Siyah Gözler
BİZİM SAADET TRENİMİZ ÇOKTAN KAÇTI
Yeşilçam melodramlarının hayatta karşılıklarının olup olmadığı, film oyunculuklarının karton karakter boyutunda bulunup bulunmadığı herhalde bizim sinema öğretimizin en kadim tartışmalarından birisi. Abartıya kaçmadan yapılacak bir kısım eleştiriler haklı olabilir kuşkusuz, ancak yine de üstüne titrenmesi gereken o kadar iyi aktör, aktrist, rejisör ve set emekçileri var ki, o zor koşullara karşın sinema aşkı ile tüm bu olumsuzlukların nasıl bertaraf edildiği, ne türden bir fedakarlık içinde bulundukları hiç bir şekilde gözden kaçırılmamalı.
Sinemaya bir aşkla bağlı olan Yeşilçam, konusunu da çoğunlukla “aşk” teması olarak belirlemiş. Yılmaz Güney‘in Yeşilçam konseptinin dışına çıkarak yeni bir sinema dili ve konularıyla bambaşka bir yörüngeye ulaşmasına karşın, Yeşilçam, hatta kimi yönleri ile Yılmaz Güney filmleri de buna dahil olmak üzere, aşk’a özel bir anlam vermiş. Aşk yalnızca zengin kız fakir erkek ya da tam tersi, bir sınıfsal bakıştan çoğu zaman yalıtışılmış sosyolojik vakalar olarak görülmemiş üstelik, aşkın insanı nelere sürüklediği, ne gibi sonuçlar doğurduğu da o derece, belki de abartıyla birlikte ele alınmış. Ama bu yine de bizlerde, yani izleyicilerde bir doğruluk sınamasına yahut kuşkusuna yol açmamış. Gerçekliğimizde de öyle değil mi?
Aşığın gittikçe tuhaflaşan halleri, çeşitli bahanelerle karşısındakine ulaşma arzusunu farklı biçimlere sokmuyor değil. Bu kavuşma ya da sevgiyi isimlendirme ve cisimleştirme arzusu sinema filmi, tiyatro ya da yemek daveti şeklinde olabileceği gibi, çeşitli bahane üretmelerle görüşme yöntemleri üretmeye kadar evrilme skalasına yönelebiliyor. Bu durum naif bir çocuksuluğu beraberinde getiriyor. Ancak, bu temenni edilen mutlu sonla da sonuçlanabilmekte ya da tersinden karşı tarafın yani aşık olunanın hayırsız hayırıyla da ciddi bir tahribata sebebiyet de verebilmekte. Bu durum, yani kötü sonlu acılı aşk hali, edebiyatın, filmlerin ve tüm sanat temsillerinin vazgeçilmez teması olarak sürmekte.
Aşk bitmeyeceğine göre, aşk’ın fonu da asla sona ermeyecek. Sıklıkla sevgili Ataol Behramoğlu‘nun şiirlerinde vurguladığı gibi, yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz olacak, yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi, sevgiyi de, aşkı da. Ve yine bir başka şiirinde, tıpkı Attila İlhan‘ın ayrılığın da sevdaya dahil olduğunu belirtmesi gibi, ayrılanlar yan yana gidip de bir süre ayrı yönlerde uzaklaşan iki tren gibidirler.
–Fikret, bizim saadet trenimiz çoktan kaçtı.
Türkan’dır bunu söyleyen. Gerçekten isimleri de Türkan (Türkan Şoray) ve Fikret (Fikret Hakan)’tir kahramamanlarımızın. 1965 tarihli, siyah-beyaz olarak gösterime giren, Nejat Saydam‘ın yönettiği film, yağmurlu bir İstanbul sabahında Türkan’ın yolda yürümesi ve fonda ise Sevim Şengül‘ün Yeşilçam’a o çok yakışan melodileri ile başlangıç jeneriği ile başlamakta. Bu pelikül hali, çoğu Yeşilçam filminin verdiği o derin huzur halini daha başlangıçta size vermekte. Fikret hızla arabasını sürmekte iken kirli yağmur suları Türkan’ın elbisesini kirletir. Arabasını yanlış yere park eden Fikret’i polisler ikâz etmekte iken, Türkan otobüs ile uzaklaşır. Başka bir sahne de ise tanışma işi tamamlanır. Fikret kızkardeşi olan Esin (Nilüfer Koçyiğit) ile elbise mağazasına gittiğinde reyon görevlisi olan Türkan’ı görür ve onunla tanışmanın yollarını arar.
Sonrasında bir kaç kez daha gitmeler ve dışarıya çıkma teklifinin biraz da ısrarlı ve sevimli tuzak hareketler sonucu kabulü ile aşkımız başlar. Ne var ki, kadim soruna şimdi vakıf oluruz: Fikret gayet zengin bir ailenin çocuğudur ve Londra’da mühendislik tahsili yapmaktadır, artık son senesi kalmıştır. Üstüne büyük bir sorun da giderilmiştir, Fikret’in o ceberrut babası, holding sahibi Kemal Sarıoğlu (Cahit Irgat) bu evliliğe, aile fertlerinin gayreti ile razı da olmuştur. Ancak tam eğitim sona erdi ve vuslat gerçekleşti derken Londra uçağının Atina yakınlarında düştüğü haberi gelir. Fikret’in aile fertleri gibi Türkan da Fikret’in öldüğünü sanır, oysa Fikret ölmemiştir. Türkan yoğun depresif bir bunaltının içinde iken patronu olan Şeref’in (Reha Yurdakul) tuzağına düşer. Artık vasat toplum nezdinde “kirlenmiştir.” Türkan da kendisinden tiksinir. Sonrasında yeni buluşma anları sürekli bir engelle karşılaşır, bu kimileyin patrondan kaynaklanır, kimileyin de Fikret’in ailesinden. Ve son. Maalesef acılı o son..
Kıyafet, kefen ve sonuç birlikteliği sanırım filmin en görkemli anları. Film, ilginç bir şekilde ileride daha sıklıkla kullanılacak “vertigo efekti” de denilen “dolly zoom” kamera tekniğini bazı sahnelerde baskın şekilde de kullanmış. Filmdeki kimi teknik aksaklıklar, senaryonun kimi yerlerde tıkanması gibi olumsuz anları bile silen henüz yirmi yaşındaki o şiirsel güzellikteki Türkan Şoray‘ın sade oyunculuğu, Cahit Irgat‘ın despotik ama kimi zaman da koruyucu babayı, Nedret Güvenç‘in de her anne de olduğu gibi sevecen anneyi canlandırması ve Reha Yurdakul‘u o genç hali ama bu kez kötü karakter ile görmeler ile en önemlilerinden birisi de Sevim Şengül‘ün o müthiş ezgileri filmin tüm olumsuzluğunu sizden alıp götürüyor.
Size, aşkın o en yüce, kendisini bile öteki için değersizleştiren en önemli duygusu kalıyor yıllar öncesinden süzülerek. Şilili büyük şair Pablo Neruda, aşk ne kadar kısa ve unutmak ne kadar uzun dese de, aşk var olmaya devam ediyor, ayrılanlar da artık sevgili sayılıyor. Buna ölüm de dahil üstelik…
Yönetmen : Nejat Saydam
Senaryo: İrfan Ünal – Nejat Saydam
Müzik : Tuncer Aydınoğlu – Metin Bükey
Oynayanlar : Türkan Şoray, Fikret Hakan, Nedret Güvenç, Reha Yurdakul, Nilüfer Koçyiğit,Cahit Irgat, Talia Saltı, Nermin Özses
Türkiye / Romantik-Dram / 83 Dk. Yıl : 1965
SİYAH GÖZLER 1965 ( TÜRKAN ŞORAY FİKRET HAKAN ) (ŞEBNEM-SEVİM ŞEN
SİYAH GÖZLER 1965 ( TÜRKAN ŞORAY FİKRET HAKAN ) (ŞEBNEM-SEVİM ŞENGÜL )ŞEBNEMGözün aydın baygınSaçların tel telÇehrende bir melalGözlerinde nemAğlayışın güzelGülüşün güzelYanağın goncadırGöz yaşın şebnemSon günüm gelmedenGörünesiyeGirsem bir bahçeyeGül deresiyeBizden güzel midirGözleri diyeYolumu keser miNergizler bilmemGörünür hayalinMor ufuklardaSeverim kokunu esen rüzgardaBir kuru yapraklaBeni anar da SEVİM ŞENGÜL
Posted by AZİZ İSTANBUL VE UNUTULMAZ TÜRK FİLMLERİ on Sunday, 25 December 2011