Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri

“Hemmenin Öldüğü Günlerden Biri”, yönetmen Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen topladığı ödüllerle başarısını kanıtlamış ve yönetmen adına başarının devam edeceği mesajını sunan filmlerden biri olmuş. Film usta yönetmenlerin elinden çıkan filmleri andıran bir sinematik yapıya sahip olsa da, kurgusal ve oyunculuk yönlerinden yerel ve özgün bir lezzet bırakıyor. Belgesel zenginliğinde kurmaca bir zemin üzerine yerleştirilen bu filmi izlerken biz seyircilere de filmin tadını çıkarmak düşüyor.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Ölen amcası hakkındaki “Saman Tozu (2007)” adlı belgesel ve ardından “Kholoud Ahmed’in Fotoğrafı (2016)” ile “Bütün Mümkünlerin Kıyısı (2017)” adlı kısa kurmaca filmlerinden sonra ilk uzun metrajlı filmi olan “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” filmi, çiçeği burnunda fakat vaat ettiği gelecek belli yönetmen Murat Fıratoğlu’nun hem yönetmenliğini hem de senaristliğini üstlendiği bir film oldu. Yönetmen bununla da yetinmeyip başrolü omuzlarken; filmin çekimlerini memleketi Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde tamamladı. Film ilk kez gösterildiği 81. Venedik Film Festivali’nden Orriozonti Jüri Özel Ödülü ile dönerken, jürisinde Nuri Bilge Ceylan’ın da yer aldığı 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film Ödülü’ne” ve Siyad Ödülü’ne layık görüldü. Bununla beraber, birçok uluslararası festivalde boy gösterdi ve yine 17. Eurasia International Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü’nü” kazandı. Oyuncu kadrosu yönetmen Fıratoğlu’nun akraba üyelerinden ve yöre halkından oluşmaktayken, kadroda Salih Taşçı, Sefer Fıratoğlu, Güneş Sayın, Ali Barkın, Çetin Fıratoğlu ve Fırat Bozan gibi isimler yer alıyor. Filmin çekimlerinin ve hikâyesinin gerçekleştiği bölgeye ait kültürel kodlara hâkim bir yönetmenin elinden çıkması ve yerli oyunculara sahip olması, onu kurmaca izleniminden uzaklaştırarak inandırıcılığını arttırıyor.

Filmin Hikâyesi

Film, icra borçlarını ödemek için Urfa’nın kavurucu sıcağının eşliğinde domates kurutma alanında çalışan mevsimlik işçi Eyüp’ün hikâyesine odaklanıyor. Açılış sekansıyla birlikte, domates kasalarının kamyondan indirilmesi, alana boşaltılması, doğranması, yayılması ve son olarak da tuzlanması gibi birçok işleme uzun uzun tanıklık ediyoruz. Eyüp, genç sayılabilecek yaşlarda, babası ölene değin çocukluk dönemini İzmir’de geçirdiği için arkadaşları arasında İzmirli olarak bilinen ve zorlu/uzun çalışma koşullarında parasını kazanmaya çalışan işçilerden biri. Eyüp’ü diğer işçilerden ayıran, işin başındaki Hemme’nin işçilerin birikmiş yevmiyesini ödemeyişine rağmen mesai saatinin bitiminde ekstra çalıştırma talebine karşı çıkması oluyor. Hâlihazırda içinde olduğu ekonomik sıkıntılarından ve sıcaktan bunalan, borcunu ödemeyi önceliği haline getiren ve sabrının son demlerini yaşayan Eyüp’ün Hemme’den alamadığı yevmiyelerinin üzerine gelen fazladan çalıştırma talebi onun anlayışının sınırlarını zorlasa da, Eyüp çalışma arkadaşı Ali’nin arabuluculuğunda bu talebi kabul etmek durumunda kalıyor. İşçilerin deneyimlediği sorunların karşılığında sırf o gün uykusuz olduğu için işçilere istediği gibi davranma lüksüne sahip olduğu yönünde bir fikri olan Hemme’nin kışkırtıcılığında, Eyüp ile Hemme arasında bir sürtüşme yaşanıyor ve bu tartışma araya diğerlerinin girmesiyle ve Eyüp’ün motorunu alarak iş alanını terk etmesiyle sonuçlanıyor.

Bozuk Motorla Bir Niyetin Yolculuğuna Çıkmak

Eyüp’ün motorunun aküsü bozuk ve çalışmıyor. Siverek’e varabilmek için çalışmayan bu motoru kimi yerde kendisiyle birlikte taşımak, kimi yerdeyse motora koşma temposuyla hız kazandırarak çalışmasını sağlamak durumunda kalıyor. Gerek filmin sarı ve kahverengi tonajı gerekse geniş alan çekimlerinin yapıldığı motor sürüş sahneleri Kiyarüstemi sinemasını andırsa da; Eyüp’ün motorunun çalışmayışı, aslında hayattan istediğini kolay elde edemeyişi, istediğini alabilmek için yoğun çaba sarf etmesi gerektiği ve bazı olduramayışlarının gerçekliği ile uyuşuyor. Eğer tartışma sahnesini saymazsak, filmin bir niyetle başladığı söylenebilir. Bu niyet, Eyüp’ün onu yarı yolda bırakan sonrasında kendisinin de bırakmak zorunda kalacağı ve çaresizliğinin bir temsili haline dönüşmüş motoruyla Hemme’yi öldürmesini içeriyor. Hemme’yi öldürme niyetinin meydana gelmesindeyse, başına gelen olaya yani diğer bir anlamda aşağılanmaya, hakarete ve itilip kakılmaya diğer insanların şahitliğinin ve şahit olmayanların da duymuşluğunun, kısaca sosyal etkinin payı var.

Ölmek/Öldürmek?

Filmin “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” adıyla lanse edilmesi biz seyircilere film hakkında bir şey söylüyor. Hemme ölseydi eğer, bir günde ölürdü. Öldüğü günlerden biri bu. Söylem, her gün kendi içimizde öldürdüklerimize de denk düşüyor. Fikirlere, duygulara, ilişkilere ve daha birçok şeye hatta. Her şey zihnimizde tezahür ediyor. Gerçekleştiriyoruz, gerçekleştirmemeyi seçiyoruz veyahut gerçekleştiremiyoruz. Değişen bu sapmalarda, değişen niyetlerimiz var. Engellendiğimiz için değiştirmek mecburiyetinde bırakıldıklarımız da. Hayat önümüze bazı yollar çıkarıyor ve biz uzay boşluğunda yüzercesine Eyüp gibi kendi hayatımızın kahramanı olarak bozuk motorumuzla sıkıntılı yolları kat etmek durumunda kalıyoruz. Eyüp Hemme’yi öldürmek istedi mi? Vaz mı geçti? Yoksa zihninde zaten öldürdü mü? Bir şeyler öldü o kesin ama bu Hemme miydi, kapılmaktan geri durduğu öfke duygusu muydu? İnsani bir yerden, yaşamın ona getirdiği sonsuz olasılıklardan birini mi tercih etti ve bu olasılığı tercih ederken özgür iradesini mi kullandı? Ölmek / öldürmek dediğimiz, hep elle tutulan, gözle görülen ve somut olarak gözlemleyebildiğimiz bir eylem midir peki? Film, tüm bunlara daha farklı bir anlayışla bakmamızı sağlıyor. Doğum ve ölümün biz insanlarca icat edildiği, herkesin öldüğü/kimsenin ölmediği bu evren düzeninde yaşamın sürekliliğinin ve günlerden bir günün altını çiziyor. Yaşamda yaptığımız seçim dokunuşları ise insan olarak acizliğimizi yok etmeye yetmese ve biz farkında olmasak da, yaşam taşlarını yerinden oynatıyor. Filmin taşlarını yerinden oynatan sadece Eyüp değil, aynı zamanda bu yolda Eyüp’ün karşısına çıkanlar, filmin diğer karakterleri, kısaca yaşam..

Nefes Alan Duygular

Öfke, incinmişlik/örselenmişlik ve çaresizlikle çıktığı yolda Eyüp’ü karşılayanlar oluyor. Çay içen yerli halk, bahçesiyle ilgilenen aile dostu, yol kenarında dinlenmekte olan yaşlı amca, dayıoğlu Hikmet, namaza gittiği için ondan dükkanın başını beklemesini isteyen arkadaş ve yıllar sonra dükkanda müşteri sıfatıyla beliren ilkokul arkadaşı Mevlüde gibi aralarında Eyüp’ün yakınen tanıdıkları da var daha önce hiç yollarının kesişmedikleri de. Her karşılaşma seyirciye bir “durak” izlenimi veriyor. İnsan durakları..Önce bu karşılaşmaları birer engel olarak algıladığı için rahatsız hissetmesi kaçınılmaz oluyor. Bir hedefi çünkü Eyüp’ün : “Hemme’yi öldürmek”. Bu sebeple alıyor aile evindeki tabancasını. Yoluna düşen herkes bir ilişki, bir bağ kurmaya çalışıyor onunla. Bir yiyecek/içecek ikram etmek ya da en azından görece uzun süreli hasbihal etmek. Yöre halkının kültürel bir özelliği olarak değerlendirilebilecek misafirperver tutuma karşılık Eyüp’se acele ediyor bu bağları koparmak ve insanların yanından ayrılmak için. Herkes insan eti ağırlığı veriyor Eyüp’e ve üzerine bulaşıyor. Eyüp’ün de seyircinin de insanlar yanında mahsur kalmaktan dolayı sıkışmışlık duygusu nüksediyor. Bu insanlar öldürme düşüncesini kesintiye uğratıyor ve Eyüp sıyrılamadığı düşünce temposunun içinde duraksamak zorunda kalıyor. Kesintiye uğrama haliyle birlikte, düşüncesi demlenme fırsatı buluyor ve duygusu nefes almaya başlıyor. Film ilerledikçe, bir an evvel terk etme arzusu duyduğu insan duraklarında Eyüp’ün dinlenmeyi öğrenmesini izliyoruz ve yaşamlarımız araya girenlerle/ilişenlerle devam eder pozisyona geliyor. Kieslowski sinemasını anımsatan ve boş teneke kutusunun yer değiştirmesine benzer olarak, Eyüp’ün düşünceleri de savruluyor ve Eyüp öldürme fikri ile arasına mesafe koyuyor.

Dijital vs Analog Meskenler / Eşyalar

Eyüp’ün akrabası Hikmet ile tesadüfi karşılaşması film içerisinde belirli açılardan önem arz ediyor. Hikmet’in arabasının içerisinde geçen ve yaklaşık 10 dakikaya yayılan bu yolculukta, Hikmet’te Eyüp’ün aksını görüyoruz. Onun zorlayıcı yaşam koşullarına ve ödemeye çalıştığı icra borcuna karşılık Hikmet konformist bir yaşam sürüyor. Yolculuk süresince, yeni satın aldığı akıllı arabasından ve yaptırmakta olduğu akıllı evinden bahsediyor. Bir iş insanı olarak satın almayı planladığı nice bahçeler/arsalar ve işe almayı düşündüğü Eyüp var. Çok da refah bir yaşam sürmediğini düşündüğü Eyüp’e yardım etme teklifinde bulunuyor hatta. Birikmiş borçları, alamadığı yevmiyesi ve bozuk motoru ile Eyüp giderek sessizleşiyor arabada. Filmin diğer karakterlerinin aksine, Hikmet’in teklifinin samimiyeti, bir adım evvelinde birlikte zaman geçirme önerisine karşılık Eyüp’ü yol kenarında bırakmasıyla sorgulanır hale dönüşüyor. Antagonist ve gücü/iktidarı elinde bulunduran Hemme’nin farklı bir versiyonu biçiminde, Hikmet bir iş insanı olarak temiz kıyafetleri ve mülkiyetçiliğiyle filmin içerisindeki yerini alıyor ve araba yolculuğu sahnesi aynı yaşam alanını paylaşan insanlar arası sınıfsal farklılıkları kısa fakat öz bir şekilde vurguluyor.

Şahsiyetimizi Hatırlatan “Öteki”

Arkadaşı namaza gittiği, dükkanın açık kalması gerektiğini düşündüğü ve Eyüp’ten ricacı olduğu için istemeye istemeye de olsa, kırtasiye dükkanının başını beklerken, geçmişten gelen bir siluet şeklinde ilkokul arkadaşı Mevlüde ve kızı dikiliyor Eyüp’ün karşısına. Mevlüde ile Eyüp karşılaşmasında, ilk etapta Eyüp’ün Mevlüde’yi anımsayamadığını fark ediyoruz. Anlamsal olarak değerlendirdiğimizde, Eyüp’ün tanıyamadığı kişinin Mevlüde değil kendisi olduğunu hissettiriyor film bize. Mevlüde Eyüp’ün çocukken neşeli, hareketli ve resme yetenekli olduğundan dem vururken ve geçmişe dair detayları yâd ederken, birini öldürmeyi planlayacak kadar uç noktaya yaşam onu sürüklemeden önce Eyüp’ün şahsiyetinin nasıllığına ilişkin bilgileri fısıldıyor. Kim olduğumuzla alakalı “ötekinin” varlığına ihtiyaç duyan ve “ötekiyle” birlikte kimliğini / var oluşunu inşa eden hepimiz gibi Eyüp de Mevlüde ile karşılaşmasından sonra dönüşüyor ve geri dönüşü mümkün olmayan yeni bir forma bürünüyor. İkilinin arasında geçmişte duygusal bir bağın mevcut olduğu hissini veren bu buruk karşılaşmanın uzun vadeli sonuçlarını seyretmek imkânlar dâhilinde değil fakat sahnenin Sevgili Lale Müldür’ün şiirinde olduğu haliyle “Kumru değiliz biz. / Geyiklerin sonu da çok acıklı / Ne kalıyor geriye?” diye sorduran bir tarafı var.

Filme Dair

“Hemmenin Öldüğü Günlerden Biri”, yönetmen Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen topladığı ödüllerle başarısını kanıtlamış ve yönetmen adına başarının devam edeceği mesajını sunan filmlerden biri olmuş. Film usta yönetmenlerin elinden çıkan filmleri andıran bir sinematik yapıya sahip olsa da, kurgusal ve oyunculuk yönlerinden yerel ve özgün bir lezzet bırakıyor. Belgesel zenginliğinde kurmaca bir zemin üzerine yerleştirilen bu filmi izlerken biz seyircilere de filmin tadını çıkarmak düşüyor. Perde macerasını tamamlayan film, kaçıranlar ve izlemek isteyenler için şu an Mubi platformu üzerinden yayınlanıyor. Şimdiden herkese iyi seyirler!

Yönetmen / Senaryo : Murat Fıratoğlu

Görüntü Yönetmeni : Semih Yıldız, Nedim Dedecan, Abdurrahman Öncü 

Kurgu : Eyüp Zana Ekinci 

Oyuncular : Salih Taşçıoğlu, Murat Fıratoğlu, Sefer Fıratoğlu, Güneş Sayın, Ali Barkın, Fırat Bozan, Çetin Fıratoğlu

Türkiye / Suç-Gerilim-Dram / 83 Dk.

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz