Drakula : Son Yolculuk

Drakula açık denizde boğuluyor

İyi amaçlarla ve iyi çabalarla girişilen “Drakula : Son Yolculuk”, ciddi bir kaotik ortam ve vasat bir yönetmenliğe kurban gitmiş. Bizce bırakalım Kont Drakula tabutunda huzurla uyumaya devam etsin!

OrtaKoltuk Puanı:

 

Korku / gerilim türündeki filmlerin fetiş konularından biri olan ‘vampirler’ (ve onların türevleri) kendilerini, gotik tarzdaki yapımlardan ‘gore’ filmlere, kara mizah dozu taşıyan komedilerden bilim kurgu (!) denemelerine kadar birçok değişik ve birbirleriyle alakasız duran türdeki yapımlarda gösterdiler.

Vampirler, belki korku filmlerinin bir diğer favori konusu ‘lanet ve hayaletler’ kadar ele alınmadı ama ‘hayalet filmleri’ genelde ‘yerinde sayan’ ve modernize olmakta zorlanan bir görümü sergilerken onlar kendi içinde ciddi bir çeşitlilik yarattı!

Hatırlanacağı üzere bu filmlerin temeli 1922 yılında Murnau’nun yönettiği “Nosferatu” ile atıldı. Ardından Herzog dahil birçok büyük yönetmen bu klasiğe kendi yorumlarını getirdiler. Ancak bizce asıl şaşırtıcı olan bu türün 90’lı yıllarda inanılmaz bir ivme yakalaması ve bir tür ‘pop art’ özelliği edinerek Tarantino’dan Carpenter’a kadar birçok ismin el attığı bir cazibe kazanmasıydı. Genç jenerasyonu hedef kitle olarak seçen “Blade” serisini ve “Buffy” gibi dizileri bir kenara koyarsak bizce vampir filmlerinin (göreceli olarak) yakın zamanda akılda kalan örnekleri 90’lı yılların başında “Bram Stokers’s Dracula“(1992) ve “Interview with the Vampire” (1994) filmleriyle geldi.

Bu hafta gösterime girecek olan “Drakula” ise vampir ve onların adeta ‘kontu’ olan Drakula filmlerine meraklı olan sinemaseverleri heyecanlandıracak bir görünüme sahip. Öncelikle filmin dümeninde her zaman çok başarılı sonuçlar çıkarmasa da korku filmleriyle çok ‘haşır neşir’ olan André Overdal bulunuyor. Drakula romanının en iyi ‘chapter’larından birini uyarlamak daha önce (hala!) işlenmemiş veya üstünkörü geçiştirilmiş temaları ön plana çıkarmak için bu yapım ideal bir fırsat gibi duruyor. Aynı şekilde ana olayın mekanı olan gemi, denizdeki ekibin üzerinde salınan tehdidi ve aralarında artan paranoya duygusunu hissettirmek için son derece elverişli bir ortam. Son olarak filmin özellikle ilk 20 dakikasında gördüğümüz yolculuk hazırlığı sekansı sürükleyicilik ve sonrasında gelen gece yolculuğu görüntüleri estetik açıdan heveslendirici özellikler taşıyor.

Ama ne yazık ki karşımızda olan sahip olduğu avantajları adeta sabote ederek ‘kendi bacağına sıkan’, giderek heyecanlandırıcı bir hale dönüşmesi gerekirken aksine giderek nefesini kaybeden ve arka arkaya gelen kusurlarıyla hevesimizi kursağımızda bırakan başarısız bir film.

Konudan bahsedecek olursak: 19. yüzyılda bir yük gemisi Romanya’dan İngiltere’ye doğru yola çıkar. Bu, artık emekliye ayrılmayı düşünen yaşlı kaptanının son seferidir ve yerini yardımcı kaptanına bırakmayı düşünmektedir. Demir almadan önce gemi eksik personeli doldurmak için birkaç denizci ve işsiz bir doktoru kadrosuna katar. Ancak kimsenin bilmediği şey kargolardan birinin Kont Drakula’nın tabutunu taşıdığıdır. Ve bu tabutun kazara açılmasıyla bu yolculuk bir ölüm kalım savaşına dönüşür.

SESSİZLİKLER YERİNE GEVEZELİKLER

Değindiğimiz gibi adeta Rönesans dönemi tablolarını hatırlatan, çok hoş kadrajlarla ve sağlam karanlık bir atmosfer kurarak başlayan film, aslında bu açıdan belki de bir görevini yerini getirmeyi başarıyor. Gerek geminin kalkışındaki beklenmedik olaylar, gerekse sonrasında geminin, sadece şimşeklerle ve ay ışığıyla aydınlanan gece vakti, dev dalgalarla boğuşmasını gösteren sekanslar seyirciyi hemen hikayenin içine çekiyor.

Aynı şekilde filmin asıl kahramanı Drakula’yı bir an önce sergilemeyip, onu geminin kuytu köşelerinde belli belirsiz hissettirmek, sonrasında onun kurbanları olacak kısıtlı denizci mürettebatı kadar bizi de germeyi başarıyor.

Hikaye buradan sonra gelişmeye ve karakterler konuşmaya başlıyorlar. Ama bu diyaloglar o kadar ilgi çekici olmaktan uzak, çoğu zaman gereksiz ve boş ki hem filmin temposunu hem de iyi kötü belli bir çerçeveye oturttuğumuz karakterlerin özelliklerini baltalamaya başlıyor. Derin olmaya çalışırken ‘geveze’ hale dönüşen film, senaryosundaki bütün mantık hatalarını (denizcilerin saçma kurtulma çabaları, nereden çıktığı ve işlevi pek belli olmayan kadın karakter) ve tutarsızlıklarını bu konuşmalarla örtmeye çalışıyor ve o zamana kadar kurmuş olduğu dünyayı adeta yerle bir etmeyi başarıyor!

FORMUNUN ÇOK ALTINDA BİR OVERDAL!

Filmin bu seviye düşmesine acilen müdahale etmesini beklediğimiz ilk kişi olması gereken yönetmen Overdal, sanki bu durumdan hiç rahatsız olmamış gibi duruyor. Sırayla kanlar içinde kurbanlarını sıralamakla ve net bir şekilde görüldükçe daha da grotesk bir tada bürünen Drakula’sını göstermekle yetinen yönetmen filminin ‘dibe gidişini’ önlemek yönünde hiçbir çaba göstermiyor. Üstelik bu ‘dibe gidiş’ ne yazık ki ‘stabil’ değil! Başka bir deyişle seviyesi düşen film, hikaye ilerledikçe daha fazla ‘su almaya’, karakterler daha karton kokmaya, gerçekçi olmayan olaylar daha fazla göze batmaya, konuşmalar daha anlamsız durmaya ve belki de en kötüsü gizemini tamamen kaybeden Drakula pek korkutmamaya başlıyor. Oyuncular ise giderek ‘daralan’ ve özellikleri törpülenen karakterlerini ‘var etmek’ için ümitsizce çabalıyorlar.

Uyarı : Yazının bu kısmı bazı sürprizleri açık etmektedir.

Bir de filmde bizi rahatsız eden ve filmin sinematografik değerinden farklı bir noktadan bahsetmek istiyoruz: Kaptanın torunu Toby, hikayenin tek çocuk karakteri ve o da Drakula’nın kurbanlarından biri haline geliyor. Çocuk karakterler tabii ki aşağı yukarı her korku filminde vardır ve yönetmenler bazı kurban adaylarını daha savunmasız ve daha kırılgan sunmak için bu çocuk yaş aralığında oyuncuları kullanırlar. Ancak burada Toby’nin sırasıyla kanlı bir şekilde Drakula tarafından öldürülmesi, ardından cayır cayır yanması ve bir de yetmezmiş gibi çürümüş bedeninin denizin dibine batmasını uzun uzun göstermek bize sorumsuzca yapılmış bir duygu sömürüsü çabası gibi geliyor. Kuşkusuz daha fazla korkutmak için kullanılan bu sekanslar bizce ahlaken yanlış bir yolda!

Sonuç olarak iyi amaçlarla ve iyi çabalarla girişilen bu film ciddi bir kaotik ortam ve vasat bir yönetmenliğe kurban gitmiş. Bizce bırakalım Kont Drakula tabutunda huzurla uyumaya devam etsin!

Yönetmen : André Øvredal

Senaryo : Zak Olkewicz, Bragi Schut

Görüntü Yönetmeni : Roman Osin, Tom Stern

Müzik : Thomas Newman

Oyuncular : Corey Hawkins, Aisling Franciosi, Liam Cunningham, David Dastmalchian, Jon Jon Briones, Stefan Kapicic, Nikolai Nikolaeff, Javier Botet

ABD / Korku-Gerilim / 118 Dk.

*Gazete Duvar’dan alıntı yapılmıştır

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz