Pavarotti
Sınır yaşamın en ucunda bir Tenor : Luciano Pavarotti..
Açılış yavaştan hızlıya aydınlanan Amazon ormanlarından bir görüntü ile başlar. Yıllar önce İtalya sanatının üstünlerinden Enrico Caruso’nun Pavarotti ile özdeşlenen “O Sole Mio” parçasını da seslendirerek konser verdiği o küçük yerde, bu kez kendisinin, bir başka efsanenin, Pavarotti’nin ses vermesi ile gireriz beyazperdeye. O küçük salonda Pavarotti dünyasının o ilk işaretlerini bulmak mümkündür. Muzip, çocuksu, naif karakterli, ama aynı zamanda vefakar bir Pavarotti. Sonra belgesel ilerleyen sekanslarında Pavarotti dünyasının içyüzünü gittikçe aydınlatıverir.
Oscar ödüllü Ron Howard yönetiminde çekilen belgesel tarz olarak klasik bir anlatı türünü tercih etmiş. Yani canlandırmalar yok, dış mekanda çoğunlukla Pavarotti’nin kendi iç sesi kullanılmış ve bunlar tanık anlatımları ile desteklenmiş. Belgesel tanıklıklarında kızları, eski ve ikinci eşi, menajerler, sahne sanatçıları bir bir yaşadığı anı demetini koyarlar izleyicinin önüne. Ancak Pavarotti gibi 20. yüzyılın bu büyük dahisi hakkında sanırım o kadar çok şey biliniyor ki, belgesel çıkışında size sunulanlar tam tatmin edici gözükmeyebilir. Pavarotti Kuzey İtalya’da bulunan “Modena” kentinde, aslında sanatçı ruhlu bir aile içinden çıkıyor. Babası, Pavarotti’nin anlatımına göre, kendisinden daha iyi sese sahip fırıncı iken, annesi puro fabrikasında çalışan bir işçidir.
Modena’da filmin bitiş fragmanlarından da anlaşıldığı üzere Pavarotti ile ilgili bir müze ev de bulunmakta. Kilise korolarında ve katolik inancın yoğun hisleri içerisinde geçen bir çocukluk ve sonrasında iyi eğitimin katkısı, Rossini adı verilen bir koro ile Galler bölgesinde kazanılan bir yarışma ve sesinin olağanüstü hali ile Milano’daki La Scala’dan, Metropolitan’dan, New York Central Park’a, İngiltere’deki en nitelikli konser salonlarına değin adını gençliğinde bir çok klasik opera temsilinde göstermeyi başarması, yani başarı merdivenlerini hızlı bir şekilde tırmanması geçer bir bir önümüzden. Hatta 1966 yılında “La Fille du Regiment” isimli eserde yüksek perdeden dokuz C’yi seslendirebilen tek tenor olduğunu öğreniriz. Bunun ne anlama geldiğini müzikten anlayan herkes çok iyi kavrar.
“Tosca”, “La Bohem”, “Seville Berberi” ile operanın klasiklerinin en iyi temsil örneklerini verdikten sonra, sıra özellikle 90’lı yıllarda “Pavarotti’nin Arkadaşları” adı altında, hayır amacı ile verilen konserlerle geniş bir müzik becerisine sahip olduğunu gösterir yönüne gelir. Ancak her yenilikçinin kaderi gibi, bu da ciddi eleştirilerin muhataplığına yol açar. Rönesans ve 19. yüzyıl opera temsillerinden Bryan Adams, Bono, James Brown, Mariah Carey, Eric Clapton, Sting, Spice Girls’e kadar popüler sanatçılarla verilen konserler Pavarotti isminin kimilerince yıpratılma fişeklerine dönüşür. Menajer kavgalarıda işte tam böyle bir zamanda ortaya çıkar.
Belgesel özellikle Bono ile olan konser kayıtları ve Bono’nun hazırladığı “Miss Sarajevo” şarkısının seslendirmesi ile Bosna savaşının korkunç görüntüleri eşliğinde izleyiciye tuhaf bir his sunar. Benzer şekilde Prenses Diana ile olan dostluğu, Londra’daki yağmur eşliğinde söylenen parçalar ve Prenses’in Pavarotti’ye olan sevgisi de yine belgeselin altını çizdiği anlardır. Tabiki üstünde durulan bir yönde, Pavarotti’nin aşklarıdır. Bilhassa kendisinden 34 yaş küçük Nicoletta Mantovani ile olan aşkının önce baskı nedeni ile saklanması, ki o dönem 1961 yılında evlendiği Adua Veroni ile henüz boşanmamıştır. Katolik kesimin, öncesinde iyi bir aile babası olarak görülen Pavarotti’nin püritan benzeri yaklaşımla katolik kesimce dışlanmasına neden olacaktır. Zira her şey ayyuka çıkmış, Barbados adasında Pavarotti ile Mantovani arasındaki yakınlaşma basın tarafından afişe edilmiştir.
Hele belgeselde katolik yaşlı insanların Pavarotti ile ilgili sert, konservatif yaklaşımları, kimi rönesans tablolarındaki “Tuba ağacı”ndan kovulan “cadı” temsilleri ile eşdeğerdir. İlerleyen anlarda pankreas kanseri nedeni ile gerçekleşen ölüm sürecine yol alınır. Belgesel özellikle kimi bilinmeyen fotoğraf sunumları ile kuşkusuz önemli. Ayrıca özellikle, Luciano Pavarotti, Plácido Domingo ve Josè Carreras’ın gösterilen kimi konser kayıtlarını dinlemek de inanılmaz bir seyirlik zevk sunuyor bizlere. Ancak yine de Ron Howard ismi ile Pavarotti bir arada anılınca daha benzersiz bir eser izleyeceğiz izlenimi ediniyoruz. Sonucun bu olmadığını maalesef görüyoruz. Yine de, her şeye karşın filmin bize, 6 Eylül 2007 yılında ölen, o cüsseli, sempatik, çocukluğumuzun en bilinen tenorunu ne kadar özlediğimizi hissetirmesi de az buz şey değil tabiki. Meğerse sıkı bir spagetti tutkunu İtalyan, yenilikçi, kararlı ve aslında tam anlamıyla klasik yönleri olan bu çocukluk kahramanımızı ne kadar sevmişiz ve özlemişiz…
Yönetmen : Ron Howard
Senaryo : Mark Monroe
Müzik : Ric Markmann, Matter Music, Dan Pinnella, Chris Wagner
Görüntü Yönetmeni : Axel Baumann
Oyuncular : Bono, Plácido Domingo, Spike Lee, Nelson Mandela, Stevie Wonder, Zubin Mehta
ABD-İngiltere / Biyografi-Müzik-Dökümanter / 114 Dk.