tanımlamış; yani dramatik patlamalar yerine küçük ayrıntıların, sessiz anların birikimiyle duygusal yoğunluk yaratmayı amaçlamış. 1. Bölümde boşanmış oğul (Adam Driver) ile kızkardeşi (Mayim Bialik), yıllardır uzak oldukları babaları (Tom Waits) ile yüzleşmek için evine giderler. Sohbetler yüzeysel başlarsa da arada gizli kırgınlıklar ve duygusal uzaklıklar kendini hissettirir. “Anne”de 2 kızkardeş (Cate Blanchett ve Vicky Krieps) yazar annelerinin (Charlotte Rampling) evlerine gidip yılda bir tekrarlanan geleneksel bir çay içme ritüeline karışırlar. Aralarındaki mesafe ve yılların yükü görünür hale gelir. Bu 2 bölümde 2 yıl sonra bir araya gelen baba ve 2 çocuğu, anne ile 2 kızı konuşacak konu bulamamanın sıkıntısını yaşarlar. Buz gibi bir havanın estiği gergin atmosferde iletişimsizliğin, sevgisizliğin sıkıntıları yaşanır. “Kız Kardeş, Erkek Kardeş”de ikiz kardeşler ebeveynlerinin ölümünden sonra Paris’teki evlerine gelirler. Şimdiye kadar bilmedikleri miraslar, hatıralar, suskunluklar ve anılarla yüzleşirler. Film daha çok anlara, söylenmemişlere, bakışlara, sessizliklere odaklanan “azla çok şey uyandırma” anlayışıyla ilerliyor.

Yılın bu en nazik ve kaliteli filmlerinden birinde Jarmush’un tanıdık temaları minimalist bir tarzla işleniyor. “Soğuk bir mizah ve gariplik” ile harmanlanan 3 hikaye dokunaklı bir kırılma yaratıyor. İlk 2 bölümdeki 6 karakterin birbirlerinden bazı şeyleri sakladıklarını görüyoruz. Esprili bir aile portresi olarak tanımlanabilecek film, sıradan diyalogları eşliğinde iletişimsizlik, geçmişle yüzleşme, ailelerdeki kopuş, yalnızlık, dışlanmışlık gibi temaların hakkını veriyor. Deneyimli, ödüllü ustalardan oluşan filmin mükemmel oyuncu kadrosundan kusursuz performanslar izliyoruz. Ancak etkileyici olamayan, sönük 3. bölümüne rağmen, ağır temposuna ve çok az olay içermesine rağmen, sönük geçen Venedik Festivali’nde aldığı Büyük Ödülü hak ettiğini söylemek mümkün. Ancak bu sıradan Altın Aslan Ödülü 82. Venedik Festivali’nin çok sönük geçtiğini ispatlıyor.

BUGONİA

BİLİMKURGU FANTEZİSİ “BUGONİA”

Yorgos Lanthimos’un bilimkurgu fantezisi “Bugonia”, tıpkı bir önceki filmi “Merhamet Hikayeleri” gibi, yönetmenin filmografisindeki sönük yapıtlardan biri. Nitekim son Venedik Festivali’nden eli boş ayrıldı. “Bugonia” senaryosu Will Tracy tarafından yazılmış, 2003 yapımı G. Kore filmi “Save The Planet”in İngilizce remake’i bir absürd kara komedi. Komplo takıntılı 2 kuzen, zeki Teddy (Jesse Plemons) ve saf Don (Aidan Delbis) büyük bir şirketin CEO’su Michelle’i (Emma Stone) kaçırırlar. Onların inançlarına göre Michelle aslında bir uzaylıdır ve dünyayı yok etmeye niyetlidir. Film, komplo teorileri, çevresel felaket, yalnızlık, medyanın etkisi gibi güncel temaların hakkını verirken, “gerçeklik algısı”, “inanç ile şüphe arası sınırlar” gibi fiziksel alanlarıyla dikkati çekiyor. Film, ilaç ve kimya sanayi devleri tarafından pazarlanan ürünlerden zehirlenen, kobay olarak kullanılan insanların yaşadıklarına odaklanıyor. Teddy Michelle’in şirketinin ürettiği ilacın annesini bitkisel hayata mahkum ettiğinden emindir. Teddy ekonomik çöküşlerden doğal afetlere kadar tüm sorunların sorumlusu olan Michelle yüzünden yaşandığından emindir.

BUGONİA

Kaçırma planı, bu komplo teorisyenlerinin dünya görüşleri, internet kültürü, çevresel temalar ve izolasyon üzerinden şekillenir. Michelle, esaret süresince hem kaçmayı hem de onu esir edenleri ikna etmeyi dener. Şiddet, psikolojik baskı, absürdlük ve kurgu ile gerçeklik arasında gidip gelen bir atmosfer kurulur. Film, temelde inanç, paranoya, insan doğası, çevresel krize dair sembolik ve metaforik katmanlarla örülmüş bir yapı sunuyor. Başlıca gerilim ögesi “gerçek nedir ?” sorusu ve karakterlerin kendi iç dünyalarında kırılmalarla bağlantılıdır. Ancak film aşırıya kaçan rahatsız edici sahnelerde, kan banyosunu andıran şiddet sahnelerinde sınır tanımıyarak antipatik olabiliyor. Her ne kadar filmin bazı sahnelerinin yoğunluğunun izleyici için yorucu olsa da, film gerçek olaylardan esinlenmese de, ortalarında tempo düşüklüğü yaşansa da, dünyayı yok etmek isteyen “gizli istilacılara” inanan komplo meraklılarıyla ilgi çekiyor. Kurmaca olsa da film karanlık öyküsüyle her şeye sürreel bir dokunuş katan renkli bir görselliğe sahip.

Lanthimos’un vizyoner nihilist çizgisinin izlerinin güçlü bir şekilde yer aldığı filmde “insan kaçırma” gerilimi toplumsal alt tonlarla başarılı bir şekilde birleştirilmiş. Hikayenin absürdlüğünü, karakterlerin deliliği ve şiddet sahneleriyle dengeleyen filmde rahatsız edici ve uygunsuz ögeler öne çıkıyor. Komedi- gerilim karışımı bir tonla başlayan film, karakterlerin motivasyonlarını, dünya görüşlerini ve psikolojilerini vurguluyor. İnsan doğasının bencilliğini eleştiren bu yeniden çevrim filminde, Lanthimos’un kendine has yorumunu başarıyla etkilediği görülüyor. Yönetmenin fetiş oyuncusu Emma Stone ile yeni buluşmasındaki işbirliğinin farklı bir ivme kazandırdığı filmde absürd, rahatsız edici, karanlık atmosfer kendini belli ediyor. Film boyunca mizah ve sertlik arasında gidip gelen yapısı, izleyicisi düşünmeye davet ediyor. Lanthimos ile “Zavallılar”, “Sarayın Gözdesi”, “Merhamet Hikayeleri” filmlerinde çalışan, bunların ilk ikisiyle Oscar’a aday gösterilen, İskoçyalı görüntü yönetmeni Robbie Ryan ve yönetmenin fetiş kurgucusu Yorgos Mavropsaridis, “Bugonia”da ustalık gösterisinde bulunuyorlar. Bu son Yunan sanatçı, Lanthimos’a “Köpek Dişi”, “Kinetta” gibi şöhret sağlayan ilk filmlerinden beri birlikteliğini sürdürüyor.

BUGONİA

Lanthimos sadık İngiliz besteci- müzisyen, “Zavallılar” ile Oscar adayı olan Jeskin Fendrik ile işbirliğini sürdürdüğü filmin 3 müthiş oyuncusu var. Başroldeki Jesse Plemons kendisini Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu yapan “Merhamet Hikayeleri”nden sonra Yunanlı yönetmenle çalıştığı 2. filminde komplo teorilerine meraklı, kararlı, çılgın, takıntılı manyak Teddy’de kariyerinin en parlak performansıyla övgüyü hak ediyor. Senaryoda daha az rolü olduğu için perdede Plemons’tan az yer alan Emma Stone, Lanthimos ile bu 5. buluşmasında Hollywood’un en yetenekli aktrislerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. 2 Oscar Ödülü’nden birini Lanthimos’un “Zavallılar”ıyla kazanan Stone’un teslimiyet ile direniş arasında gidip gelen performası göz kamaştırıyor. Bu film için saçını kazıtan aktris, fiziksel görünümünü değiştiren sahnelerde ekranda parlıyor. Otizm spektrum bozukluğu olan Don rolündeki Aidan Delbis, ilk uzun metrajlı filminde Stone ve Plemons gibi 2 ustanın yanında ezilmiyor, yalnızlık çeken, tek arkadaşı Teddy olan ezik kuzen rolünün hakkını veriyor.

GÖRÜNMEZ KAZA

CANNES’IN GÖZDE FİLMLERİ

Mayıs ayında Cannes’dan Altın Palmiye Ödülü ile ayrılan “Görünmez Kaza” ile Jafar Panahi yasakları hiçe sayıp ülkesi İran’ı eleştiren filmleri çekmeye devam edeceğini gösterdi. Baskı, rüşvet, bürokratik yozlalma konularında rejimi eleştiren film,izleyiciyi diktatörlük konusunda düşünmeye davet ediyor. Bu festivalin 2.lik ödülünü kazanan, Joachim Trier’in duygusal “Manevi Değer”i, terk ettiği ailesiyle sorun yaşayan bir babanın psikolojisini inceliyor. Bence yılın en iyi 3-4 filminden biri olan filmde, Trier tüm karakterlerine eşit mesafede durmasıyla takdir topluyor. Sinemada 2025’in en ilginç keşiflerinden, Olivier Laxe’ın Jüri Ödülü sahibi “Sırat”ı izleyicisini apokaliptik bir çöl yolculuğuna götürüyor. Cannes’ın çifte ödüllü tek filmi “Gizli AjanKleber Mendonça Filho’ya En İyi Mizansen, Wagner Maura’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerini getirdi. Film 1977’de Brezilya’nın askeri diktatörlük rejiminde muhalif bir üniversite profesörü politikacıyı izliyor.

MANEVİ DEĞER

Cannes’ın “çifte Altın Palmiye Ödüllü yönetmenleri” arasındaki Dardenne KardeşlerGenç Anneler” ile En İyi Senaryo Ödülü ile Belçika’ya döndüler. Film, genç yaşta anne olan, yoksul kadınları kaldığı bir sığınma evinde doğum yapan 5 kadına odaklanıyor. Hefsia Herzi’nin “Kız Kardeş”i genç Nadia Melliti’yi Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu yaptı. Film kadınlara ilgisini keşfeden eşcinsel bir genç kızın Müslüman kimliğini sorgulamasını anlatıyor. Jüri Ödülü’nü “Sırat” ile paylaşan Mascha Schilinski’nin ”Düşüşün Tınısı”filmi Almanya’da bir çiftlikte yaşayan, 4 farklı kuşaktan 4 genç kadının yüzyıllık bir zaman dilimindeki yaşamlarını otopsi masasına yatırıyor. Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen Ödülünü “Bir Zamanlar Gazze” ile kazanan Arab ve Tarzan Nasser kardeşler, Hamas’ın Gazze üzerinde kontrolü sıklaşırken gerçekleşen bir cinayetin izini sürüyor. Cannes’da yarışma dışı gösterilen Kirill Serebrennikov’un “Josef Mengele’nin Kayboluşu” “Ölüm Meleği” ünvanıyla tanınan eski SS doktoru Mengele’nin sığındığı 3 Güney Amerika’daki kaçış öyküsünü anlatıyor. Tarih dersi niteliğindeki film, tarihin en ünlü seri katillerinden birinin, uzun yıllar hiç yakalanmadan Nazi avcılarından kaçışını perdeye taşıyor.

SIRAT

2021’de “Titane” ile Altın Palmiye Ödülü kazanan Julia DucournauAlpha” ile Cannes’dan eli boş ayrıldı. Konusu AİDS salgınının travmasının yaşandığı dönemde geçen film, 2 kayıp ruhla uğraşmak ve çözüm bulmak zorunda olan bir hemşirenin dramını anlatıyor. İranlı Saeed RoustayiCeza”da baskı altında yaşayan kadınların yazgısına odaklanıp çaresiz bir annenin verdiği savaşı anlatıyor. Film, modern İran toplumundaki kadınların karşılaştığı toplumsal ve aile içi baskılar altında ezilen bir yapıyı çarpıcı ve sert bir dille eleştiriyor. Sergey Loznitsaİki Savcı”da Stalin’in Büyük Temizlik dönemimde, genç ve idealist bir savcının suçsuz mahkumların haklarını arama mücadelesini odağına alıyor. Oliver HermanusSesin Hikayesi”nde bri şarkıcı diğeri akademisyen müzikolog olan 2 erkeğin 60 yıla yayılan aşk öyküsünü anlatıyor. Bu duygusal ve ilginç filmde müzik başrol oyuncuları arasında.

GENÇ ANNELER

 

Amerkalı Richard Linklaker’in Fransız Yeni Dalga Akımına saygı duruşunda bulunduğu, sinemaya aşk mektubu niteliğindeki filmi “Yeni Dalga”yı geçen ay etraflı olarak incelemiştim. Sinemaseverler, programın bu en kaliteli 3-5 filminden birini izleme fırsatını Filmekimi sayesinde yakaladılar. Mısır doğumlu İsveçli Tarık SalehCumhuriyetin Kartalları” ile “Kahire Üçlemesi”ni tamamladı. Film ünlü bir aktörün Cumhurbaşkanı Sisi’nin başarılarını anlatan bir propaganda filminde, kerhen de olsa rol almasıyla yazgısının değiştiğini anlatıyor.

DÜŞÜŞÜN TINISI
JOSEF MENGELE'NİN KAYBOLUŞU
JOSEF MENGELE’NİN KAYBOLUŞU
ALPHA
CEZA
SESİN HİKAYESİ
CUMHURİYETİN KANATLARI
BİR ZAMANLAR GAZZE
JİM JARMUSCH

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz