Kabuktaki Hayalet
Karanlık gelecekte ışığa ulaşmak
İngiliz yönetmen Rupert Sanders’ın “Kabuktaki Hayalet” bilimkurgusu, bir Japon animasyonundan uyarlama. Robotların ve modern mimarinin kuşattığı film, yeni varoluşçuluk üstüne de düşündürürken, IMAX perdede de muhteşem görüntüler sunuyor
2029 yılı… Karanlık gelecek. Diğer bir deyişle distopik bir dünya. Siber suçlar ve korsanlığı artmış. Robotlar hayatın ve suçun tam ortasında. Bu filme polisiye-bilimkurgu denebilir. Suçluların peşinde gerilimli ve merak duygusunu sürekli önde tutan 2017 yapımı “Ghost in the Shell-Kabuktaki Hayalet” bilimkurgusu, aslında 1995 yapımı Japon “Kokaku Kidotai?” animasyon filminden yola çıkmış. Bu animasyon, 1995’te Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan ilk animasyon filmi olmuştu. Mamoru Oshii’nin yönettiği bu filminin senaryosunu Kazunori Itô, Masamune Shirow’un mangasından yazmıştı. Japonlar, çizgi romana manga diyorlar. 1770’lerden beri.
Hanka Robotics, Mira adını verdiği yeni ve gözde robot, robot üretiminde bir evrim ve devrim. Bu yapay zekâ üretimi bir robot değil, insandan üretilmiş. Bu yeni robotta sadece insanın beyni var. İnsan formuyla yaratılan bu yeni tip robot, insan beyni taşıdığı için, duyguları ve hatıraları var. Ama vücudunun diğer yerlerinden hiçbir şey hissetmiyor. Onu, Dr. Oulet’nin başında olduğu ekip tasarlamış. Dr. Oulet, Mira’ya mülteci olduğunu söylüyor. Teröristler gemiyi basmış ve ailesi ölmüş. Mira’nın da beyni dışında kurtarılacak bir şeyi de kalmamış. Mira adı verilen bu robot çok güzel beyaz bir kadın.
Devlet kontrolündeki şirket onu “kötü”lere karşı bir polis gibi kullanıyor. Binbaşı rütbesine yükseltilen robot kadın, ilk görevinde şirketin başkanı Daisuke Aramaki’nin emrini beklemeden başarıya ulaşıyor. Vücudu hiçbir şey hissetmeyen Mira, robot olduğunun da farkında değil. İlk operasyonda “Geyşa” adındaki robotu vurduğunda içine şüpheler de düşmeye başlıyor. O da yaralandığında Geyşa’ya benzediğini fark etmeye başlıyor.
Kötülerin peşinde…
Bu robot projesi, Japon devleti tarafından yürütülüyor. Şirketin başında da Aramaki var. Şef Aramaki önde görünse de birçok şey şehir gibi karmaşık. İlişkiler ve çıkarlar da. İyi tarafın kötüleri de var. Binbaşı Mira, Batou’yla ikili oluyorlar. Kötülerle savaşılırken, Mira, bilgisayar oyununun içine dalar gibi zihinsel olarak Kuze’nin izini buluyor “hack”lenmeyi göze alarak. Kuze’nin yaşadığı gotik mekâna ulaşan Mira, kendi gerçekliğiyle karşılaşıyor. İnsan beyni taşıyan tek robot kendisi değilmiş. Birçok deney yapılmış. Kuze de onlardan biri. Onlar kabuktaki hayaletlerdi. Şimdi ne olacaktı? Mira, kendine, geçmişine ulaşabilecek miydi? Motoko kimdi? Geniş final bölümünde, Mira gibi seyirci de gerçeklikteki gerçeğe dokunuyor. Ama birçok şey değişmese de sevgiyi tadabilirdi.
Mira’nın varoluşuyla…
IMAX ve üç boyutlu “Kabuktaki Hayalet” bilimkurgusu, Mira’nın varoluşuydu. Filmde, felsefi düşüncelere dalarak robotik evrimin fütürist yansımasına dokunabiliyorsunuz. Bu filmde, fantastik gibi görünen Mira’nın süper bir savaşçı şimdilik bir tarafa bırakılırsa, perdeden yansıyan birçok şey uzakta değil. Fütürist olması da bu yüzdendi. Yapay zekâlar yavaş yavaş hayatın içine girmeye başladı. Robotlara, bu türden fütürist filmlerde insansı görünüm verilmesi fantastik olarak görülebilir. Felsefi boyutta, yapay zekâların insan gibi düşünmeye başlarlarsa ne olur, sorusuna cevaplar da aranıyor. Şimdilik tehlike yok. Mira, tasarlanmış ve varoluş verilmiş bir robot. Beyni insan. O, tasarlanmış bu yeni varoluşa mı, yoksa kendi varoluşuna mı ulaşacaktı? Belki cevaplar sonradan gelecek.
Muhteşem bir görsellik…
Bu filmi izlerken, Fritz Lang ustanın 1927 yapımı siyah-beyaz ve sessiz “Metropolis” bilimkurgusunu düşünüyorsunuz. Maria/Mira benzerliği yok filmlerde. Şehir tasarımı anlamında benzerlik var. “Kabuktaki Hayalet” filminde, tıpkı “Metropolis”teki gibi muhteşem modern mimari perdeyi kuşatıyor. Yönetmen Lang’ın filminde modern mimarinin yansıması varken, yönetmen Rupert Sanders’ın filmindeyse modernin ötesinde bir mimari öne çıkıyor. Konstrüktivist mimari deniyor buna. Perdede görünce anlamlandırabiliyorsunuz. İşte bu iki filmi yan yana koyduğunuzda mimarilerinin benzerliklerini de keşfediyorsunuz. Sanders, yukarıdan çekimlerle gökdelenleri kübist sanatı andırır biçimde yansıtıyor bir de. Filmdeki şehir Los Angeles’ı, Hong Kong’u, Tokyo’yu çağrıştırıyor. Filmdeki mimari görselliğin birçoğu bilgisayarla yaratılmış. Binalar arasında hologram, sanal görüntüler de yansıyor. Reklam yapılıyor şehir sakinlerine. Güzellik ve spor önemliydi. İç mekânlar da çarpıcı yansıyor filmde. Ayrıca gotik olan mekânlar da dışavurumcu estetikle yansıyor. Filde gerçeküstücü estetik öndeydi ama.
Londra’da 1971’de doğan İngiliz yönetmen Sanders, 2012 yapımı “Snow White and the Huntsman-Pamuk Prenses ve Avcı” filmiyle biliniyor. Bu bilimkurgusuyla sinema tarihine geçmiş olabilir. Eğer Akadami bu filmi anlamlandırabilirse önemli dallarda Oscarlara aday olabilir Sanders’ın filmi. “Kabuktaki Hayalet” filmini ve benzerlerinin felsefelerini anlamlandırabilmek için filozof Martin Heidegger’den, kuantum fiziğine, varoluşçuluktan postmodernizme savrulabilir insan. Öncelikle filmdeki mimari ve yapay zekâ üzerine düşünmek gerekecek. Filmin müziklerine de kulak verilmeli.