Fenike Planı /  The Phoenician Scheme

WES ANDERSON’UN DÜNYASINA HOŞGELDİNİZ!

Yönetmen bir kez daha başta (eşsiz) Benicio Del Toro olmak üzre yıldızlarla doldurduğu kadrosuyla, incelikli senaryosuyla ve çok parlak yönetmenliğiyle tam hedefini tutturan bir film çıkarmayı başarmış. Eğer yönetmenin sinemasına yakınsanız müjdeyi verelim : ‘Wes Anderson’un dünyasına hoş geldiniz’!

OrtaKoltuk Puanı:

 

WES ANDERSON’A AİT SİNEMA EVRENİ!

Eğer izlediğimiz filmin kalitesi belli bir düzeyin üstündeyse büyük ihtimalle ya ‘başarılı’ bir yönetmenin elinden ya da ‘büyük’ bir yönetmenin elinden çıkmış bir yapımla karşı karşıyayızdır! Başarılı bir yönetmen doğal olarak çektiği film türünün iç dinamiklerine hakimdir, hikayesini buna göre şekillendirir ve türün bütün ‘görev’ listesini tamamlayarak seyircilerin sinema salonundan memnun bir şekilde ayrılmasını sağlar… Ancak çoğu zaman sinema salonundan tatmin olmuş bir şekilde ayrılsak da filmde özel bir ‘dokunuş’ başka bir deyişle o filmi benzerlerinden ayıran detaylar ve belli bir ismin elinden çıktığına işaret eden bulgular pek bulunmayabilir. Sonuçta yönetmen üstüne düşen işi yapmış, beklentileri boşa çıkarmayan, ‘dürüst’ bir sonuç almıştır.

Büyük yönetmenlerde ise durum biraz farklıdır : eğer bu isim o zamana kadar kendine ait bir ‘sinema evreni’ yaratmış, hangi film türüne el atarsa atsın hem senaryosunda hem de yönetmenlik boyutunda fetiş temalarını hatta zaman zaman obsesyonlarını ortaya koymaktan geri kalmamışsa beklediğimiz sonucun derinliği ve önemi artar.

Bu (büyük yönetmenler) sınıfında sayabileceğimiz Francis Ford Coppola, Martin Scorsese, George Lucas, Brian De Palma veya Steven Spielberg gibi isimlerin daha genç bir jenerasyonundan olan Wes Anderson da bizce bağımsız Hollywood sinemasının dikkat çeken isimlerinden birisi… Belki filmografisinde saydığımız ‘ustalar’ kadar başyapıtlar bulunmuyor, ismi duyulduğunda sinemaseverlerde o isimler kadar heyecan uyandırmıyor ama kendisi, büyük sinema şirketlerinin biraz dışında kalarak, bir bakıma biraz ‘outsider’ bir tarzda, genelde aynı oyuncuları kullanarak kendine has bir sinema dili, bir üslup geliştirmeyi başardı. Ve yönettiği filmlerdeki özenli estetik doku kadar değindiği sosyal temalar da bizce değerli…

Sinema severler kadar eleştirmenlerin de gözünde belli bir yere çıkmış olan Anderson’un son iki filmi ‘The French Dispatch’ ve ‘Asteroid City’ açıkça izleyenleri biraz ‘ikiye böldü’ ve eski filmleri kadar etkileyici bulunmadı. Nitekim iki film de katıldığı Cannes Film Festivalinden ‘eli boş’ döndü. Bunda kuşkusuz ilk filmin yarattığı bir ‘gazete sayfalarında gezinme’ hissiyatı ve ikinci filmin ise biraz fazlaca hayal dünyası ile gerçek arasında gidip gelmesinin de rolü vardı. Bu görece form düşüklüğünden sonra Anderson’un yeni (ve toplamda on ikinci!) filmi ‘Fenike Planı’, hikayeyi fazlaca parçalara bölmek, hikayede hiçbir ‘boşluk’ bırakmamak için her sahneyi birçok karakterle doldurmak gibi son iki filmde yaptığı (ufak) hatalara düşmediği bir yapım. Ve bu, tabii ki her açıdan sevindirici bir durum!

Hikayeden kısaca bahsedecek olursak : Zsa-Zsa Korda, dünyanın en zenginlerinden ve nüfuzlularından biri olan ve her kıtada en çok aranan kişidir Hayatına yapılan altıncı (!) öldürme girişimden yine bir şekilde kurtulur ve hayatının eseri gibi gördüğü ‘Fenike projesinde’ kendisine yardım etmesi için bir manastırda rahibeliğe geçmek üzere olan kızını çağırır Bir anlamda babası Korda’nın varisi haline gelen kızı Liesl, kendini entrikaların, çıkarcı görüşmelerin ve gizli anlaşmaların adeta ‘havada uçuştuğu’ bir dünyada bulur.

KORDA’NIN SORUNLARI VE ÇÖZÜMLERİ…

Fenike Planı’nın’ daha ilk sekansı adeta ‘buram buram’ Wes Anderson kokuyor : Bir tiyatro sahnesini andıran dekorda, hareketsiz duran iki karakter görüyoruz. Ardından beklenmedik, sert ve şiddetli bir olay yaşanıyor ama mekandaki kişiden beklenen (şoke olma, şaşırma, korkma gibi) tepki gelmiyor ve filmin bütününde var olacak ‘absürt’ doz kendini açık ediyor.

Merakımızı uyandıran bu ‘giriş’ sekansından sonra içimizi ufak bir endişe hissi de kaplıyor çünkü Anderson birbirinden bağımsız görünen sahneleri sonrasında bir şekilde birbirine bağlayan ama aynı zamanda bunlarla adeta ‘oynayarak’ biraz dağınık bir yapı kurmayı seven bir yönetmen. Bu, her ne kadar özgün bir sinema dili olsa da aynı zamanda seyirciler için takip etmesi zor bir durum yaratıyor.

Ancak yönetmen bu sefer ‘sabit’ kalıyor ve başka karakterlere ve hikayeciklere geçmeden ana karakteri Korda üzerine yoğunlaşıyor. Korda ise gerçek anlamda bir anti-kahraman! Zenginliğinin ve nüfuzunun tamamen farkında olan, dünyada kendinden endişe duyan, nefret eden hatta bu yüzden onu öldürmeye çalışan kişileri bile sıradan gören, duygusuz bir karakter. Projelerinde değişik ülkelerden ‘güçlü’ birçok kişiyle ortaklıklar kuruyor ama bu uzlaşma ve ortak noktada buluşma gayretinde bir ‘sorun çözücü’ adam portresi çizmiyor. Çünkü anlaşmadan cayan, zaman zaman ‘yan çizen’ ortaklarını ikna etmeye çalışması, işleyen bir ’sistemi’ onarmaktan ziyade kişisel bir çıkara bağlanıyor.

Acımasız bir kapitalist, endüstri devi ve bir tür diplomat olarak nitelendirebileceğimiz Korda’nın bir özelliği de kısıtlayan (ülke) ‘sınırları ve kanunları umursamaması. Aslında Korda’nın bu ‘mobil’ hayatını ve herhangi ülkeye ait bir pasaporta sahip olmamasının (!) nedenini en güzel kendisi: ‘İnsan haklarımdan vazgeçiyorum!’ sözleriyle açıklıyor.

KURTARICI RAHİBE…

Biraz abartılı olsa da bir anlamda bir post-modern Pablo Escobar’ı andıran Korda’nın çıkarcı, duygusuz ve gaddar yolu tabii ki kızıyla karşılaşınca yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Başlangıçta birbirlerine tamamen zıt duran bu iki karakter ‘yolculuklarında’ doğal olarak yakınlaşma, birbirlerini anlama ve hatta fedakârlık yapma gibi evrelerden geçiyorlar. Ama Wes Anderson bunu basit bir ‘doğru yolu seçen adam’ gibi sunmuyor. Bunun yerine, asla bir ders verme tarzına düşmeden seyircileri güç, inanç ve ailenin etik değerleri üzerine düşünmeye çağırıyor. Bütün bu derinlikli konulara karşın film, casusluk, (İndinia Jones’ları çağrıştıran eski tarzda) macera, komedi ve varoluşçu dram türlerini ustaca harmanlayan bir şekilde akıyor. Zaten bizce Anderson sinemasını alameti farikalarından biri de bu : derin konuları ve temaları tamamen ‘hazmedilebilir’ bir şekilde, seyircinin seyir zevkini azaltmadan vermek!

Bir de son olarak artık yönetmenin bizi alıştırdığı iki pozitif nokta ile bitirelim : ilk olarak filmde müthiş kadrajlar var. Zaman zaman özel efektleri de kullanan Fenike’nin muazzam güzellikteki manzaraları filmin görsel gücünü çok üst bir seviyeye çıkarıyor.

İkinci olarak Alexander Desplat’ın elinden çıkan müzik de filmin dokusuyla tam bir uyum içerisinde. Bizce uzun zamandır en iyi işlerinden birini çıkaran müzisyen filme kapılıp gitmemizi sağlayan en önemli etkenlerden birisi.

Sonuç olarak yönetmen bir kez daha başta (eşsiz) Benicio Del Toro olmak üzre yıldızlarla doldurduğu kadrosuyla, incelikli senaryosuyla ve çok parlak yönetmenliğiyle tam hedefini tutturan bir film çıkarmayı başarmış. Eğer yönetmenin sinemasına yakınsanız müjdeyi verelim : ‘Wes Anderson’un dünyasına hoş geldiniz’!

Yönetmen / Senaryo : Wes Anderson

Görüntü Yönetmeni : Bruno Delbonnel

Müzik : Alexandre Desplat, Randall Poster

Oyuncular : Benicio Del Toro, Mia Threapleton, Michael Cera, Riz Ahmed, Tom Hanks, Scarlett Johansson, Benedict Cumberbatch, Bryan Cranston, Mathieu Amalric, Richard Ayoade, Bill Murray, Hope Davis, Rupert Friend

ABD / Komedi-Aksiyon-Suç-Gerilim-Dram / 101 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz