Hakkı

Adından Söz Ettiren Bir “Çıkış” Filmi

“Hakkı”, senaryosunu kaleme alan ve yöneten Hikmet Kerem Özcan’ın ustaları anımsatan işlerinden biri olmuş. Zaman zaman sekans kopuklukları baş gösterse ve tekrara düşse de, film, bütünlüğüne sadık kalmayı başarabilmiş. Gerek kadrajlar gerekse ona eşlik eden sesler filme anlamsal bir zenginlik verirken, başrol oyuncusu Bülent Emin Yarar başta olmak üzere, eşlik eden tüm oyuncuların rolünün hakkını vermesi filme değer katmış. Özcan’ın bu ödüllü çıkış filmi deneyimini yaşamak isteyenlere tavsiye olunur.

OrtaKoltuk Puanı:

 

BAŞLANGIÇLAR İYİDİR

Hikmet Kerem Özcan’ın yazdığı ve yönettiği çıkış filmi “Hakkı”, Mubi üzerinden gösterime girdi. Türkiye prömiyerini 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapan ve bu festivalden “İzleyici Ödülü” ile dönen film, Vancouver, Santa Barbara, Oldenburg ve Shanghai gibi uluslararası birçok festivalde boy gösterdi ve yine Montreal Film Festivali’nde “Mansiyon Ödülü’nü” kazandı. Genç yönetmen adına güzel bir başlangıç filmi olarak sinema hafızasına kazınan ve beğeni ile karşılanan filmin perde macerası sona erdiği için online platform üzerinden sunulması izleyiciler için bir şans teşkil ediyor. Filmin oyuncu kadrosunda, başrolünü üstlenen usta oyuncu Bülent Emin Yarar’ın yanında, Özgür Emre Yıldırım, Hülya Gülşen, Cem Zeynel Kılıç, Durukan Çetinkaya, Ahmet Kaynak ve Duygu Gökhan gibi isimler yer alıyor.

HİKAYESİ

Filmin ulusal festival gösterimi sonrasında Hikmet Kerem Özcan ile film hakkında yapılan söyleşide, yönetmen, uzun yıllar evvel işittiği ve aklında kalan bir hikâye çerçevesinde filmin meydana geldiğini, senaryo oluşur oluşmaz ilk andan itibaren başrol olarak aklında Bülent Emin Yarar’ın olduğunu, hikayeye dair ana hatlar aynı kalsa da bazı detayların çekim yolunda şekillendiğini, bazı sahnelerin çekim güçlüğünün kendilerini zorladığını ve bu film ile sıradan bir yaşam süren karakterin ani bir gelişme ile o sıradanlığın içinden çıkarak dönüşüm geçirmesi sürecini aktarmak istediğini ifade ediyor.

Filmin hikayesi, ailesiyle birlikte Ege’nin bir köyünde yaşamakta olan, orta yaşlarında, dışarıdan sıcak ve sevecen görünümlü, köyün yakınlarındaki antik kentin önünde küçük heykeller satarak ve yerel turlara rehberlik yaparak ailesini geçindiren Hakkı’nın bir gün evinin bahçesindeki yıllanmış ağacın altında bir tarihi eser bulmasına, bu tarihi eseri değerinin çok altında satmasından dolayı yaşadığı pişmanlığa ve daha fazlasını elde etmek için yoğun bir çaba sarf etmesine odaklanıyor.

AĞAÇ, KÖK VE ATALAR

Büyük dede ve nenelerinden kalma ve bahçesinde yaşlı bir ağaç bulunan evde eşi Nermin (Hülya Gülsen Irmak), kızı Sude (Tuana Melis Almacı) ve üniversite tatile girdikçe memleketine dönen oğlu Doruk (Durukan Çelikkaya) ile birlikte yaşayan ve ağacın kökünün eve zarar vermeye başladığına yönelik bacanağı Necmi’den (Cem Zeynel Kılıç) aldığı uyarı doğrultusunda ağacın kökünü kesmeye ve evin çökmesini engellemeye niyetlenen Hakkı’nın tesadüf sonucu ağacın köklerine ulaştığında bir tarihi eser bulması aslında o kadar da tesadüfi değil. Antik kentin yakınındaki heykelcik satışından ve rehberlikten kazandığı parayla ailesinin geçimini sağlamada yeterli olamadığını düşünen Hakkı’nın bulduğu tarihi eser, ağacın ve köklerinin atalarımızı simgelediğini bildiğimiz yerde yalnızca tarihi eser olmaktan çıkıyor ve atalarımızdan bize miras kalana yani tüm sahip olduklarımıza, zenginliğimize, değerlerimize ve belki de yaralarımıza ve eksik yanlarımıza tekabül ediyor.

Ağacın köklerini kazdıkça, atalarıyla temasa geçiyor. Kökte yoluna çıkan bir hediyeyle karşılaşıyor fakat kıymetini bilmek, sahip çıkmak ve muhafaza etmek yerine bu hediyeyi sonradan pişman olacağı şekilde değerinin çok altında fiyatlandırarak başkalarına satmayı / vermeyi tercih ediyor. “Bunca yıldır uyuyordu, şimdi uyandı ve bizimle konuşuyor” diyor Hakkı yıllanmış ağaç için. Uyuyan gerçekten ağaç mıydı yoksa Hakkı’nın atalarından miras aldığı bilinçaltı mı bunu kestiremesek de, ağacın uyumadığını ve Hakkı’nın şimdi ve şu anda kolektif bilinçaltı ile iletişim kurmaya hazır hissettiğini anlayabiliyoruz.

MİRAS KALAN YOKSULLUK / ERİL BİLİNCİ

Ağacın köklerinden bulduğu ve değeri 5 milyon avro eden heykeli, arkadaşı Erhan (Özgür Emre Yıldırım) vasıtasıyla 500 bin TL’ye satan, yaptığı satışla bir araba alan ve bir nevi atalarından kalan manevi bir değeri maddiyatla ilişkilendiren Hakkı, şimdiye değin yaşadığı maddi sıkıntılara ve nesillerdir ona miras kaldığına inandığı yoksulluğa bir set çekeceğini düşünüyor. Kendine devredilen bu yoksulluğu oğluna teslim etmek istemiyor. Bu yüzden, eşiyle ve kızıyla kurduğu ilişkiyi oğlu ile kuramıyor. Oğluyla kurduğu gerilimli ilişkinin altında yatan sebebin ailesinin geçimini sağlamada yetersiz hissettiği tüm zamanlara dayandığının ve aile geçimi sağlamanın sorumluluğunun erile ait bir özellik olduğunu kanıksadığının ayırtına varıyoruz.

Heykeli satmasının akabinde, maddi durumunun kendisine kıyasla daha iyi olduğunu düşündüğü bacanağı Necmi’yle boy ölçüşmek suretiyle, kendisi işi bırakıyor ve eşi Nermin’in çalışmasına müsaade etmiyor Hakkı. Eşiyle birlikte bir restoran açma hayalleri kuruyor. Psişenin (ruh) durağanlığı sevmediği noktada, üzerine eklenmeyen ve giderek azalan mevcut para miktarının aileyi refaha ulaştırmadığını ve aksine bir kısıtlılığa mahkum ettiğini seyrediyoruz. Heykeli değerinin çok altında sattığının farkına varan Hakkı’nın o ana değin geçirdiği hülyalı zamanlar bir son buluyor ve hikaye bir kırılmaya uğruyor.

OLMAYANI ARAMAK

Dolandırıldığını öğrenen Hakkı’nın yaşamı tersyüz oluyor. Önce artık güvenmediği arkadaşı Erhan ile arası bozuluyor. Sonra bunu, takip edildiğine ve izlendiğine dair şüphecilik fikirleri izliyor ve giderek eve kapanıyor. “Hissediyorum orada çok daha fazlası var. Hep böyledir.” diyerek evin altından ağacın köklerine doğru bir kazı alanı açıyor bu defa. Erhan’la yaşadığı fiziksel çatışmanın yüzündeki izlerini en çok da oğlundan gizleyerek, bilinçaltının derinliklerine doğru toprağı kazmaya devam ediyor. Büyük bir hırsla ve yanılma payına ihtimal vermeksizin. Uzun süre toprakta herhangi bir şeye denk gelmediği ve filmin akışının kazı sahneleriyle devam ettiği bu sekanslarda, karakterin “bir yerde olmayanı arama” ile beyhude bir uğraş içerisine girdiği izlenimine kapılıyoruz. Hakkı’nın “daha büyüğüne / fazlasına” ulaşmak için etiyle, kemiğiyle ve alın teriyle gösterdiği bu yoğun fiziksel çaba şahsi yaşamlarımızda anlam yüklediğimiz, umduğumuz ve beklediğimiz bir şeylere ulaşamayışımıza denk düşüyor.

TOPRAĞA KARIŞMAK / YAŞARKEN ÖLMEK

Arkadaşı Erhan’dan şiddet görmesi neticesinde yere uzanmış halde görüntüsüne bakıyoruz Hakkı’nın kameranın yukardan çekimiyle. Söz konusu tepeden çekimle, Hakkı’nın çaresizce, kıpırdamaksızın ve toprağın üzerinde bir ölü gibi yerde uzanmakta olan vaziyeti filmin ilerleyen bölümleri için bir uyarı niteliğinde oluyor. Dış dünyayla ve ailesiyle olan etkileşimini sıfıra indiriyor ve tamamen kendini soyutluyor. Evin altına doğru kazmayı sürdürdükçe, toprak üstüne başına, kısaca yaşamına bulaşıyor. Yüzünde toprağın tozları ile uyumayı ve bu tozlarla uyanmayı adet ediniyor. Toprağı kokluyor ve toprağa karışıyor. Henüz yaşamdayken, varlığını ölüme dahil ediyor. Arayıp da bulamadığı tarihi eserin kendisi oluyor. Tarihi eserin en büyüğüne ve en fazlasına varmaya çalışılması karakterin atalarından miras kalan kolektif bilinçdışında yaşayan gölgesi ile yüzleşmesi olarak değerlendirildiğinde; Hakkı’nın aradığı tarihi esere yani yaşayan bir ölüye dönüşmesi, gölgeyle yaptığı yüzleşme sürecini başarı ile tamamlayamayıp gölgenin kendisine evrilmesi açısından yorumlanabilir. Bilinçaltına yavaş yavaş bir tekamül farkındalığı ile teslim olmak gerekirken, gölgeyle aniden karşılaşmak ve onun yüzüne bakmak zor olmaktadır. Kazdığı tünelin sonunda geç de olsa elde ettiği heykel başını testereyle kesmeye çalışması da bundan kaynaklanmaktadır. Heykelin sadece başının ortaya çıkması ve ardında ne olduğunu kestiremeyiş, Hakkı’nın paniklemesine ve gölgeyi bölüp parçalamasına yol açmaktadır.

EVİN ORTASINDAKİ ÇUKUR

Evde kazı alanına göre eşyaların yeri değişirken ve evin ortasındaki kazı çukuru büyüyerek evin ve ev halkının fiziksel ve ilişkisel ahengini bozarken, Hakkı’yla birlikte evin birlik ve bütünlüğü de çukura düşer. Eşi Nermin’in artık kazmayı bırakmasının lazım geldiği yönündeki telkinlerine kulağını tıkayan Hakkı, kontrolü yitirerek yaptığı kazı çalışmasının bedelini ailesini kaybederek ödemeye mahkûm olur. Ailesinin evi terk edişi ve evin altında büyüyen çukur, evin temelinden sarsılmasına ve içten içe dağılmasına sebebiyet vermektedir. Filmin sonlarına doğru, aralarına yağmur seslerinin karıştığı evin çökme sahneleri gerçekten etkileyicidir. Bu aşamada, karakterin ailesini yitirerek filmi yalnız tamamlaması, halihazırda bireysel olması beklenen bu yolculuğa tüm hane üyelerini dâhil etmesi ve bunu ailesel / atasal bir zemine oturtmaya çalışması olarak algılanabilir.

FİLME DAİR

“Hakkı”, senaryosunu kaleme alan ve yöneten Hikmet Kerem Özcan’ın ustaları anımsatan işlerinden biri olmuş. Zaman zaman sekans kopuklukları baş gösterse ve tekrara düşse de, film, bütünlüğüne sadık kalmayı başarabilmiş. Gerek kadrajlar gerekse ona eşlik eden sesler filme anlamsal bir zenginlik verirken, başrol oyuncusu Bülent Emin Yarar başta olmak üzere, eşlik eden tüm oyuncuların rolünün hakkını vermesi filme değer katmış. Özcan’ın bu ödüllü çıkış filmi deneyimini yaşamak isteyen herkese şimdiden iyi seyirler!

Yönetmen / Senaryo : Hikmet Kerem Özcan

Görüntün Yönetmeni : Burak Baybars

Kurgu : Hikmet Kerem Özcan, Tatlıhan Tuncel

Müzik : Ahmet Kenan Bilgiç

Oyuncular : Bülent Emin Yarar, Hülya Gülşen, Özgür Emre Yıldırım, Cem Zeynel Kılıç, Durukan Çelikkaya, Tuana Melis Almacı, Ahmet Kaynak, Duygu Gökhan

Türkiye / Dram / 95 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz