İstanbul’da Festival Zamanı 2
Geçen yazımda da belirttiğim gibi çoğunlukla üst düzeyde filmlerin bulunduğu, ancak başyapıt diyeceğimiz çalışmalara rastlanmayan bir festival oldu bu seneki İstanbul Film Festivali. (*****) verebileceğim filmler bütün Bergman’lar, “Paris Texas” ya da “Stalker” gibi geçmişin büyük “auteır”lerinin filmleri.
Her neyse, ben, Festival izlenimlerime bıraktığım yerden devam edeyim.
Seçkinin yeni bir bölümüne geçmeden önce geçen yazımı yazdığımda henüz izlememiş olduğum bir “Mayınlı Bölge” filminden söz etmek istiyorum.
Genç Galiçya’lı yönetmen Andrés Goteira’nın yazıp yönettiği bol ödüllü ilk filmi “Dhogs / Köpuzlar”, izleyicisiyle zekice dalga geçerken, insan doğasının en karanlık yerlerinden, en derin dehlizlerinden kaynaklanan öyküsüyle, toplumsal duyarsızlığı amansızca eleştiriyor. Filmin adı uysal ve itaatkar hayvanlar olan köpeklerle (dog), kirli ve ahlaksız yaratıklar domuzların (hogs) isimlerinin birbirine yapıştırılmasıyla oluşmuş. Kahramanlarının bildik klişelere hiç uymayan bir kadın, bir iş adamı, travesti bile olabilecek bir taksi şoförü, bir kabadayı, oğlunun uzun saçlarına takmış sıra dışı bir anne olduğu, yazgı ve talih ana temaları etrafında gelişen öykülerde, kamera arada bir o görünmez dördüncü duvara dönüp olayları izleyen seyircilere, belki de hiç beklemediğimiz birinin oynadığı bir oyuna odaklanan bizlere bakıyor. Seçkinin en iyilerinden.(***3/4)
Geldik “Uluslararası Altın Lale Yarışması” filmlerine.
Bosnalı yönetmen Ivana Mladenović’in, senaryosuna da katılmış olduğu, Romanya yapımı ilk uzun metrajlı kurmaca filmi “Bir Mahalle Hikâyesi”, birçok yönüyle hem tabuları yıkan hem de sınırları aşan, alışılmadık bir aşk hikâyesi anlatıyor. Kırklı yaşlarında antropolog Adi, “manele” müziğini incelemek üzere taşındığı Bükreş’in kötü ünlü Ferentari semtinde eski suçlu Alberto ile tanıştığında ikili gizli bir ilişki yaşamaya başlar. Biri ümitsiz biri hürriyetsiz kalmış çok farklı sınıftan iki adamın birlikteliği ilginç de, özellikle tutkunun odağı olan Alberto’nun hem fiziksel iticiliği, kaba saba, kültürsüz ve paragöz biri oluşu öyküyü inandırıcılıktan uzaklaştırıyor. (**1/4)
Polonyalı Andrzej Jakimowski, yazıp yönettiği “Bir Zamanlar Kasımda” filminde, emekli maaşıyla geçinmeye çalışan eski öğretmen Agatha ve, minik bir bursla hukuk eğitimini tamamlamaya çalışan oğlu Mareczek’in oturdukları evden tahliye edilince bir pansiyondan ötekine, bir sığınma evinden boş buldukları bir arsaya, çaresizlik içinde sürüklenmelerinin öyküsünü anlatır. Hiç kimsenin yoksulları önemsemediği bir toplumsal düzende, iki eğitimli insanın göğüs germek zorunda kaldıkları, 11 Kasım 2013 tarihinde Varşov’nın bir bölümünün yakılıp yıkıldığı aşırı milliyetçi ayaklanmanın, yönetmenin müthiş başarılı bir belgesel duyguyla aktardığı fonunda ele alınıyor. (***1/2)
İranlı Azerî Asghar Yousefinejad’ın yazıp yönettiği, 2017 FAJR galibi “Ev”, bir vasiyetin hikâyesi üzerinden hem mizaha hem gerilime alan açan çok başarılı bir ilk film. “Ev”, bedenini tıbbi araştırmalar için bir üniversiteye bağışlamış olan yaşlı bir adam öldüğünde, yıllar sonra evine geri dönen kızı Sayeh’in babasının bu son dileğini yerine getirmemek için direnmesinin öyküsü. Neredeyse tek mekanda geçen ve psikolojik gerilimle güldürüyü devamlı iç içe tutmayı başaran filmde, başta Sayeh’i canlandıran Mohadeseh Heyrat olmak üzere bütün oyunculuklar müthiş. (****)
Nelson Carlo de los Santos Arias’ın yazıp yönettiği “Cocote”, Santo Domingo’da zengin bir evde bahçıvan olarak çalışan Alberto’nun, babasının vahşice öldürülmesinin ardından yasını tutmak için doğduğu yere dönmesiyle başlıyor. Alberto, yas ritüelinin dini inançlarına son derece aykırı gelen adetleriyle, ailenin güçlü bir adam tarafından öldürülen babasının intikamını alması beklentisi arasında sıkışıp kalır. Dominik Cumhuriyeti’ndeki gelenekler, sınıf çatışmaları, şiddet eğilimi ve ahlaki yozlaşmayı bu hikâye üzerinden anlatan Nelson Carlo de Los Santos Arias, katıldığı soru-cevap sırasında, ülkesinde işçi sınıfından gelip de sinema eğitimi alabilmiş ilk kişi olduğunu söyledikten sonra ülkenin toplumsal durumu ile Katolik, ve pagan törensellerini harmanlayan dini inançlarıyla ilgili uzun bir konuşma yaptı. Yarışmada aldığı Jüri Özel Ödülü’nü hak ettiğini düşündüğüm “Cocote”nin konusu kadar, 35 mm. çekilmiş, siyah-beyaz ile renkliyi, 4:3 ile 1:1;85’ formatlarını başarıyla kullanan zengin bir görsel dili var. (***3/4)
Brezilyalı yönetmen ikili Juliana Rojas ve Marco Dutra’nın birçok festivalden ödülle dönen yeni filmleri “Görgü Kuralları”, fantastiği, sosyal gerilimi ve müziği bir arada başarıyla kullanan çağdaş bir müzikal masal. Başrolünde Angola asıllı Portekizli dansçı ve oyuncu Isabél Zuaa’nın olduğu film, kurt adam temalarından yola çıkarak, annelik, toplumsal sınıf, aile kavramlarını şaşırtıcı bir duyarlılıkla tartışmaya açarken bedensel değişim ve cinsel arzu gibi kavramları da gerçekçi tonlamalarla ele alıyor. (***1/2)
İzlandalı Hlynur Pálmason’un yazıp yönettiği bol ödüllü ilk uzun metrajı ”Kış Kardeşleri”, Danimarka’da, kardan ve tebeşirden bembeyaz bir kireç taşı madeni kasabasında prefabrik barakalarda oturup madende çalışan iki erkek kardeşin hayat mücadelesine odaklanıyor. Buz gibi bir hava, zorlu çalışma koşulları, hep tekrar eden alışkanlıklar, aşksız bir hikaye ve kaçak içki yapan küçük kardeş Emil’in sevme ve sevilme ihtiyacı… Yalın ve etkileyici bir çalışma. Gösterim sonrası soru-cevap faslına katılan başoyuncusu Elliott Crosset Hove, canlandırdığı karakterin tam karşıtı, zeki ve çok sevimli bir genç adam. (***)
Yönetmen Samuel Benchétrit’in kendi romanından sinemaya uyarladığı “Köpek” görünmez olmayı seçen bir adam aracılığıyla, kişiliksiz, ruhsuz, isimsiz ve insaniyetini kaybeden bir toplumun mizahi portresini çiziyor. Film, hayatta değer verdiği her şeyi kaybedip, tüm umutlarını da tüketince köpek olmaya karar veren bir adamın, kendince bu en düşük toplumsal konumu seçtiğinde, onu köpeği olarak sahiplenen bir evcil hayvan dükkanı sahibi tarafından eğitilmesinin hikayesi. Sert, acımasız ve absürd bir kara mizah örneği (***)
Festivalde ilk filmi “Songs My Brothers Taught Me / Ağabeylerimin Bana Öğrettiği Şarkılar”ından tanıdığımız Chloé Zhao yeni filmi “The Rider / Binici”de, genç binici Brady’nin, rodeo sırasında kafasına aldığı neredeyse ölümcül darbenin ardından iyileşme çabasına odaklanıyor. Yeniden at binmesi olanaksız olunca, amaçsızlık içinde, kim olduğuna, ne yapmak istediğine dair zihninde cevapsız sorular oluşuyor. Çok sayıda ödülüne ek olarak Festivalde Uluslararası FİPRESCİ ödülünü, “Erkekliğin kırılganlığını betimlerken kullandığı, gerçekçi anlatımı incelikli bir görsel şiirsellikle birleştiren estetik tarzı nedeniyle…” kazanmış olan “The Rider”de, Brady’yi olayları gerçekten yaşamış olan bir kovboy canlandırıyor. Filmde babasıyla kız kardeşini de gerçek yaşamdaki babası ile kız kardeşinin oynaması, öyküye etkileyici ve inandırıcı bir belgesel tadı getiriyor. Sinemasal olarak müthiş başarılı ama, “hayatlarını 8 saniyelik anlarda yaşayan tüm rodeoculara” ithaf edilen filmin “Amerikan tipi erkekliğin gerçekçi bir eleştirisine” değil de bunun güzellemesine daha yakın durması beni biraz rahatsız etti. (***1/2)
Genç yazar yönetmen Burak Çevik’in ilk uzun metrajlı çalışması “Tuzdan Kaide”, Türk Sinemasında benzeri pek yapılmamış çok özel bir film. Hem Ulusal hem Uluslararası yarışmalarda yer alan bu film ayrı bir yazının konusu olacak. (****)
Geldik Altın Lale’nin kazananı “Western”e. Filmi yazan ve yöneten Valeska Grisebach gerçek işçilerin rol aldığı filminde Avrupa’nın bugününe dair önemli tespitleri olan güncel bir “yabancılık” öyküsü anlatıyor. Bir grup Alman inşaat işçisi Bulgaristan kırsalında, evlerinden çok uzakta çalışırken, aralarından Meinhardt, inşaat alanının yakınlarındaki bir köyün sakinleriyle ağır ağır bir arkadaşlık ilişkisi kurmaya başlar. Sıradan bir yabancı olmayı reddeden bu tavrı, köylüler ve meslektaşları nazarında şüphe uyandıracaktır.
Başarılı bir film oluşu bir yana, öyküsünü Western ikonografisini kullanarak anlatan ve erkekler dünyasında geçen öykünün bir kadın tarafından çekilmiş olması çok etkileyici (****)
Bir başka yazıda Festival izlenimlerime devam etmek üzere hepinize iyi seyirler dilerim.