42. İstanbul Film Festivali
42. İstanbul Film Festivali 84 ülkeden 160 yönetmenin 134 uzun, 29 kısa metrajlı filmlerden oluşan programını, 6 salonda, 7 – 18 Nisan tarihleri arasında sunacak. Berlin Festivalinde öne çıkan tüm filmlerini izleme fırsatını bulacak, festivalin keşif ve sürprizlerini kovalıyacağız.
Sinemaseverlerin merakla beklediği İstanbul Film Festivali’nin programı hakkında sonda söyleyeceklerimi baştan söyleyeyim. Her yıl festival programı açıklandığında merakla beklediğim ve izlemek için sabırsızlandığım 8 – 10 film bulunurken bu yıl bu sayı çok daha düşük. Bu yazımda, beklenti çıtamı aşağılara çekerek izlemeye hazırlandığım 42. İstanbul Film Festivali ile ilgili notlarımı bulacaksınız. Tek tesellim, sürprizlere açık olan festivallerde, sürpriz ve keşif filmlere rastlama olasılığının yüksek olması.
Programın en büyük özelliği, geçen ayın son 2 haftasında gerçekleşen Berlin Film Festivalinin ödül kazanan ve kaliteleriyle öne çıkan, hemen hemen tüm filmlerini beğenimize sunması. Ödül listesine bir göz atıldığında, parıltısız bir belgeselin Altın Ayı Ödülüne layık görüldüğünden hareketle, Berlin’in sönük bir yıl geçirdiğini söylemek mümkün. 42. İstanbul Film Festival’inin bir zenginliği de veteran Amerikalı film yönetmeni William Friedkin’in zengin filmografisindeki 9 eşsiz filmin programda yer alması.
Bu yıl izleyeceğimiz 3 İsrail filminin ikisinin yönetmeni, filmlerini takdim etme ve izleyicilerin sorularını yanıtlamak için, festivalin davetlisi olarak gelecekleri İstanbul’da olacaklar. “Amerika” yönetmeni Ofir Raul Graizer ve “Karaoke” yönetmeni Moshe Rozenthal’dan bahsediyorum. 3. İsrail filminin yaratıcısı Michal Vinik , son Antalya Film Festivaline gelip “Valeria Evleniyor / Valeria Mithatenet”e verilen Jüri Özel Ödülünü bizzat almıştı. Bu film, Ukranyalı genç Valeria’nın internet üzerinden ayarlanan bir evlilik yapacağı kocasıyla tanışmak üzere gittiği İsrail’de yaşadıklarını anlatıyordu. “Amerika” duygular, çiçekler ve kokularla dolu, şiirsel, samimi ve renkli bir melodram. “Karaoke”, 46 yıldır evli bir çiftin oturdukları apartmana taşınan karizmatik bir yeni komşunun gelmesiyle değişen hayatlarına odaklanan bir film.
EN İYİ FİLM ÖDÜLLÜ 2 BELGESEL
42. İstanbul Film Festivali, sinema dünyasının 3 önemli festivalinden Venedik ve Berlin’de en büyük ödüllerini kazanan 2 belgeseli de programına almış. Eylül 2022’de gerçekleşen 79. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü belgesel ustası Laura Poitras’ın ”Hayatın Tüm Acıları Ve Güzellikleri / All The Beauty And The Bloodshed” kazanmıştı. Film 20. yüzyılın en tanınmış, en tartışmalı fotografçılarından Nan Goldin’in epik, duygusal ve iç içe geçen hikayesini anlatıyor. İlgiyle izlediğim bu filmi okurlarıma öneriyorum. Ancak aynı şeyleri 73. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödüllü belgesel için söyleyemiyorum. 72 yaşındaki Fransız belgeselci Nicolas Philibert’in sıkılarak izlediğim “Küçük Evren / Sur L’Adamant”ından hiç keyif almadım. Filme adını veren Adamant, Paris’te Seine Nehri üzerinde yer alan yüzen bir yapıda, ruhsal bozukluklardan muzdarip yetişkinleri ağırlayan bir merkez. Bu zararsız delileri odağına alan filmde, sinematografik bir becerinin izlerine rastlayamadım.
Festival programında 50 yıllık 3.5 saatlik bir film var : “Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles” Brüksel’deki bir ev adresinden adını alan bu film, Sight And Sound’un eleştirmenler anketinde “Tüm zamanların en iyi filmi” seçildi. Chantal Akerman’ın henüz 25’indeyken yaptığı bu film 1975 Cannes Festivali’nin Yönetmenlerin 15 Günü Bölümünde gösterilmiş, minimalist bir başyapıt olarak karşılanmıştı. Film 3 gün boyunca, ergenlik çağındaki oğluyla birlikte yaşayan ve geçinebilmek için evde seks işçiliği yapan dul bir ev kadınını izliyor. 3.5 saatlik süresinde fazla olay geçmediği için sıkılarak izlediğim bu filmi okurlarıma önermiyorum. Son Antalya Film Festivali’nde izlediğim Kaan Müjdeci’nin “İguana Tokyo” adlı fazla iddialı, kendini beğenmiş ama beklentilere cevap vermeyen bu filmden de uzak durulması gerektiğini söylemek mümkün.
Evvelce izleme fırsatını bulduğum festival programındaki filmlere gelince…NETFLİX’te izlenebilecek Hint filmi “R R R” En İyi Özgün Şarkı Oscar Ödülünü kazandıktan sonra büyük ekranda izlenmeyi hak ediyor. Yine Venedik Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü sahibi, gerçek olaylara dayanan Alice Diop’un “Saint Omer” filmi kaçırılmayacak bir mahkeme filmi. 15 aylık kızını bir plajda yükselen gelgite bırakarak öldürmekle suçlanan genç romancı bir annenin yargılanmasını anlatan filmin senaryosu gerçek duruşma tutanaklarına dayanıyor. Mahkeme filmi denince ilk akla gelen “12 Kızgın Adam / 12 Angry Men” (1997) William Friedkin retrospektifinde yer alıyor. Ayrıca yönetmenin 5 Oscar’lı “Kanun Kuvveti / French Connection” (1971) ve 2 Oscar’lı “Şeytan / The Exorcist” (1973) başyapıtlarını genç okurlarımın kaçırmamalarını öneririm.
BERLİN’İN ÖNE ÇIKAN FİLMLERİ
73. Berlin Film Festivali’den sıcağı sıcağına izleme fırsatını bulacağımız ödüllü filmlere gelince. Fransız sinemasının veteran yazar-yönetmeni Phillippe Garrel son filmi “Pulluk / Le Grand Chariot” ile En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülünü kazandı. Babası Maurice Garrel’in bir zamanlar yaptığı kuklacılıktan esinlenerek ortaya çıkardığı “Pulluk”ta, ustanın gerçek hayattaki çocukları Louis, Esther ve Lena rol alıyor. Filme adını veren Pulluk, 4 yıldızdan oluşan bir takım yıldızı. Aynı zamanda bir kukla tiyatrosu. Film, baba öldükten sonra yönlerini bulmaya çalışan kuklacı bir ailenin, ailece kukla gösterileri düzenleyen bir kumpanyanın hikayesine odaklanıyor. Berlin’de Büyük Jüri Ödülü’ne layık görülen “Kızıl Gökyüzü / Roter Himmel – Afire”, zekice kurgulanmış senaryosuyla Christian Petzold’un yalın ve stilize bir filmi. Baltık Denizi kıyısında, bir yanı orman, küçük bir tatil evinde geçen filmin 4 genç tatilci kahramanı var. Hiçbir şeyi düşünmeden tatilin keyfini çıkarmaya çalışırken ormanda çıkan yangın eve kadar ulaşıyor. “Barbara”, “Transit” ve “Undine” gibi kaliteli filmlerini izlediğimiz Christian Petzold’un fetiş oyuncusu Paula Beer bu filmde de yer alıyor.
Berlin’de erkek-kadın oyuncu ayırımı yapmadan verilen En İyi Başrol Ödülü’nü bu yıl 8 yaşındaki çocuk oyuncu Sofia Etero kazandı. Oynadığı film Bask yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren’in “20.000 Arı Türü / 20.000 Especias De Abejas”tı. Bask ülkesinde sıcak bir günde geçen konusuyla film, kendine farklı isimlerle hitap edilmesinden hiç hoşnut olmayan, kendi benliğini ararken gününü ailenin kadınlarıyla geçiren küçük bir kız çocuğunu gözlemliyor. Berlin’de Karşılaşmalar Bölümü’nün En İyisi seçilen Bas Devos’un “Burada / Here” FİPRESCİ Ödülünün de sahibi oldu. 2 insan arasındaki dile gelmeyen bağ, insanın dünyadaki konumu, aidiyeti, geçiciliği üzerine bir film.
Alman “Alman Yeni Dalgası” öncüsü Angela Schanelec’in “Müzik / Music”i Berlin’de kendisine En İyi Senaryo Gümüş Ayı Ödülü’nü getirdi. Film klasik bir efsaneyi müzik ile birleştirerek, Oidipus trajedisini kendine özgü ve çarpıcı bir çağdaş yorumla sunuyor. Doğduğu Yunanistanda dağlık bir alanda terkedilen Jon, babasını ya da annesini tanımadan evlat edinilir. 20 yaşındayken yanlılıkla bir adamın ölümüne neden olur ve hüküm giyer. Hapishanede gardiyan İro ile tanışır. Kendisiyle ilgilenen bu kadın onunla ilgili müzikler kaydeder. Jon görüş yetisini kaybetmeye başlar. Müzik sayesinde, kör olduğunda hayatını her zamankinden daha dolu yaşayacaktır. Portekizli auteur yönetmen Joao Canijo’nun ikili filmleri “Kötü Yaşamak” – “Yaşamak Kötü” aynı otelde geçiyor dünya prömiyerlerini Berlin’de yaptı. Gümüş Ayı Jüri Ödülü’nü kazanan “Kötü Yaşamak” Portekizin kuzey sahillerinde bir otelin işletmecisi olan birkaç kuşaktan kadınları izliyor. Joao Caniji İstanbul Festivalinin Uluslararası Yarışmasında jüri başkanlığı yapacak.
Berlin’de En İyi Görüntü Ödülü’nü kazanan “Disco Boy” da Franz Rodowski’nin canlandırdığı Belaruslu Alexei Fransız pasaportu almak amacıyla Yabancı Lejyonuna yazılır. Film bilinmeyene, insanın ruhunun karanlığına dalarken yönetmen- senarist Giacomo Abbruzzese’nin mizanseniyle saykodelik, gizemli bir hal alır.
Berlin’de ödül listesine giremeyen filmlere gelince… Margarithe Von Trotta’nın “İngeborg Bachmann, ”Çölün Kalbine Yolculuk / Reise İn Die Wüste” adlı biyografik filminde, Avusturyalı şair ve yazarı Vicky Krieps var. Film Bachmann’ın yazdığı metinlere yetinmiyor, baş karakterin İsviçreli yazar Max Frisch ile tutkulu ilişkisini, Berlin ve Zürih’ten Mısır’a yaptığı zorlu yolculuğu beyaz perdeye aktarıyor. Amerikalı yönetmen- senarist İra Sachs’ın “Pasajlar / Passages”ı, Paris’te bir kulüpte temellerini atan olağandışı bir aşk üçgenini ve bu üçgenin kahramanlarını izliyor. Oyuncu kadrosunda Rogowski ve Adele Exarchopoulos var.
42. İstanbul Film Festivalinin programında 84 ülkenin 160 yönetmeninin 134 uzun, 29 kısa metrajlı filmi var. Bu filmler 6 ayrı salonda 7 – 18 Nisan tarihleri arasında gösterilecek. İlkbaharın müjdecisi sayılan bu festivalin sinemaseverlere zengin sürprizler sunması temennisiyle, bu tanıtım yazımı noktalıyorum.