Babil / Babylon

Sinemanın altın yıllarına sevgi ve nefret dolu bir aşk mektubu

1926 Hollywood. Bir endüstri olarak benzersiz bir palama yapmış olan sinemanın altın yılları.  Çılgınlığı, görkemi, grotesk bayağılığıyla sinemanın altın yıllarına keyifle izlenen, hem nostaljik hem gerçekçi bir bakış. Kaçırmayın derim.

OrtaKoltuk Puanı:

 

1926 Hollywood. Bir endüstri olarak benzersiz bir palama yapmış olan sinemanın altın yılları. Damien Chazelle’in yeni filmi “Babylon” ünlülerin doğal müdavimi oldukları, ünsüzlerinse olası bir şans peşinde sessizce araya karıştıkları para babası ünlü bir yapımcının verdiği, her türlü aşırılığın rahatlıkla yaşandığı bir partide başlar. Cinselliğin tüm çeşitlerinin özgürce yaşandığı, içkinin su gibi aktığı, başta tepeleme yığılmış kokain, her uyuşturucunun sınırsız kullanıldığı, kalabalığın arasında bir filin dolanadığı bu çılgın eğlence ve sefahat âlemi, her türlü aşırılığın doğal sayıldığı, kişisel bayağılıkların küstahça, neredeyse gururla sergilendiği 1920’lerin sessiz sinem döneminin görkemli ve kaotik dönemin hınzır derecede komik bir yansımasıdır.

Görüntü yönetmeni Linus Sandgren’in dur durak bilmez kamerasının, Justin Hurwitz’in müziğinin de desteğiyle Baz Luhrmann’ı kıskandıracak bir gösteriye dönüştürdüğü bu ışıltılı ve parıltılı sekans, izleyiciyi filmin bitmeye yüz tutmuş bir dönemin sonunu ve yepyeni bir dönemin başlangıcını simgeleyen ana karakterleriyle tanıştırır :

Sıkıntısını içkiyle boğan, dönemin ünlü oyuncusu John Gilbert’e yakın duran, daima nazik ve tatlı dilli, sekseni aşkın filmin baş rolünde oynamış Douglas Fairbanks bıyıklı, yaşı arttıkça kariyeri inişe geçmeye başlamış efsanevi yakışıklı aktör Jack Conrad (Brad Pitt); Anna May Wong’dan esinlenmiş şık ve karizmatik lezbien şarkıcı Lady Fay Zhu (Li Jun Li); sesli filme geçişte sinemada kariyer fırsatı elde edecek başarılı Afro-Amerikan trompetçi Sidney Palmer (Jovan Adepo); Hedda Hopper ve Louella Parsons’u anımsatan, yıldız yaratmakta olduğu kadar yerin dibine batırarak yok etmekte de usta dedikodu yazarı Elinor St John (Jean Smart); Jack sayesinde setlerde iş bulan Meksikalı genç sinema tutkunu Manuel Manny Torres (Diego Calva); ve nihayet, elde ettiği fırsatı ustalıkla kullanarak en dipten gelip en tepeye çıkan, ama kumar, içki, ve uyuşturucu tutkusu yüzünden özellikle sesli sinemaya geçişte inişe geçen, Evelyn Nesbit veya Clara Bow’dan esinlenmiş Nellie LaRoy (Margot Robbie).

Görüldüğü gibi bu masalsı öykünün tüm karakterleri Hollywood’un altın döneminde gerçekten yaşamış kişileri simgelemektedir. Partide ilişkiye girdiği, belki de tecavüze yeltendiği kız doz aşımı yüzünden ölümcül bir kriz geçirdiğinde Manny’nin becerisi sayesinde olaydan sıyrılan nüfuzlu şişko oyuncu, gerçek yaşamda soruşturma sonucu temize çıkarılarak örtbas edilen tecavüz ve uyuşturucu skandalının “kahramanı” Fatty Arbuckle’dır.

Filmin ilk yarısında o büyülü yılları büyüleyici bir masal olarak, Mannny’nin o benzersiz masum ve tutkulu bakışından Ancak masalcı olarak Grimm kardeşlerden pek geri kalmayan Damien Chazelle, anlatısının arka planında endüstrinin acımasızlığını, vahşi kapitalizmin gücünü satır aralarında, ama oldukça sert bir dille eleştirir. “Babylon”da gerçek yaşamda da var olan tek kişi, çok genç yaşata ölmüş ünlü yönetmen Anthony Minghella’nın oğlu, “The Handmaid’s Tale”den anımsadığımız, başarılı aktör Max Minghella’nın canlandırdığı efsanevi film yapımcısı İrving Thalberg’dir. Kanımca filmde Thalberg, çıkarı için her şeyi ve herkesi harcamaktan çekinmeyen, tüm gücü paraya dayalı stüdyo sisteminin simgesidir.

Herkesi harcamak derken fiili bir gerçekten söz ediyorum. Sadece filmin daha başlarında Manny’nin sete ilk geldiği gün çekilen savaş sahnesinde yaralananlardan, “elindeki mızrağın üzerine düşerek” ölen figüranın, ya da o dönemde çekilmiş tüm güldürülerden daha komik bir sesli çekimde, sıcaktan ölen teknisyenin doğal sarf malzemesi olarak görülmesinden söz ediyorum. Irkçılıktan, ötekileştirmeden, başarı merdivenlerini tırmanırken her adımda masumiyetinin bir parçasını yitiren Manny’nin kendini Madridli bir İspanyol’a devşirmesinden, filminin güneye satılabilmesi için yeteri kadar “negro” durmayan Sidney’e yapılan akıl almaz ten rengi aşağılamasından, dönemini doldurduğunda yine sarf malzemesi olarak görüp telefonlarına çıkmadığı Jack’ı, İrving’in zorda kaldığında hiçbir şey olmamış gibi aramasından söz ediyorum.

O günden bu güne nelerin değiştiğine gelince, John Cameron’un “Titanic” filmindeki iş kazalarında, çoğu Meksikalı ya da Costa Rica’lı çok sayıda kimliksiz figüranın öldüğünü, öln insanların sayısının tam olarak belirlenmediğini, ya da örtbas edildiğini hatırlatmakla yetinelim.

Yaşlanan oyuncuların, kadınların, azınlıkların çiğnenip sindirilip sonra tükürüldüğü bu insafsız dünyadan kaçmak ancak yok olmak ya da ölmekle mümkün ama ne gam! Birgün sen de fiilen öleceksin, sana bir zamanlar tapmış olanlar da, hatta sonrasında senin en dramatik aşk sahnene kahkahayla gülenler de ölecek. Ama senin o tapılan ya da gülünen aşk sahnen film karesinde ebediyen var olmayı sürdürecek.

Filmden çıktığımızda sevgili dostumuz Alin Taşçıyan, başı kumar borcu yüzünden belaya girmiş olan Nellie’ye her zaman arka çıkmış olan, ona gizliden gizliye aşık olan Manny’nin gangsterlerle uğraşmak zorunda kaldığı bölümün anlatıya pek katkısı olmayışı bir yana, zaten 189 dakika süren filmi gereksiz yere uzattığını söyledi.

Bu konuda o zaman da bu yazıyı kaleme alırken ona hak veriyorum. Chazelle sadece o dönemi yansıtmakla yetinmemeyi, Jack’ın bıyığıyla ileriki yıllarda bir Clark Gable’ın geleceğini, söz konusu sahneyle sinemaya “film noir” ve de gangster öykülerinin gireceğini de belirtmek istemiş olabilir ama ben yine de filmi 15-20 dakika kadar kısaltmış olmasını tercih ederdim.

Kendi anlatısına da uyan, tüm zamanların en iyi müzikali “Singing in The Rain”e duygusal bir selam çakarak girdiği finalde Chazelle, bu uzun aşk mektubunu başarıyla bitiriyor.

Oyunculuklara gelirsek. devasa bir ekipten müthiş başarılı bir takım oyunculuğu elde edilmiş. Brad Pitt, her zamanki gibi çok iyi. Sahne sempatisi ve oyunculuğuyla Diego Calva çok etkileyici. Margot Robbie’nin olağanüstü Nellie yorumu kanımca kariyerinin şu ana kadarki en sağlam çaloşması.

Çılgınlığı, görkemi, grotesk bayağılığıyla sinemanın altın yıllarına keyifle izlenen, hem nostaljik hem gerçekçi bir bakış. Kaçırmayın derim.

Yönetmen / Senaryo : Damien Chazelle

Görüntü Yönetmeni : Linus Sandgren

Kurgu : Tom Cross

Müzik : Justin Hurwitz

Oyuncular : Brad Pitt, Margot Robbie, Emma Stone, Meryl Streep, Tobey Maguire, Samara Weaving, Phoebe Tonkin, Diego Calva, Olivia Wilde, Spike Jonze, Li Jun Li, Eric Roberts

ABD / Tarihi-Biyografi-Komedi-Dram / 188 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz