Oppenheimer
Vicdan azabının anlatılış şekli muazzam…
İnsanlığa kendi kendini yok etme gücü veren Oppenheimer’ın film boyunca göklere çıkartılışını ve göklerden aşağı itilişini izliyoruz. Yarattığı gücün sonuçlarını gördükçe yaşadığı vicdan azabının sözcüklerle değil de seslerle ve görüntülerle anlatılış şekli izleyicide muazzam bir etki bırakıyor. Hoyte van Hoytema, Nolan’ın uzun zamandır birlikte çalıştığı ve sinematografiyi emanet ettiği, işinin en iyilerinden diyebiliriz.
”Now I’m become death, the destroyer of worlds!”
Oppenheimer ilk atom bombasının test edildiği Trinity denemesinden sonra yukarıda yazan korkutan o cümleyi söylemişti. Bu cümle kendisine ait değil; ancak kutsal Hindu metni Bhagavad Gita’dan alıntıladığı, onu bir anlamda tanrılaştıran bu cümleyi beyaz perdede duymak seyirci için dehşet hissi yaratıyor.
Prometheus Göndermesi
Oppenheimer filminin senarist ve yönetmen koltuğu bilindiği üzere Christopher Nolan‘a ait. Filmin senaryosunu Nolan yazdı, ancak filmin hikayesi Kai Bird ve Martin J. Sherwin‘in American Prometheus kitabına dayanıyor. Ünlü bir Titan olan Prometheus’u bilmeyen yoktur. Ateşi çalıp insanlığa armağan eden ve sonucunda da ebedi bir cezaya çarptırılan kadim Tanrı. Kafkas dağlarında bir kayaya zincirliyken, Tanrıların görevlendirdiği bir kartal her gün aynı saatte Prometheus’un karaciğerini yemektedir ve yenen karaciğer her gün yenilenmektedir. Bu da sonsuz bir işkence demektir. Mitolojik hikayeyi neredeyse duymayan yoktur.
Oppeinheimer’a filmde Prometheus göndermesi yapılıyor. Büyük savaşı bitirmek için uğraşırken insanlığa korkunç bir silah armağan ediyor: İnsanlığın kendi kendisini yok etme gücü. Atom Bombasının babası olarak tanınmak, henüz sonuçlarına vakıf olmamışken büyük bir bilim adamı unvanı sağlarken; şartlar değiştiğinde tarihin kötü adamı ilan edilebilirsiniz. Tanrıyı oynamak bir süreliğine kişiyi Olimpos’un zirvesine taşıyabilir; ancak sizi dün elleriyle göklere çıkaranlar bugün yerin dibine gömebilirler. Tarih kahramanları ve kötüleri hatırlar. İşin acımasız kısmıysa; tarih değiştirilemezdir.
Tanrı Rolüne Bürünmek
İnsanlığa kendi kendini yok etme gücü veren Oppenheimer’ın film boyunca göklere çıkartılışını ve göklerden aşağı itilişini izliyoruz. Yarattığı gücün sonuçlarını gördükçe yaşadığı vicdan azabının sözcüklerle değil de seslerle ve görüntülerle anlatılış şekli izleyicide muazzam bir etki bırakıyor. Hoyte van Hoytema, Nolan’ın uzun zamandır birlikte çalıştığı ve sinematografiyi emanet ettiği, işinin en iyilerinden diyebiliriz.
Oppenheimer rolünde, şimdiye kadar hiçbir Nolan filminde başrolde görmeye alışık olmadığımız Cillian Murphy‘i izliyoruz. Bu rolü taşıması hiç kolay olmamıştır ve rolünün böylesine hakkını vermesi muhtemelen ona bir Oscar adaylığı getirecektir. Murphy dışında filmde çok özel isimler mevcut diyebiliriz. Lewis Strauss karakterine hayat veren Robert Downey Jr.‘ın da yardımcı erkek oyuncu kategorisinde Oscar adayı olacağını şimdiden öngörebiliriz. Filmde yer alan az sayıdaki kadın oyunculardan Oppenheimer’ın eşi rolünde Emily Blunt‘ı, sevgilisi rolünde de Florence Pugh‘u izliyoruz. Bu iki başarılı oyuncunun diyalogları filmde feci şekilde sırıtıyor. Dahi bir yönetmen olarak anılan Nolan‘ın, bu seviyede başarısız kadın karakter yazması şaşırtıcı bir detay diyebiliriz. Başarısızlık olan Nolan‘ın kadın karakter yazması, oyuncular değil. Bunu, altını kalın harflerle çizerek belirtmek gerekiyor.
Oyuncu kadrosunun kalabalık olması özellikle dikkat çekiyor. Filmde figüran sayılacak rollerde Oscar kazanmış ya da Hollywood’da çok sevilen ve başrollerde izlemeye alışık olduğumuz isimler var. Buna da Nolan‘ın başarısı demek doğru bir tespit olacaktır. Matt Damon‘ı, canlandırdığı Leslie Groves rolünde izlemek epey keyifliydi. Matt Damon‘ı izlemek her zaman keyiflidir, çünkü o Matt Damon.
Rami Malek, Josh Hartnett, Tom Conti, Gustaf Skarsgård, Casey Affleck, Kenneth Branagh, Gary Oldman, Dane DeHaan, Benny Safdie, Jason Clarke kalabalık kadrodan sayabileceğimiz bazı usta oyuncular…
Oppenheimer’a Dair Her Şey
Filmde sadece Atom Bombasının yapılışı, dünyaya etkileri anlatılmıyor. Dönemin Amerika’sı, komünist tehditler, bilim adamlarının tarihi duruşları, Hitler‘in her tarihi filmden bir şekilde seyirciye göz kırpışı, Soğuk Savaş Döneminin başlangıcı, Oppenheimer’ın hayatının önemli detayları, iç hesaplaşmaları…
Christopher Nolan tek bir filmle çok fazla hikaye anlatmak istiyor. Dolayısıyla filmin süresi üç saati buluyor. Yine de her şeyi anlatmaya çabalarken bazı yerler eksik kalıyor ve belki de Amerika’nın en büyük utancı olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların sadece diyaloglardan ibaret olarak kalması noksanlığıyla yüzleşiyoruz. Yaşanan korkunç trajedinin sonuçlarının dünyaya yansımaları bile yeterince aktarılmıyor. Sonuçlarla değil de Oppenheimer’ın yaptıklarıyla yüzleşmesine tanıklık ediyoruz. Bu bir biyografi filmi olduğu için anlaşılır bir durum olarak kabul edilebilir, ancak Amerika’nın Atom Bombası hakkında yaptığı her filmde (izlediklerim arasında) ”kendimi eleştiriyorum” tutumunun görüntüsel ya da anlatımsal açıdan aksaması da düşündürücü.
Atom Bombası test edilirken gördüğümüz ateşin Amerikalıları korkutmak yerine mutlu etmesi izleyici için bulantı hissi doğurabilir. Hiç gösterilmeyen gerçek bombaların eksikliğine rağmen, insanlığın tiksindirici güç arzusu karşısında bir kez daha huzurumuz kaçıyor.
Filmde Oppenheimer’ın iç çatışmalarını izlemek ona empati kurmamızı sağlıyor; ancak empati kurarken diğer taraftan da bombaların dünyaya bıraktığı derin ve tamiri mümkün olmayan izlerini düşünürken buluyoruz kendimizi. Oppenheimer’a empati beslediğimiz için kendimizi sorguluyoruz. Nolan‘ın seyircisine bunu kasten yaptığını düşünmeden edemiyoruz. İşin duygusal tahribatı, tarihin hatırlattığı gerçekler ve sinemanın güzelliği karşısında büyüleniyoruz. Final repliğiyle kalbimizde bir baskı ve boğazımızda bir yumruyla sinema salonundan ayrılıyoruz. Christopher Nolan, beklenen sinematik tarzının çok ötesinde bir film yaparak Prometheus’un ateşi armağan etmesi gibi seyircisine bu filmi armağan ediyor. Uzun zamandır film hakkında yazılıp çizildiği ve Nolan sinemasından beklentinin hep üst düzeyde olduğunu düşünürsek, Oppenheimer hakkında seyircinin ikiye bölüneceği zaten kesin olan bir durumdu. Bir filmi iyi ya da kötü olarak değerlendirmek herkesin kişisel hakkıdır; ancak bazı filmlere kötü demeden önce hakkında nasıl yapıldığına dair birkaç yazı okumak gerekiyor. En azından çekilen filmin teknik detaylarını öğrenmek eleştiri dozunu düşürecektir.
IMAX Faktörü
Oppenheimer IMAX için çekilmiş en uzun süreye sahip film olarak diğerlerinden ayrılıyor. Filmi IMAX’te izlemek bir farklılık elbette, ama IMAX izlemek elzem sayılmaz; çünkü genel itibariyle diyaloglardan oluşan bir film. Siyah beyaz sahnelerinde analog kamera kullanılmış. Bu ayrıntı filmi özel kılıyor, çünkü bu bir ilk. Filmdeki patlama sahnelerinde yönetmenin CGI teknolojisi kullanmadığı ise filmin tanıtımı yapılırken öğrendiğimiz bir ayrıntıydı.
Oppenheimer; kahramanlıkla, dünyanın en kötü insanı olmak arasında ince bir çizgide duruyor.
Bu filmin epik bir biyografi olduğunu söyleyen de olacaktır; bir bilim insanının yozlaşması diyen de çıkacaktır. Filmde Nolan, hikayeyi tek taraflı anlatıyor. Oppenheimer’ın iç hesaplaşmaları olmasa, tarihin yüz karası olan Atom Bombasının yıkımını ve yıllarca süren zararlarını bilmesek, test atışında başarılı olduk diye sevinen bir grup insan için alkış tutabilirdik. Filmin konusu seyircinin onayladığı türden olmasa da filmin çapraz kurgusu, oyuncu ve görüntü yönetimi alkışlanmayı hak ediyor. Filmde kullanılan renk paleti değişimdeki ustalık başarılı olan teknik detaylardan biri daha dedirtiyor. Çapraz kurgu oldukça başarılı akıyor; ancak filmin uzun süresi, diyalog yoğunluğu ve diyalog sahnelerindeki yakın plan çekimler sayesinde seyirci filmi izlerken biraz yorulabilir.
Oppenheimer, Interstellar, The Dark Knight, Inception ya da herhangi bir Christopher Nolan filmini izliyorsanız, filmi sevin ya da sevmeyin, sinematik açıdan onun filmlerini çoğu yönetmenden ayıran, bazen ne olduğunu bile çözemeyeceğiz bir detay mutlaka bulursunuz. İşte o detay sinemaya aşık bir adamın filmini izliyorum dedirtmeyi başarıyor.
Yönetmen : Christopher Nolan
Senaryo : Christopher Nolan, Kai Bird
Görüntü Yönetmeni : Hoyte Van Hoytema
Kurgu : Jennifer Lame
Müzik : Ludwig Göransson
Oyuncular : Cillian Murphy, Robert Downey Jr., Matt Damon, Emily Blunt, Rami Malek, Florence Pugh, Josh Hartnett, Casey Affleck, Kenneth Branagh, Jason Clarke, Benny Safdie, Dane DeHaan, Jack Quaid, Matthew Modine, Dylan Arnold
ABD / Biyografi-Tarihi-Gerilim-Aksiyon / 180 Dk.