Ayı Paddington Peru’da / Paddington in Peru
Paddington Peru’’da El Dorado peşinde
Bir ormanın içinden bir ayıyı çıkarabilirsiniz, ama bir ayının içinden ormanı çıkaramazsınız!
Londralı Ayı !
Londralı bir Ayı, Peru’ya seyahate giderse neler olur? Masal masal matitas! Günümüz masalları da böyle oluyor. “Londralı Ayı” derken, İstanbul’da Beyoğlu’nda dolaşan iki ayaklı ayılar gibilerinden bahsetmiyoruz. Bildiğin ayı, ama Londralı. Paddington, meşhur bir ayı. Daha önce de maceraları olmuş, filme çekilmiş ve çok beğenilmiş; bahse konu olan bu serinin üçüncüsü. Paddington, anayurdunda ailesiyle yaşarken kayboluyor, yaşlı bir ayı Lucy tarafından bulunup evlat ediniliyor. Ama Lucy Teyze yıllar geçip “Yaşlı Ayılar Bakımevi”ne yerleşince yolu Londra’ya düşüyor ve hayvansever Brown Ailesi tarafından evlat edinilip onlarla birlikte yaşıyor. Üç katlı evde onun da odası ve masada yeri var. Anne baba Brown’lar ve biri odasından çıkmayan kaşif delikanlı, öteki üniversiteye gitmeye hazırlanan ergen kız, iki çocuğun yanı sıra bir de büyükanne var evde.
Çocuklar tarafından çok beğenilen ilk 2 bölümden sonra serinin 3. Sü, Paddington’un bir Britiş kimlik kartı, pasaport almasıyla başlıyor. Bu sadece bir ayı değil, İngiltere’ye iltica etmiş olan herkes için çok mutluluk veren bir an. Paddintgon artık tam bir İngiliz!
Ama daha sonra bir ara söyleyeceği gibi, bir ormanın içinden bir ayıyı çıkarabilirsiniz, ama bir ayının içinden ormanı çıkaramazsınız! Biz bunu çok iyi biliyor ve deniyoruz, her an durum bu sokaklarda, İstanbul’da yaşasalar da içlerindeki orman ayısı kimliğini değiştiremiyorlar?
Niye Peru, niye Amazon Ormanları
Paddington’un İngiltere’ye gelip Londra’ya yerleşmeden önceki ülkesi, içinde yaşadığı Amazon Ormanları, Peru’daki Lucy Teyzesi. Onunla sık sık haberleşiyor ve görmeye gitmek istiyor. Brown ailesinin de tam da bu dönemde birlikte bir tatil yapmak ihtiyacı hasıl olunca, Peru’ya hep beraber gitme kararı veriliyor.
Anlıyorum, biz Türkler için her yanı masal. Beş kişilik bir aile, Londra’dan kalkıp Peru’ya gidecek ve orada Amazon ormanlarında dolaşacak öyle mi? Uçak bileti, oteli, şusu busu, bir servet! Ama bu bir masal, belki İngilizler çok zengin, belki oralarda enflasyon yok, filan.
Uzun lafın kısası, Paddington, yeni pasaportu ve tüm ailesi ile heyecanla Peru’ya doğru yola çıkıyor, hedef “Emekli Ayılar Bakımevi’nde” yaşamakta olan yakınını görmek. Türkiye’deki herhangi bir huzur evinden daha huzurlu bir ortama gidip emekli ayıların tatlı tatlı tombala oynadıklarına tanık olan Paddington ve ailesi, fazla güleryüzlü, hatta sahte güleryüzlü Başrahibe tarafından karşılanmakla birlikte Lucy Teyze’nin kaybolmuş olduğunu ve onu arayıp bulmak için Amazon Ormanları’na gitmeleri gerektiğini öğreniyor.
İşte asıl macera bundan sonra başlıyor: Londralı ailemiz, önce lüks bir tekneyle nehirde Altın Şehir’e doğru yola çıkıyor, sonra baba kızın kullandığı tekne batıyor, Paddington ailesinden ayrılıp önce tek başına, sonra kaptanla birlikte dağlar, ormanlar, nehirler, uçurumlar aşarak Lucy Teyze’sini ararken masal elbette öğretici, yol gösterici pek çok mesajla birlikte tatlı sona bağlanıyor.
Çevreci ve ahlaki mesajlar
Önce rahibeler, sonra manastır filan derken din propagandası mı diye düşündüm, neyse ki Baş Rahibe altın avcısı bir dolandırıcı çıktı! O varsayım çöktü. Amazon Yağmur ormanlarının korunması fikri var elbette, içindeki El Dorado, altın şehir, bir portakal bahçesi çıktı, altın olan portakallardı! Tarım ve ormanlar, bahçeler, altından daha kıymetliydi. Mersin’de işçilik ve nakliye ücretlerinden ötürü toplanmayıp dalında çürümeye bırakılan limon, portakal ve greyfurtlar geldi aklıma; kendi “altınlarımızı” nasıl ziyan ettiğimizi, milletin filmini çektiğini görüp dövündüm yeniden. Altın ve paranın değil, aile birliğinin ve sevgi, dostluğun, yardımlaşmanın ne kadar daha kıymetli olduğunu aktaran mesajlara takıldım. Peru’daki İnka uygarlığının ve altınlarının işgalci emperyalist İspanyollar tarafından nasıl tarımar edildiği ve Peruluların öldürülüp köleleştirildiğine de şöylesine bir gönderme az ama yok değil, sonuç olarak bu bir masal, ciddi bir mesaj filmi değil.
Sinematografik olarak
Görüntüler şahaneydi! Artık bu tür filmler çizgi değil, gerçek sahnelerle, animasyonla bildiğin film. Peru’yu görmedim değil, ama şehirleri ve tarihi bölgeleri. Filmde daha çok doğası var: ormanlar, ırmaklar, gökler, şelaleler, türlü çeşitli canlılar, zehirli örümcekler, sinek yiyen hayvanlar, bambaşka bir dünya, o kadar serüvenin içinden canlı çıkmak da ancak masallarda ya da dünyada olur.
Film bittikten sonra içinde Türklerin de olduğu, dakikalarca uzayan bir ekip adı geçti, bir sinema filmi hiç de kolay kolay yapılmıyor, bir anime ayıcık da kullansanız, burada olduğu gibi Antonio Banderas’dan( Kaptan Cabot) tutun da Hugh Bonneville’e, (Brown ailesinin babası Harry) Olivia Colman’a, (Baş rahibe) Dougal Wilson’un yönetiminde kimler yok ki. Yanınızda küçük çocuk yoksa filmin orijinalinde Ben Wishaw’dan şahane bir Londra İngilizcesi dinlemek mümkün ama biz basın gösteriminde Türkçe dublajlı halini ve Yekta Kopan’ı dinledik, iyiydi ama orijinal versiyonunu tercih ederdim. Cuma günü vizyona giriyor ve izlemenizi öneriyorum, çocuğunuzla ne kadar keyifli olur.
Yönetmen : Dougal Wilson
Senaryo : Mark Burton, Jon Foster
Görüntü Yönetmeni : Erik Wilson
Kurgu : Úna Ní Dhonghaíle
Müzik : Dario Marianelli
Oyuncular : Hugh Bonneville, Emily Mortimer, Julie Walters, Antonio Banderas, Olivia Colman, Carla Tous, Madeleine Harris, Samuel Joslin
İngiltere-Fransa-Kanada-ABD / Macera-Komedi-Aile / 104 Dk.