Gönül
Netflix’in yeni Türk Filmi
“Gönül”
Netflix’in yeni Türk filmi “Gönül”, ilk haftasında 2,5 milyon seyirci tarafından izlendiği, İngilizce dışı yapımlar arasında ilk 10’da yer aldığı belirtilerek usta işi pazarlanmış bir yapım.
İlgimi çekip izlediğimde, filmin ilk karesine bile geçmeden giriş jeneriğinde, Domlardan söz etmesi, az bir ara verip pek bilmediğimiz bir etnik toplulukla ilgili küçük bir araştırma yapmama da yol açtı. Hindistan’da yaşayan Dombalar‘ın kolu olan, Orta Doğu ve Dom çingeneleri olarak da adlandırılan, büyük bölümü Mezopotamya’yla Kuzey Afrika’da yaşayan Domlar, Hint-Aryan ırkından, Hint-Avrupa dil ailesinden Domari dili konuşan Proto-Roman bir etnik grup. Hindistan yarımadasını ilk terk eden Roman gruplarından olan Domlar, en erken 6. yüzyıldan itibaren İran üzerinden Orta Doğu’ya yayılmışlar.
Yaşamlarını göçebe olarak sürdüren Domlar, bulundukları ülkelerde küçük el işleri, demircilik, temizlik işleri, falcılık, sokak müzisyenliği vb. ile hayatlarını kazanmaya çalışırlar. Aslında Kürtler arasında yaşayan Domların karakteristik özellikleri “Gönül”, filmindekinden biraz farklıdır. Aralarında Domarice konuşan, sadece birlikte ve yalnızken kendilerine Dom diyen bu etnik grup, hem Devletten, hem Kürtlerden, hem Araplardan hem de Türklerden baskı görmekten çekindikleri için grup dışındaki insanlarla genelde Kürtçe anlaşırlar. Çoğu Türkçe bilmez, kimliksiz yaşadıklarından pek çoğu eğitim, sağlık ve hatta seyahatten yararlanamaz.
Levent Semerci’nin “Nefes” ve özellikle “Ayhan Hanım” filmlerinde çarpıcı sanat yönetiminden epey etkilendiğim, ilk filmi ”Rauf”u beğendiğim, “Mukavemet”ini ise hiç sevemediğim 1983 Kars doğumlu Soner Caner, ilk ikisi gibi yazıp yönettiği “Gönül”de (Antalya kırsalında çekilmiş de olsa) Mezopotamya coğrafyasının fonunda, Kürt kızı Sümbül ile Dom göçerlerden Piroz’un aşk öyküsünü anlatır.
Filme dönersek, “Gönül”, bir yanda, ülkemiz halkının bir bölümünün ötekileştirdiği, ilkel töre/namus kıskacında kimi insani değerleri yitirmeye yatkın Kürtlerin, diğer yanda gönlünce yaşayan, diş çekerek, düğünlerde çalıp söyleyerek geçimini sağlayan, namus tartışmasına hiç girmemiş Domların arasında geçer. Bir “öteki”yle “ötekinin de ötekisi” bir grubu karşı karşıya getirsede, masalsı bir tonlamayla aktarılan bir güncel Romeo Juliet öyküsü.
Kürt Seymen Ağa’nın (Nazmi Kırık) gönlüne göre yaşayan, zorla itildiği evliliği ciddiye almayan deli dolu kızı Sümbül (Hazar Ergüçlü) düğün gününde açık pencereden duyduğu ezgi aracılığıyla çalgıcı Piroz’la (Erkan Kolçak Köstendil) karşılaşır. İki genç göz göze geldikleri andan itibaren birbirine vurulurlar.
Olaylı bir düğünün ardından Piroz, “temiz çıkmayan” Sümbül’ün baba evine götürüldüğünü öğrenir. Mirze (Bülent Emin Yarar) ve iki oğlu Piroz ile Hogir (Ali Seçkiner Alıcı) Dom topluluğunun öne çıkan isimlerindendir. Dünyayı kendi bakış açılarıyla algılayan bu göçerler için Sümbül temizmiş, değilmiş diye bir sorunu yoktur. Tek önemli olan iki gencin aşkıdır. Ölen eşinin yasını tutmayı bir yana bırakıp gençlik aşkı Dilo’yu sayıklayan aşk adamı Mirze hemen oğullarını ve geniş ailesini yanına katarak kızı istemeye gider. Ancak, o nefis şiirsel kız isteme ritüeli, “kızımın namusunu ancak kan temizler” diyen Seymen Ağa’nın sert tepkisiyle karşılaşır. Soner Caner, Sümbül ile Piroz’un önlerindeki engelleri aşıp birbirlerine kavuşma mücadelesiyle, Mirze’nin bitmez tükenmez Dilo hasretinin hikâyesini, komik ile trajiği ustalıkla harmanlayarak, gerçekçiyle gerçeküstünü de aynı başarıyla bağdaştırarak nefis bir masal olarak aktarır.
Bir filmin oluşturulmasında yazan, yöneten ve oynayanların dışında, yapımın mutfağında çalışan çok sayıda eleman vardır. Bu sebeple, aşırı teknolojik yapımların bitmez tükenmez teknisyen listeleri dışında, filmlerin final jeneriklerinin tamamını okumaya çalışırım. Basın gösterimlerinde tabii ki sorun olmayan bu çaba, artık filmi jeneriğinin sonuna kadar izletmenin öğrenildiği ticari gösterimlerde de, son karesi gösterilirken anında ayağa fırlayarak üstünü giymeye başlayan önümdeki seyircilere rağmen başarıyla sonuçlanır. Çevrimiçi yayın yapan platformlarda iş o kadar kolay değildir. “bein connect” filmi sonuna kadar izlememe engel çıkarmasa da, bana ısrarla farklı önerilerde bulunmaya çalışan Netflix’le filmin final jeneriğini okumak için küçük bir dijital savaşa girişmem gerekir. Netflix’le çoğunlukla kazanmayı öğrenmiş olsam da bu savaşta “blu tv” ile hep mağlup oluyorum. O zaman da en geniş kapsamlı uluslararası internet arşivi ”imdb” imdadıma geliyor.
Bu koca parantezin sebebi, iki üç mekânda çekilmiş olmasına karşın minimal görünümünden olağanüstü bir görsellik elde edilmiş olan filmin ne sanat ne de görüntü yönetmeninin kim olduğunu ne Netlix’de ne de imdb’de bulamayışım. Bu çok keyifli görsellikte Sanat Yönetmenliğini hep takdir etmiş olduğum Soner Caner’in olduğundan eminim tabii ki. Benim ve benim gibi filmi seyretmekten, o çok inandırıcı mekân duygusundan, başarılı kostüm seçiminden zevk almış seyirciler adına, filmin görsel tasarımlarını yapanları ve özellikle görüntü yönetmenini lütfen tebrik etsin.
Filmin başarısındaki bir önemli etken de, izleyicilere Emir Kusturica ya da Tony Gatlif’in dünyalarını anımsatacak etkileyici müzik seçimi. Müzik tarzı Goran Bregović’e yakın dursa da “Gönül”, en iyi filmlerinde bile müziği sadece etnisitenin bir yansıması olarak kullanan Kusturica’dan ziyade öyküsünün elemanı olarak gören Gatlif’e daha yakın. Bu bağlamda Soner Caner’in müzik-öykü ilişkisinin her ikisini de aştığını söyleyebilirim.
Piroz’un filmin girişinde söylediği, anlamsız “Nigi Nigi na nigi nigi na nigi nanna!” sözlü şarkısı, kıpır kıpır müziğiyle önce filmin leitmotivine, giderek de Sümbül-Piroz aşkının simgesine dönüşerek filmin ana karakterlerinden birini oluşturuyor. Bu ilişkiyi tüm müziklerinde sürdüren Caner, öykünün giderek daha duygusal ve dramatik boyut kazandığı çok etkileyici finale, Hazar Ergüçlü’nün söylediği, tüm ana karakterlerin de koro olarak katıldığı tüyler ürpertici güzellikte bir Kürtçe ezgi/ağıtla giriyor.
Özellikle anonim Kürt ezgilerini epey dinlemişliğim var ama bu “Seyran”ı ilk kez duydum. “Kim nereden bulup çıkardı” diyerek inatla Netfilx’in jeneriğine döndüğümde beklenmedik ama filmin tadına yakışan bir keşifte bulundum. ”Seyran”ı derleyen, halk müziğini ilk defa derli toplu bir şekilde düzenleyen, Ermeni dini ve din dışı müziği için notalama araştırmaları yapan, folklora etnisitelerin üzerinden bakarak, Ermenice dışında Türkçe, Kürtçe, Almanca, dini ve din dışı eserler derleyen ünlü müzikolog rahip Gomidas Vartabed imiş. Bu vesileyle geçen sezonun en iyi oyunu olarak gördüğüm “Gomidas”ı yazıp yöneten Ahmet Sami Özbudak‘a, süpervizörlüğünü yapan Ersin Umut Güler‘e, sesi, bedeni, kusursuz diksiyonu ve yüz ifadesiyle Gomidas’a dönüşen Fehmi Karaarslan’a buradan selam göndereyim, önümüzdeki sezon da, Kumkapı’da, Surp Vortvots Vorodman Kilisesinde, Müzik Direktörü Hagop Mamigonyan şefliğindeki 40 kişilik Lusavoriç Korosu eşliğinde sahnelenecek bu oyunu da kaçırmayın derim.
Soner Caner’in oyuncu yönetimi de dört dörtlük. Çoğunu tiyatrodan ya da sinemadan tanıdığımız, aslında farklı disiplinlerden gelen oyuncularından çok başarılı ve de müthiş bir ekip oyunculuğu elde etmiş.
Sonuç olarak “Gönül” başarılı bir Netflix eğlenceliğinin boyutlarını aşan, iyi yazılmış, iyi yönetilmiş, izlenmesi çok keyifli bir film. Etkileyici finali ve “Seyran” ise unutulur gibi değil.
Mutlaka izleyin.
Yönetmen / Senaryo : Soner Caner
Oyuncular : Erkan Kolçak Köstendil, Hazar Ergüçlü, Bülent Emin Yarar, Selim Bayraktar, Şevval Sam, Ali Seçkiner Alıcı, Asiye Dinçsoy, Nazmi Kırık, Ferit Kaya, Haydar Köyel, Yıldırım Şimşek
Türkiye / Komedi-Dram-Müzik / 95 Dk.