Kayıp Aranıyor / Searching
GÜNÜMÜZDE ARTIK BÖYLE ARANIYOR..
‘Kayıp aranıyor’ filminin, en gözümüze çarpan yanı, ne konusunun özelliği, ne olay örgüsünün akıcılığı ne de oyunculuk başarısı oluyor. Hatta filmin başarılı sürpriz finalinin bile seyircinin aklında kalacak ilk nokta olmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü bizce filmi benzerlerinden ayıran en önemli nokta, ‘Bir kişinin esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolması’ gibi işlenmiş bir konuyu ele alma biçimindeki modern, dönemimize uygu tutumu ve duruşu…
David Kim, karısı Sara ve kızı Margot ile, mutlu ve sakin bir hayat sürdüren bir aile babasıdır. Ailenin annesi Sara’nın hastalıktan dolayı erken ölümünden sonra, David kızıyla baş başa yaşamaya başlamıştır ve aile, bu trajik olaya rağmen hayatını bir düzene oturtmuştur. Fakat bir gün David’in 16 yaşındaki kızı Margot esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Kızından belli bir süre hiçbir şekilde haber alamayan David yerel polisi arar ve davaya bir kadın polis atanır. Polis merkezi gerekli araştırmaları yaparken David de kızının bıraktığı dizüstü bilgisayarı kurcalayarak kızının kayboluşuna dair ipuçları bulmaya çalışır…
Bir bilgisayarda hapsolmuş yaşam…
‘Searching’, daha ilk karesinde bize nasıl bir anlatım sunacağının sinyallerini veriyor. Yeni açılmış bir bilgisayar ekranın manzara görüntüsüyle başlayan film, yine bu bilgisayara kaydedilmiş görüntüler eşliğinde David’in ve ailesinin hayatından kesitler sunuyor. Bu kesitleri sonuç olarak bir bilgisayar ekranından izleyen seyirci, kısa bir süre zarfında, nasıl mutlu bir ailenin acı bir olayla sarsıldığına ve yine de ayakta kalmaya çalışarak kendi içinde bir düzen kurduğuna tanıklık ediyor.
Bu mesafeli anlatım başta bizi biraz şaşırtsa da filmin devamında bunun yönetmen tarafından sadece dramatik sahneleri fazla uzatmama ve asıl konuya hemen gelme çabasından daha farklı bir nedenle yapıldığını anlıyoruz. Kuşkusuz bu bilinçli anlatım tercihi duygu sömürüsüne kayabilecek sahneleri bertaraf etmek için de yapılmış olabilir, ancak filmin asıl konusunun da aynı şekilde, çoğunlukla bilgisayar görüntüleri eşliğinde aktığını göz önüne alırsak, yönetmenin bunu filminin senaryosunun ana merkezini dijital bir ortama kaydırmak ve burada yolunu bulmaya çalışan karakterler yaratmak amacıyla kullandığını söyleyebiliriz. Başta bize mesafeli hatta itici gelebilecek bu yaklaşım, film ilerledikçe yolunu buluyor ve filmin içine girmemizi sağlıyor.
‘Searching’ senaryosunun ana direğini genç kızın kaybolmasına bağlasa da filmde sürekli bize kendini hissettiren bir teknoloji daha doğrusu günümüz teknolojisi üzerinden insan ilişkileri eleştirisi söz konusu.
Filmdeki başkarakter David bile hayatındaki en önemli olayları dijital bir ortama yerleştirmiş ve kızıyla kurduğu iletişimin çoğu görüntülü telefon konuşmalarından yani facetime üzerinden akıyor. Hatta bu iletişim yöntemini sadece kızıyla konuşmak için değil gerektiğinde onu eleştirmek, hesap sormak için bile kullanılıyor. David karakteri kuşkusuz iyi bir baba ve kızına çok değer veriyor ama en sevdiği insanlar dahil hayatının büyük kısmını dijital olanaklara teslim etmiş bir karakter…
Baba, adeta bir dijital dedektif…
David’in yaşadığı bu teknolojik teslimiyet, kızının kaybolmasıyla, onu aramak için kendisi adına bir avantaja dönüşüyor, çünkü bu olayın ipuçlarını bulmak için yabancısı olduğu veya ucundan kıyısından tanıdığı bir ortama girmek zorunda kalmıyor. Kızının kendi bilgisayarında yaptığı kayıtları, girdiği internet sitelerini, yazıştığı kişileri bir bir çözmeye çalışan David, aslında kızının da bu dünyanın içine çok girdiğini (hatta belki kendisinden de çok) ve onun kendisine anlat(a)madığı birçok sorununu, düşüncesini ve değişik yönlerini bu dijital ortama emanet ettiğini anlıyor.
Bu arada şunu da belirtmemiz gerekir: filmin bu tutumunu, artık hayatımızın çok içinde olan, ve birçok işimizi de çok kolaylaştıran teknolojiye yönelik basit bir karalama gibi de görmemek lazım. Kuşkusuz iletişimde çığır açan Skype veya facetime gibi buluşlar hayatımızı iletişim açısından çok kolaylaştırıyor ancak bilindiği gibi bunları barındıran bilgisayar ve internet ortamı aynı zamanda birçok kavgayı, kaygıyı, hesap sormayı, bastırılmış istekleri ve karanlık sırları da barındıran ve bunları bir şekilde gömmeye, bastırmaya çalışan bir dünya.
David de ‘Searching’de tam da bu dünyaya dalarak yavaş yavaş, kızının asıl hayal kurduğu şeyleri, yazıştığı kişiler olmasına rağmen aslında oldukça yalnız olduğunu ve bazı kişilerin kızını sömürdüğünü, ona asıldığını hatta taciz ettiğini keşfediyor. Bütün bu bulduğu ipuçları, bir yandan kızının kayboluşundaki soruların bazılarını cevaplarken, bir yandan da aslında kızının kendisinden sandığından daha uzak olduğuna işaret ediyor. Örneğin kızının uzun zamandır devam ettiğini sandığı piyano kursuna gitmemesi ve parasını başka bir şey için saklaması veya kızının bilgisayar ortamında tanıştığı kişilerle yaptığı özel konuşmalar film ilerledikçe, baba David’i bir kuşkudan başka bir kuşkuya, bir şüpheliden başka bir şüpheliye götürüyor. Başkarakter, bu değişik sanal dünyalara gömülüp bazen yolunu kaybederken, biz de seyirci olarak ona eşlik ediyoruz.
Devreye giren kadın polis…
Hikayeye sonradan dahil olan ancak arama olayının tam merkezinde bulunan kadın polis, başta sadece işini yapan bir karakter gibi görünse de bu olay karşısında verdiği duygusal tepkiler onun her şeyden önce bir anne olduğunu ve olaylara karşı soğuk bir polis bakışı taşımadığını gösteriyor. Bu tutum bazı kişiler için profesyonellik açısından bir zayıflık gibi görünebilir ama bu sayede David bu karakteri bir polisten ziyada bir ortak, bir dost gibi görüyor ki bizce bu bağ kadın karakteri güçlendiriyor. İlgimizi çeken bir başka nokta ise, David’in bu karakterle de çoğu zaman facetime uygulamasıyla konuşması!
‘Searching’ gibi değişik bir şekilde yapılmış filmlerin, bütün saydığımız pozitif yanlarının yanında sahip olduğu bir dezavantajı ise klasik bir anlatım taşımaması ve kısa bir süre sonra seyircinin filmin bu tarzı kabul etmediği takdirde filme biraz uzak, mesafeli olarak kalmasıdır. Filmin ister istemez böyle bir risk taşıdığını da not düşmek isteriz.
Başta baba David karakterini oynayan John Cho olmak üzere, bütün oyuncular rollerini çok başarılı bir şekilde canlandırıyorlar. Ancak filmin oyunculuk açısından asıl yükünü StarTrek filminden hatırladığımız Cho ve kadın ajanı canlandıran Debra Messing taşıyorlar. İkisinin de performansı gerçekten takdire şayan…
Sonuç olarak ‘Kayıp aranıyor/Searching’ filmi, yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen, becerikli bir şekilde kurulmuş, heyecan verici bir gerilim/dram yapımı. Bunun yanında dozunda sosyal eleştirileri de inceden hissettiren bir film. Eğer bu tür filmlere meraklıysanız kaçırmamanızı tavsiye ederiz.
Yönetmen: Aneesh Chaganty
Oyuncular: John Cho, Debra Messing, Michelle La, Joseph Lee (II), Sara Sohn, Dominic Hoffman, Connor McRaith, Briana McLean…
Ülke: ABD