Tren Düşleri / Train Dreams
20. YÜZYILIN BAŞLARINDA YOLA ÇIKAN SANAYİ TRENİNİN BİREY DURAĞI!
Sessiz, sakin, içine dönük bir karakter üzerinden yüzyılın çığlığını duyabilirsiniz. Amerika’ya çalışmaya gelen Çinli ve diğer göçmen işçi hikayelerinin ekseninde ilerleyen filmde doğa insan ilişkilerini dramatik açıdan ele alırken doğanın da en az insan kadar acımasız olduğunu bir kez daha görüyorsunuz. Ve hikaye trajediden kaçınarak hayatın akışı içinde sıradan bir insan olan Robert’in hayatının altüst olmasına rağmen ayağa kalkıp yola devam etmesinin yaşamın doğal bir sonucu olduğunu hissettirirken içinize varoluşsal bir sıkıntı düşüyor. Tren Düşleri, sessiz, lirik ve karakter odaklı dram, modern-epik anlatımıyla poetik bir güzergaha (demir yoluna) yönlendiriyor sizi…
“Tren düşleri”ni bekliyordum. sosyal medyada bugün(21 Kasım ) yayınlanınca işlerimi bir kenara bırakıp vakit geçirmeden filmi izledim. Böyle filmleri seviyorum; bağırmadan, çağırmadan, ajitasyon yapmadan hayat gailesi için sessizce mücadele eden insanları anlatan filmleri! “Minari” de böyle bir filmdi. Minari’ye yazdığım eleştirideki cümleyi burada tekrar etmek tam da yeridir diye düşünüyorum. “dünyaya geldiğimiz andan itibaren başlayan hayat gailesi bir ömür sürüyor; gerek toplumsal, gerek ailesel, gerek bireysel…” Bu tarz filmler hikayelerini sakin ve yavaş anlatsalar da izleyicide yoğun duygular yaratıyorlar. Dramı sıradanlaştırmak içsel bir derin acı hissetmemize engel olmuyor. Fakat bu bildiğimiz yüzeysel acı değil, çok daha derin varoluşsal acı…
“Train Dreams” Denis Jonson’un aynı adlı romanından uyarlandı. Yönetmen Clint Bentley, senarist ise Greg Kwedar. Robert’i Joel Edgerton. eşi Gladys’i Felicity Jones ve bilge işçi Arn Peeples’i William H.Macy oynuyor. Bağımsız Amerikan filmi olan “Tren Düşleri” sessiz, lirik ve karakter odaklı bir dram.
İLK SAHNE ÇARPIYOR
Film romandan uyarlama olduğu için anlatıcının kitaptan alınan sözleriyle başlıyor. Bu satırları bir tren yolu tünelinden geçerken okuyor. tünelden çıktıktan sonra gövdesi kalın bir ağacın üzerine asılmış bir çift erkek botu çağrışımlarla ve metaforla bir anda sizi çekiyor. Anlatıcı “Her ne kadar eski dünya olmasa da hala yankısı hissediliyor” derken yüzyıllık ağaç çatırdayarak yere düşüyor. Bu artık derebeyliğin yıkılıp kentsoyluların 20. yüzyıla damgasını vurmasını anlatıyor. Ağacı yıkanlar da kent soyluların işçileri. Değişimin yüzü ormanda ağaçları yıkmakla görünmeye başlamıştır. O işçilerin içinde Robert de vardır. Robert kendi halinde bir adamdır, hayattan pek beklentisi de yoktur. Taa ki Gladys’e rastlayana kadar. Tanışma da Gladys’in girişkenliği sayesinde olur zaten. Bir süre sonra evlenirler…
Evini geçindirmek için uzaklarda demiryolu yapımında ve ormanlarda çalışmaya başlar. Güzel bir düzen kurup evinden uzak kalsa da mutlu hayat sürerken ve kendi yağıyla kavrulurken başına felaket gelir…
Öte yandan ormanda çalışırken Çinli göçmen iş arkadaşının bir hükümet yetkili tarafından gözlerinin önünde öldürülmesi onda derin bir acı yaratır, kendini suçlu hisseder. Sonraki hayatında Çinli işçinin yüzü gözlerinin önünden gitmez…
Ya ağaçlara verdikleri acılar, onları bedenen ve ruhen yorar. Filmi en iyi anlatan sahne repliklerinden birkaç sözü yazmadan geçemeyeceğim. Felsefi derinliği olan bilge işçi Arn’ın ağzından dinleyelim: “Bu iş zordur, hem bedene hem ruha ağır geliyor. Beş yüz yıldır ayakta kalan ağaçları kesiyoruz. İster inan ister inanma bu ruhu yaralar…Bu dünya ince nce işlenmiş bir bütün çocuklar. Attığımız bir adımın neyi bozduğunu neleri etkilediğini bilmiyoruz. Biz de bu dünyada çocuğuz. Dönme dolabın civatalarını söktük diye kendimizi Tanrı zannediyoruz…”
Doğa zaten filmin bir karakteri gibi öne çıkıyor. Geniş orman manzaraları, gün batımı kompozisyonları ile görsellik doruğa çıkıyor. Ve bu güzelim doğaya kentsoylu kar hırsı ile işçi ise ekmek parasını çıkarmak için zarar veriyor…
ÖZETLE
Bir sıradan hayat üzerine kurulan evrensel dil oldukça etkiliyor insanı. Robert’in basit yaşantısı değişen dünyanın zorlayıcılığı ile çakışınca ortaya epik bir hikaye çıkıyor. Joel Edgerton’un performansı az konuştuğu için yüz ifadelerine ve mikro mimiklerine dayanıyor. Oldukça başarılı oyunculuk sergilemiş. Modern anlatım tarzı tercih edilmiş, olaylar kronolojik bir çizgide gitmiyor. Anı kırıntıları ve hafıza geçişleri üzerinden ilerliyor. Duygusal kırılmalar da önemli dönemeçleri oluşturuyor…
Her ne kadar gözümüzün içine sokulmasa da göçmen işçiler, ırkçılık ve sınıfsal eşitsizlik konularına dikkat çekiliyor ve bunu da karakter üzerinden yürütüyor…
Kesinlikle izlenmeli…
Yönetmen : Clint Bentley
Senaryo : Greg Kwedar, Clint Bentley
Görüntü Yönetmeni : Adolpho Veloso
Kurgu : Parker Laramie
Müzik : Bryce Dessner
Oyuncular : Joel Edgerton, Felicity Jones, William H. Macy, Kerry Condon, Nathaniel Arcand, Alfred Hsing, Clifton Collins Jr., Paul Schneider
ABD / Dram / 102 Dk.













