Tiyatrodan sinemaya başarılı bir uyarlama
“One Night in Miami / Miami’de Bir Gece”
En son, kendisine En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar ödülü getiren “If Beale Street Could Talk” (2018) filminde ve başrolünü üstlendiği TV dizisi “Watchmen” de izlemiş olduğumuz Regina King, Amerikan Sinema ve Televizyonunda 1985’den bu yana altmışın üzerinde ödül kazanmış 15 Ocak 1971 doğumlu saygın bir oyuncu. Yönetmenliğe 2013 yılında televizyon dizilerinde başlamış olan King, ilk uzun metrajı “One Night in Miami / Miami’de Bir Gece” ile geleceğin önemli yaratıcı sinemacılarından biri olacağını da kanıtlıyor.
Kemp Powers’in yazdığı aynı adlı tiyatro oyunundan, Regina King’le birlikte sinemaya uyarladığı “One Night in Miami” altmışların dört siyah ikonunun, İslam Ulusu / Nation of İslam hareketinin aktivist savaşçısı Malcolm X, henüz Muhammad Ali olmamış efsanevi boksör Cassius Clay, kadife sesli olağanüstü şarkıcı Sam Cooke ve o dönemde en önemli Amerikan profesyonel futbol liginin (NFL) efsanevi oyucusu, sonraların ünlü Hollywood yıldızı Jim Brown’un, birlikte geçirdikleri bir geceye odaklanır.
Gerçek olaylardan esinlendiği belirtilen film, 25 Şubat 1964’de, 22 yaşındaki Cassius Clay’in dünya şampiyonluğunu kazandığı maçın ardından bu olayı kutlamak için, hepsi de kendinden büyük üç yakın arkadaşıyla Miami’de bir motelde buluştuğu gecede geçer. Jim Brown yakın arkadaşı Clay’e şampiyonluk için dört dörtlük bir kutlama teklif ettiğinde genç şampiyon o gece bir motelde oturup konuşmak istediğini gerçekten söyler. Ancak Afro-Amerikan kökenlilerin varlıkların kabul ettirmek için ciddi bir savaş verdiği bu dönemde, dört arkadaşın o gece, 60’lı yıllarda ABD’de kara derili olmanın anlamını ve tüm şöhretlerine karşın kara derili bir ünlü olmanın ırkçı bir toplumdaki meşruiyetini sorgulayışları büyük olasılıkla Kemp Powers’in hayal gücüne borçlu olduğumuz kurgusal tartışmalardır.
Kariyerlerinin dönüm noktasında olan bu dört insan için bu gece, belki de geleceklerinin en belirsiz olduğu gecedir. Siyah Amerikalıları ayrı bir ulus ve Siyahları Allah’ın seçkin kulları, beyazları ise mavi gözlü şeytanlar olarak gören İslam Ulusu hareketinin en önde gelen yandaşı Malcolm X (Kingsley Ben-Adir) lider Elijah Muhammed’in ayrılıkçı görüşleri yüzünden hareketten ayrılmaya niyetlenmektedir.
Onun kılavuzluğunda Müslümanlığa geçiş yapmakta olan ve İslam Ulusu’na katılmaya hazırlanan Clay (Eli Goree) önderi olarak gördüğü ve sevdiği Malcolm X kadar inançlı olsa da, onun kadar radikal olmaya yatkın değildir. O gün beyaz bir arkadaşını (Beau Bridges) ziyarete giden Jim Brown (Aldis Hodge), bir “nigger” olduğu için, kendisine övgüler düzen yaşlı dostu onu evine sokmamıştır. Dünyanın en popüler sporcusu bile olsa derisinin rengi evin dış kapısını geçmesini engellemektedir. Bir filmde ikinci bir rol oynayarak yüklü bir para kazanmış olan Brown, meslek değiştirmeyi ciddi olarak öngörmektedir.
Malcolm’un kişisel çıkarı için kedini sattığını ve davadan tamamen uzaklaştığını iddia ettiği Sam Cooke (Leslie Odom Jr.) bir yandan kendini korumaya çalışırken, bir yandan da tüm iç çelişkilerinin açığa çıktığı bir vicdan muhasebesine girişmektedir.
Burada Netflix ya da Amazon Prime gibi pandemi döneminde sinemaya da öncülük eden kanallarda, günümüzde artık çözülmüş olarak bildiğimiz Amerika’nın “zenci” sorununun yeniden ön plana çıktığını irdelemek gerekir.
Netflix “Ma Rainey’s Black Bottom” ile 1920’lerin sonlarında, Amazon Prime “One Night in Miami” ile 1960’ların ortalarında, ülkede zenci / nigger düşmanlığının en akut olduğu dönemlerde geçen filmleri neden tekrar piyasaya çıkarıyorlar? Üstüne üstlük, klişelerden uzak kalmayı başarsalar ve meramlarını epey düzgün anlatsalar da neden iyi bildiğimiz bu öyküler tekrar karşımıza çıkarılıyor?
Bunun tek müsebbibi tabii ki kuruluşundan bu yana ABD’nin görmüş olduğu en kötü başkan olan Donald Trump’tır. Adam sadece yönetici olarak değil, insan olarak da kötü. Geçen yıl Netflix’de yayınlanan, yine gerçekten yaşanmış bir olaydan yola çıkarak beş Harlemli gencin, Central Park’taki vahşi bir saldırıyla, sadece orada oldukları için haksız yere suçlanmalarını anlatan “When They See Us” adlı mini dizide, genç bir Trump’ın televizyondaki nefret dolu ırkçı söyleminin gerçek görüntülerini izlemek bu kötülüğü hemen hissetmek için yeter. Bütün diktatör bozuntuları gibi insanları ayrıştırarak ve birbirine düşman ederek yönetmeye çalışan Trump, geçen yaz zenci karşıtı polis şiddetinin doruğa çıkmasına önayak olmuş ve ABD’nin gündeminde, ülke sanatına da yansıyan #BlackLivesMatter hareketinin yeniden canlanmasına sebep olmuştur.
Her şerde bir hayır vardır, derler. Bu rezalet de yukarıda sözünü ettiğimiz sağlam ve etkileyici sinema yapıtlarının oluşmasını sağlamış. Her iki film de, son yıllarda yazılmış ırkçılık ve ötekileştirme karşıtı iki oyundan uyarlanmış, mesajlarını çok parlak oyuncuoluklar aracılığıyla vermeyi başaran ilginç çalışmalar. “Ma Rainey’s Black Bottom” bilnçli olarak “filme alınmış tiyatro” tadını korurken “One Night in Miami” uyarlamaya özellikle sinemasal açıdan yaklaşmaya çaba gösteriyor.
Tiyatroyu sinemaya uyarlamanın en önemli handikapı, az sayıda mekân, oyuncu ve olayın durağanlaştırdığı gösterimde tiyatronun asıl büyük avantajı olan canlı oyuncuların da olmayışıdır. Regina King “filme alınmış tiyatro”dan olabildiğince uzak durmak amacıyla izleyiciye karakterleri motel dışında sekanslarla tanıştırır ve moteldeki konuşmaları, değişimli bir kurguyla, boks maçı gibi bölümler ya da bazı anlatılanları fiilen canlandıran flasback’lerle zenginleştirir. Bu flasback’ler, örneğin Sam Cooke’un konserinin anlatıldığı nefis sinemasal bölüm, olaylara ve öyküye ustalıkla bağlanarak organik bir bütünlük oluşturur. Karakterlerin her öne çıkışının görüntü düzenlemesine yansıtılması, grubun dinamiklerini, kişilerin öne çıktığı güç ilişkilerini ustalıkla aksettirir.
Tüm karakterlerin ustalıkla, gerçek ve doğru tasarlanmış olması, ilişkilerin ve duyguların en derinlikle kadar incelenmesi, oyuncuların kusursuz ekip yorumunu daha da heyecan verici kılıyor. Oyunculuktan gelen pek çok yönetmen gibi, Regina King’in oyuncu yönetimi müthiş. Gerçekten de dört ana karakterden yan rollere herkesin olağanüstü başarılı. Özellikle metnin de öne çıkardığı Malcolm ve Cooke, oyuncularına Oscar adalıkları getirecek düzeyde canlandırılıyorlar. Kingsley Ben-Adir, Malcolm X’in kararlılığını ve mücadeleci yönünü canlandırırken, kuşkularını ve insancıllığını da başarıyla aktarıyor. Leslie Odom Jr. Sam Cooke’a usta işi bir yorum getirirken, flashback konser sekansındaki ve filmin finalindeki performansıyla, efsanevi şarkıcıya yakışır bir sanatçı olduğunu kanıtlıyor.
Sonuç olarak “One Night in Miami” ABD’de ne yazıktır ki hâlâ sorun olmayı sürdüren ırkçılık ve ayırımcılık gibi toplumsal bir yarayla ilgili söyleyecekleri olan, ve bunları çok iyi söyleyebilen, çok iyi yönetilmiş, çok da iyi yorumlanmış bir film. Tiyatro uyarlaması olarak olabildiğince sinemaya yakın durması da çok etkileyici.
Yönetmen : Regina King
Senaryo : Kemp Powers
Görüntü Yönetmeni : Tami Reiker
Kurgu : Tariq Anwar
Müzik : Terence Blanchard
Oynayanlar : Eli Goree, Kingsley Ben-Adir, Aldis Hodge, Leslie Odom Jr., Lance Reddick, Jasmine Cephas Jones, Michael İmperioli, Beau Bridges
ABD / Dram / 114 Dk.