Ortalık kan kırmızı, Dilber ve Kızıl Goncalar!

Ekrana ve beyaz perdeye sansüre HAYIR! Aklımız fikrimize karışmayın, hele sanata hiç karışmayın! Hele yanlış yerden tartışmaya girdiğinizde sadece komik oluyorsunuz ve cahil!

Yazgülü Aldoğan

Genelde vizyona giren filmleri yazıyoruz bu portalda. Ama bu kez vizyondan kalkan, kaldırılması istenen filmler ve diziler söz konusu. İlgi çeken, beğenilen bir dizi ya da film olursa hemen bir çomak sokuluyor. Türkiye’nin gündeminde de sinema sektöründe gösterimi engellenen filmler ve dizi sektöründe de gösterimi engellenmek istenen diziler var! Ciddi bir sansür demek bu. Televizyonda gösterilen bir dizi insanları niye rahatsız ediyor? Hakaret ve yasa dışı işler varsa mahkemeler devreye girer. Onun dışında A grubu rahatsız, B grubu sinirlendi diye dizi ya da film mi kaldırılır? İstemeyen, rahatsız olan izlemesin? Kimse bir diziyi izlemek zorunda değil, henüz o kadar sapıtmadık!

ÖMER

Kızıl Goncalar

Anlamışsınızdır, bahsettiğim dizi Kızıl Goncalar. Kavga, Kızılcık Şerbeti ile başladı. Oysa Ömer ile başlamalıydı, eğer kavga yapılacaksa. Çünkü seküler kesim ve dindar, muhafazakar kesim arasında Romeo Jülyet aşkı ilk önce Ömer’de yaşandı. Cami hocası Reşat’ın ezan okuyan ama aynı zamanda resim öğretmeni olan Ömer, bankada çalışan, başı açık, çocuklu dul bir kadına aşık oldu. Gemileri yaktılar ve evlendiler, ardından olaylar olaylar! Ama kimse Ömer’i şikayet etmedi, çünkü Reşat Hoca, şeker gibi bir din adamıydı. Ne zamanki Ömer senaristleri de öbürlerinden esinlenip tarikat ve Fetö işine girdiler, ona da homurtular başladı!

KIZIL GONCALAR

Kızılcık Şerbeti

Kızılcık Şerbeti ise çok tepki de çekince işi muhafazakar kesimle uğraşmaktan çıkarıp gönül işlerine döktü. Aileler öyle bir içli dışlı oldu ki bir tek Sönmez Hanım kendine birini bulamadı! Üstelik Ömer de ölüp dirildikten sonra içkiye de başladı!

İşte Kızıl Goncalar tam da bu arada patladı: Tarikatların devlet içindeki ilişkileri, çocuk yaşta evlilik işleniyor diye muhafazakar kesim hemen yasak getirdi diziye. Oysa bir başka kesim de dizide subliminal mesaj var diye dikkat çekti. Dizideki bütün düzgün tipler dindarlar, akıllı kız, tesettürlü ve günah diye okutulmamış, ama üstün zekalı; hap kullanıp ortalığı dağıtan kız ise okumak istemiyor ama neredeyse zorla okutuluyor! Annesi ailesini terk edip kaçtı, başı kapalı anne ise çocuğu okusun diye canını vermeye razı! Kim iyi, kim kötü mesajı alt yazı olarak veriliyor beyinlere sanki?

KIZILCIK ŞERBETİ

İnci Taneleri

Kızıl Goncalar’ı konuşurken Kanal D’de başlayacak bir dizinin de reklamları dönmeye başladı. Dizinin en can alıcı teaser’ı sosyal medyada viral oldu: Pavyonda dans eden kırmızı elbiseli konsomatris kadın :DİLBER! Dansı iyi mi kötü mü muhabbeti üzerinden arka fonda çalan Dilber parçası da dillere pelesenk oldu mu? Ya dizi? Merakla beklenen dizi, Yılmaz Erdoğan’ın ekrana dönüş dizisiydi ayrıca. Ekranda Mükremin karakteriyle tanıyıp sevdiğimiz, Vizontele filmiyle kalbimizi kazanmış Yılmaz Erdoğan uzun bir aradan sonra tekrar ekranda. İnci Taneleri, bir anda herkesin dilinde. Pavyon kültürünün tanıtıldığı dizinin ekranda işi neymiş? Dilber iyi gösterilerek genç kızlar pavyonda çalışmaya özendiriliyormuş! Hem de Kanal D ekranında! Demirören’lerin Kanal D ekranında, yani… Siz anladınız onu! Üstelik de kadına karşı şiddet özendiriliyor, karısını öldürmüş bir adam yüceltiliyormuş!

Bir başka patırtı ise Yılmaz Erdoğan’ın kimliği üzerinden koptu. Yılmaz Erdoğan ne biçim Kürtmüş? Biri diyor, o Kürt değil Ermeni! Ne biçim Kürt, yani niye böyle işlerle uğraşıyor da etnisite konulu iş yapmıyor? Kanal D’de mi? Ayrıca Yılmaz Erdoğan, çok uzun zamandır, etliye sütlüye karışmadan yaşıyor. Mehmet Ağar’la arkadaşmış, AKP’liymiş diye linç kampanyası başlattılar mı?

İNCİ TANELERİ

Sanat evrenseldir

Ayıptır! Gerçekten ayıptır, şundan ötürü. Ben sanatçıya sanatçı derim, yaptığı işi beğeniyorsam. Kürtmüş, değilmiş, Ermeniymiş, değilmiş, Türkmüş değilmiş, sanat, edebiyat, kültür evrenseldir. Elbette siyasidir ama siyasetten bahsetmeden de evrensel ve güzel eserler yapılabilir, yapılır, yapılıyor! Yılmaz Erdoğan’ın kalemi güçlüdür, oyunculuğu müthiştir, yönetmenliği de iyidir. Kusura bakmayın! Oynadığı her rolü beğendik mi, beğendik. Yönettiği oyunları da. İnci Taneleri’ni yazmış, yönetiyor ve başrolde oynuyor. Daha dizinin ilk bölümünde kim nedir, ne yapıyor anlamadan sanatçıyı ve işini linç etmek de ne demek? Durun bakalım, izleyelim, görelim. Üstelik de ilk bölüm, çarpıcı, heyecanlandırıcı, düşündürücü. Yılmaz Erdoğan da çok iyi oynuyor. Oyuncular çok iyi yönetilmiş. Kurgu muhteşem. Dört kişinin karanlık bir köşede başrol oyuncusunu dövdüğü sahnede, kadının sahnede dans edip durması o kadar vurucu ki! Adam hapse girmiş çıkmış bir öğretmen. Neden niçinini sonra anlayacak, öğreneceğiz. Pavyon işine gelince, bir Yeşilçam klasiğidir ve sinemanın sultanı diye bağrımıza bastığımız Türkan Şoray’dan Fatma Girik’e, pavyonda şarkı söyleyip dans etmemiş Yeşilçam oyuncusu var mı? Hepsi de namuslu iyi insanlar değil miydi?

Pavyonun adı şimdi Müzikhol olmuş, ama var! Covit salgınına kadar genelev çalışıyordu Galata’da! Punduna getirip kapadılar, sonra da yıktılar, Covit’in tek hayırlı yanı o oldu! Gerçeklere gözümüzü kapamak, çoluk çocuk seyrediyor demek yanlış, seyrettirmeyin. Sanatçıyı da o kadar kolay linç etmeyin.

CEM KARACA’NIN GÖZYAŞLARI

Cem Karaca’ya engel

Bir başka yanlış kavga da sinema dünyasında kopuyor. Ünlü şarkıcıların biyografilerinin çok iyi gişe yaptığı görülünce devamı geldi. Ne yazık ki bu da ailesinden geride kalanları servet kavgası yapmaya itiyor; Neşet Ertaş’ın hayatı filminde böyle oldu. Aile kıyameti kopardı ve film başarılı olduğu halde mahkeme tarafından engellendi, gösterime giremedi, yapımcısı çok büyük zarar etti. Sanatçılar emeklerini sinemada göremedi, ne büyük hayal kırıklığı!

Şimdi aynı kavgayı Cem Karaca’nın Gözyaşları filmi için yapıyorlar. Cem Karaca’nın tek oğlu ve ikinci kez evlendiği 4. Eşi para kavgasına girdi. 4. eş filmden hak iddia ediyor. Oğlu Emrah ise babasının ölümünden sonra yasal çerçeve içinde babasından kalan mirasın eşi ve kendisi arasında paylaşıldığını, gayrımenkullerin satıldığını, eşinin sanatçının eserlerinden doğan miras hakkını ise şirkete para karşılığı devrettiğini anlatıyor. Vizyona giren filme de Emrah süpervizörlük yapmıştı. Film heyecanla beklenir ve önceden seyretmiş eleştirmenler tarafından başarılı bulunurken vizyona girdiği gün, kaldırılma kararı alınması haksızlık değil mi? Emeğe ve prodüksiyon için para harcamış şirketlere yazık değil mi? Bu ne para hırsı? Mahkeme sürerken film gösterilince birden durdurma kararı çıktı. Acaba içindeki sahneler yüzünden mi? Cem Karaca’nın Nato’ya karşı çıkışı, politik duruşu, uyduruk davalarla sürgünde hayatını zorluklarla geçirmesi, vatandaşlıktan çıkarılması, sonra geri dönebilmesi gibi saçma sapan baskıların gösterilmesinin iktidarın tam da seçim arefesinde hoşuna gitmemesi neden olabilir mi? İlkin hanımın para istemesinden daha geçerli bir neden olduğuna eminim! Bu sansür değildir de nedir?

Üstelik kara mizah gibi, filmi eleştiren bir kısım büyük solcular da, “etliye sütlüye dokunmamış, Cem Karaca’nın siyasi yanı yeterince yansıtılmamış, şarkılarıyla geçiştirilmiş, sıkıyönetim döneminin baskısı hissedilmiyor” diye karşı çıkmışlardı da benzer bir dönemi yaşıyoruz, ne yapsalardı, filmi yasaklatsalar mıydı? demiş idim, buyrun buradan yakın!

Sanatı, sanatçıyı elbette eleştirin ama rahat bırakın! Yasal bir gerekçe yoksa isteyen izler, istemeyen izlemez. Bırakın kararı seyirci versin. Yoksa bunun sonu yok, Kuzey Kore gibi sadece KİM’in sevdiği şeyleri izlemek zorunda kalacağız! Biz televizyonu izliyoruz zannederken televizyon ekranından bizi izleyecekler ve Hişşt, sen ne yapıyorsun bakalım orada, yoksa kitap mı okuyorsun filan diye bağıracaklar! Sonra kitapları ezberleyip ormanda yürürken… Yazdığı her şey gerçek oluyor yahu!

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz