Gelecek Yıl Aynı Yerde / This Time Next Year
Gözleri dolduran bir film
“Gelecek Yıl Aynı Yerde”, birçok noktasında yüz gülümseten yer yer de dram filmlerini aratmayacak şekilde gözleri dolduran bir film. Ben hikayesini, oluşunu sevdim. Klasik Amerikan filmlerini andıran başı ve aşırı romantize edilmiş son kısmı buna dahil değil. Yaşamdaki romantik ilişkilerin bir projeksiyonu olan ve sade/gerçekçi sahneleri ile seyircisini içine çeken bir film olması ise makbul.
Film
Romantik-komedi filmleriyle tanınan ünlü yönetmen Nick Moore’un yönetmenliğini ve son yıllarda yıldızı parlamaya devam eden oyuncular Sophie Cookson ile Lucien Laviscount’un başrollerini paylaştığı “Gelecek Yıl Aynı Yerde” filmi geçen senenin son zamanlarında vizyona girmesine rağmen, izleme fırsatını anca bulanlardanım. Naif ve iç ısıtan bir film izleme beklentisi ile filmi açmış olsam ve ilk 20 dakika içerisinde beklentim az düzeyde karşılansa da, film ortalarına doğru bir romantik komedi filmi olmanın ötesine geçtiğinin ve dramatik tonlarla kendisini zenginleştirdiğinin mesajını verdi.
Film, aynı gün aynı hastanede bir dakika arayla doğan Minnie ve Quinn’in hikâyesine odaklanıyor. Yaşama birlikte başlamalarına rağmen çok farklı hayatlar sürerken doğum günlerinin de olduğu bir yılbaşı akşamında yolları kesişen bu ikili aşklarına bir şans verip vermeme şüphesi içine düşüyor. Sanırım, filmin en sevdiğim yanı da bu oldu. Filmi, bir ilişki filmi olarak tanımlamaktansa, ilişkiye başlama veya başlamama ikilemi arasında kalma filmi olarak tanımlamak daha yerinde bir kullanım olacaktır.
Hikaye
Minnie Cooper (kendi deyişiyle tıpkı bir araba markasında olduğu gibi), butik bir turta dükkanı işleten, işletmesinde kar amacı gütmeyerek ağırlığı gönüllülük işlerine veren, iş hırsıyla donanmamış bir aşçı, bir işletmeci ve bir sekreterle birlikte çalışan, maddi olarak zor bir süreçten geçen, işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan, gayri resmi bir görünümle sade bir yaşam süren ve ihtiyaç duyduğu zamanlarda duygusal olarak ulaşamadığı Greg adında bir erkek arkadaş sahibi olan güzel ve sevimli bir kadın.
Minnie’den bir dakika önce doğan Quinn Hamilton ise, büyük bir firmada danışmanlık işiyle meşgul olan, takım elbisesi ve lüks aracıyla görünümünü tamamlayan, maddi anlamda bir sorun yaşamayan, annesiyle aynı evi paylaşan, kısa süreli ve bağlılık gerektirmeyen romantik ilişkiler deneyimleyen ve hayatı daha rasyonelize ederek yaşamayı tercih eden bir erkek. Annelerinin içinde bulunduğu aynı hastane odasında yaşama gözlerini açan fakat ilerleyen dönemlerde farlı yaşam stillerini sürdürdükleri için ortak bir paydaları yok gibi görünen bu kadın ve erkek, Minnie’nin çocukluğundan bu yana her yılbaşı akşamında başına bir talihsizlik geldiği inancını taşıdığı ve o dönemki erkek arkadaşı Greg’in davetiyle gittiği bir partide tanışıyorlar. Minnie’nin bütün gece kilitli kaldığı tuvaletin kapısı Quinn tarafından açılıyor ve anneleri vesilesiyle birbirlerini çok öncesinde tanıyan çift yeniden tanışma fırsatı yakalıyor.
Miras Kalan Duygular
Minnie ve Quinn’in doğumları öncesinde, anneleri Connie ve Tara’yı bir hastane odasında doğum ağrıları çekerken görüyoruz. Her iki kadının da yalnız olduğunu gözlemlediğimiz bu sahnelerde, doğum sırasında daha sakin olduğu anlaşılan Connie, endişeli ve çekingen Tara’ya destek oluyor ve onu rahatlatıyor. Çocukların isimlerinin ne olacağına ilişkin aralarında geçen sohbette, Connie kızına Quinn adını koyacağını, bunun aileden gelen bir isim olduğunu ve Quinn ismini alan çocukların şanssız bir yaşam geçirme ihtimalinin bulunmadığını söylüyor. Günün sonunda, Connie’nin yardımıyla ondan bir dakika önce doğum yapan Tara oğluna Quinn adını veriyor ve yılın en erken doğan bebeği olarak yüklü miktarda bir ödülün sahibi oluyor. Ödülden mahrum kalan Connie ise, daha şimdiden şanssızlığı başlayan kızına Minnie adını koymak durumunda kalıyor ve kızının adını çalan kadın Tara’ya karşı bitmek bilmeyecek öfkesi başlıyor.
Film boyunca sunulan birçok kesitte, Minnie’nin annesinden miras aldığı ve ona öğretildiği şekilde, hayatta şanssız olduğuna inandığını fark ediyoruz. Annesinin narsistik yapılanmasının bir parçası olarak Minnie’ye devredilen bu olumsuz inanı biçimi, onun içine işliyor ve yaşamı boyunca sırtında taşıdığı bir yüke dönüşüyor. İş hayatında dikiş tutturamaması, doyum aldığı bir romantik ilişki içerisinde olmaması ve her yılbaşı akşamı başına gelen talihsizlikler de bu inancını doğrulayan kehanetler olarak filmin içerisine yerleşiyor. Tam da bu sebeple, hayattan alacaklı olduğu/hayatın ona borçlu bulunduğu fikriyle Minnie, Quinn’le tanıştığı zaman diliminde onu tanımaya çalışmaktan ziyade birtakım varsayım ve etiketlemelerle yaklaşmayı tercih ediyor. Hikâyesini bilmediğimiz her yaşam gibi Quinn Hamilton’ın yaşamı Minnie’ye yalnızca süslü tarafıyla gözüküyor ve gerçek Quinn’i tanımak ve onun hikâyesine şahitlik etmek Minnie’yi oldukça şaşırtıyor. Quinn’in şanslı bir insan olduğuna dair içinde büyüttüğü hissin yok olmasıyla, kendisinin şanssız bir insan olduğuna dair his de zaman içinde erimeye başlıyor.
Connie’nin sırf adını Quinn koyamadığı için şanssız bir çocuk doğurduğu düşüncesine bu denli sıkı sıkıya sarılmasının altında farklı bir motivasyon yattığını düşünüyorum. Birbiriyle bağlantısı olmayan fakat zihnimizde bir araya getirdiğimiz bu batıl konular, aradaki bazı noktaların kaybolmasıyla ilintili. Connie’nin “şansslıkların son damlasıydı” şeklinde kavramsallaştırdığı Tara’ya yönelik bu öfke, Tara tarafında “ismi çalmak için değil, bana yardım ettiği için koydum” şeklinde karşılık buluyor. Benim fark ettiğimse, filmdeki iki kadının o an yalnız olduklarının ve birbirlerine ihtiyaç duyduklarının fazlaca yansıtılması. Connie’nin yalnız olduğu bu doğum sonrasında, Tara’ya dair öfkesini yıllarca koruması ve hatta kızına da miras bırakması; aslında o an eşinin yanında olmayışına dair bilinç düzeyinde algılayamadığı öfkesinin gerçek muhattabını kendisinden dahi saklaması anlamına tekabül ediyor olabilir. Connie’nin Tara’ya olan öfkesinin devamlılığı, o öfkeyi eşine dair hissettiğinin içgörüsüne erişmekten kendisini alıkoyma niyetini de beraberinde taşıyor.
“Çocuk Ebeveyn” Olmak
Quinn Hamilton, babasının annesinden ayrılmasıyla yalnızlaşan, babasının gitmişliğinin getirdiği annesinin ebeveynlik görevini sürdürememesine maruz kalan ve kaygı bozukluğu yaşayan annesine ebeveyn olmak durumunda bırakılan bir çocuk olarak göze çarpıyor. Kaygı bozukluğu dolayısıyla annesi zamanının tamamını evde geçiriyor ve hayatın türlü güzelliklerinden mahrum kalıyor. Quinn ise, annesine ebeveynlik yapma pozisyonunda yaşamını idame ettirerek hem kendisi hem de annesi adına telafili bir yaşam sürdürüyor. Annesinin yerine hayata karışıyor, Londra’yı geziyor, güzel anılar biriktiriyor ve tüm bunları annesiyle sözel olarak paylaşıyor. Ebeveynlik yapma/babanın yerine eş olma pozisyonunda
kendini bulan her çocuk gibi farkında olmadan bu sırtlanışın sorumluluğu altında eziliyor ve annesinden ayrışma teşebbüsünde bulunduğu her an suçluluk duygusu içerisinde sıkışıp kalıyor. Dolayısıyla, “yeterince iyi annelik” yapamayan annesinin varlığı, hayatında ilişki gibi farklı bir sorumluluk alanı açılmasına fırsat tanımıyor ve Quinn kendine ait bazı ihtiyaçlarına da gözünü ve kulağını kapatıyor. Babasının mevcut olduğu zamanlarda babasıyla beraber oynadığı satranç tahtası, yeni bir hamle karşılığı bulamadığı için masada unutuluyor ve bu satranç tahtasında zamanı durdurmak suretiyle Quinn’in birçok ihtiyacı da karşılanmamak üzere terk ediliyor.
“Başarısızlığı Adlandırmak”
Filmde, Minnie’nin şirinler köyü kıvamındaki turta dükkanındaki sahneler oldukça yer kaplıyor. Dükkanın şef, fırıncı, işletmeci ve sekreterya çalışanları her ne kadar ayrı karakterler gibi görünse de, zaman içerisinde her birinin bir bütüne hizmet ettiğini görmek olası. Karakterlerin belirgin ve göze çarpan özellikleri dükkana değil Minnie’ye ait ve onun bir tezahürü gibi. Başlarda ayrıksı bir ilişki kuran dükkan çalışanları filmin sonlarına doğru aralarındaki anlaşmazlıkları gidererek bir sükunet sağlıyorlar. Bu sükunet Minnie’nin yalnızca çalışanlarla kurduğu ilişkiye değil, kendi parçalarıyla sağladığı ilişkinin sağlıklı bir yola girmesine de denk düşüyor.
Evveliyatında da bahsedildiği haliyle, Minnie’nin turta dükkanında işler yolunda gitmiyor ve ekip olarak dükkanın iflas etmesi riskiyle karşı karşıya kalıyorlar. Maliyeti azaltmak ve kazancı arttırmak için ucuz malzeme kullanımı ve ürün fiyatlarının yükseltmek gibi opsiyonlar ya da Quinn’in yaptığı yardım teklifleri Minnie tarafından kabul görmediğinden, dükkanı kapatmak zorunda kalıyorlar. Dışardan bakıldığında, girişim başarısızlığı olarak adlandırılabilecek bu durumun, Minnie’nin deyimiyle “birçok turta yapmak ve birçok insanı mutlu etmek” şeklinde yeniden çerçevelendirilmesi, filmin dikkat çeken ve yoğun duygu barındıran sahnelerinden.
Onarılmaz Bir Şey
Jorge Luis Borges’in çok sevdiğim bir sözünü alıntılamak istiyorum: “Onarılmaz bir şey yaptım, bir bağ kurdum. Bu günübirlik dünyada”. Bu bağı kurmak kimileri için ne kadar yıkıcı ve taşıması ne kadar ağır. Quinn için de durum farklı değil. Minnie’nin küçük ama sevimli dünyasında kendine ait bir oda bulabilmek için çabalayan Quinn, bu odayı bulduktan sonra odada kalma konusunda tereddütler yaşıyor. “Eğer çizgiyi geçersem ilişkinin tamamını mahvederim” düsturu ile Minnie’den uzak kalmaya çalışıyor. İnsanları hüsrana ve hayal kırıklığına uğratmaktan korktuğu için hiçbir şey yaşamamayı yeğliyor. Çünkü şu ana değin kurduğu bağlar Quinn açısından iyi sonuçlanmamış. Minnie ise Quinn’i tanıdıkça seviyor, sevdikçe kırılganlaşıyor. El yordamıyla onu bulmaya yelteniyor fakat ona nasıl ulaşacağını bilmeden. Durgun bir göle benziyor ilişki onun için ve birçok kadının yaptığı gibi gizlice daha fazlasını umuyor. Quinn’in yeni bir sorumluluk alanı olarak gördüğü ve kendisine ihtiyaç duyulmasından korktuğu için kaçındığı bu alanın aslında ihtiyaç duyduğu alan olduğunu kavraması zaman alıyor.
Filme Dair
“Gelecek Yıl Aynı Yerde”, birçok noktasında yüz gülümseten yer yer de dram filmlerini aratmayacak şekilde gözleri dolduran bir film. Ben hikayesini, oluşunu sevdim. Klasik Amerikan filmlerini andıran başı ve aşırı romantize edilmiş son kısmı buna dahil değil. Yaşamdaki romantik ilişkilerin bir projeksiyonu olan ve sade/gerçekçi sahneleri ile seyircisini içine çeken bir film olması ise makbul. Şimdiden herkese iyi seyirler..
Yönetmen : Nick Moore
Senaryo : Sophie Cousens
Görüntü Yönetmeni : Luca Ciuti
Kurgu : Melanie Viner-Cuneo
Müzik : Michael Price
Oyuncular : Sophie Cookson, Lucien Laviscount, John Hannah, Monica Dolan, Golda Rosheuvel, Keala Settle, Will Hislop, Mandip Gill, Anita Dopson, Harry Michell
İngiltere-Almanya / Komedi-Romantik / 115 Dk.