Rocketman

Rock dünyasının abartılı ve parıltılı queer ortamında, dokunaklı bir Sevgi Arayışı Öyküsü..

Bohemien Rhapsody”nin çekimlerinin bitmesine üç haftadan az bir zaman kalmışken yönetmen Bryan Singer’in işten çıkarılması, kariyeri boyunca sık sık kendisine yöneltilmiş olan, reşit olmayan genç erkeklere cinsel taciz iddialarını yeniden gündeme getirmiş, ancak gerek filmin yapımcıları gerek başrol oyuncusu Rami Malek, bu varsayımları reddederek, Singer’in gönderilme nedeni olarak Rami Malek ile yaşadığı anlaşmazlıklar, setlere sık sık geç kalması ve kimi zaman da birkaç gün hiç gelmemesi olduğunu belirtmişlerdi.

Prodüksiyonun bitmesine çok az kalmışken kovulmasına rağmen Singer, Yönetmenler Birliği’nin kararıyla “Bohemian Rhapsody”nin tek yönetmeni olarak kabul edilmiş ve filmin jeneriğine sadece onun adı yazılmıştı. Filmin çekimlerini tamamlayarak post prodüksiyon safhasını da üstlenen diğer yönetmenin adı da jeneriğe alınmamıştı. Halbuki filmi tamamlayan Dexter Fletcher, çok önemli bir İngiliz sinemacı. Henüz 10 yaşındayken Alan Parker’ın “Bugsy Malone” filminde küçük bir rolle oyunculuğa başlamış, sinema ve televizyonda yüzü aşkın karakter canlandırmış bir oyuncu. Has sinemaseverler onu Derek Jarman’ın “Caravaggio” filminin genç Caravaggio’su olarak anımsarlar umarım. 2011’den beri yönetmenliğe de başlamış olan Dexter Fletcher, dördüncü uzun metrajlı filmi “Rocketman”da, bir başka efsanevi İngiliz pop/rock şarkıcısı, beste yazarı ve piyaniste, Elton John’un yaşamının ilk kırk yılına odaklanıyor.

Kapılar çarparak açılır. Koridoru aydınlatan ışıkta, pırıltılı kırmızı giysisi, devasa tüy kanatları ve boynuzlarıyla bir şeytan silueti belirir. Koridoru apartman topukları üzerinde salına salına adımlayan Şeytan, bir rehabilitasyon gurubunun arasına dalıverir. Elmas taklidi taşlarla çevrili kalp şeklinde pembe gözlüklerin içinden, aralarına girdiği terapi gurubunun / filmin izleyicisinin gözünün içine bakarak “Adım Elton Hercules John, ve ben bir alkoliğim” der şeytan. Başta kokain her türlü uyuşturucuya, sekse ve alışverişe doyumsuz bir bağımlılığı olduğunu da ilâve eder.

Filmin omurgasını oluşturan bu gurup terapi seansı boyunca, Elton bizlere, Londra banliyösünden Reggie Dwight’ın, dâhi bir çocuk piyanistten, nasıl dünya çapında bir süperstara dönüştüğünü, anne ve babasından hiç görmediği sevgiyi ömür boyunca aramanın getirdiği hayal kırıklıklarını, homofobik bir dünyada eşcinsel olmanın zorluklarını, tüm kırılganlığına rağmen bağımlılıklarının desteğiyle savaş verme çabalarını ve nihayetinde tükenmişliğini anlatır.

Billy Elliot” ve “Victoria & Abdul” gibi filmlerin senaryosunu yazmış olan Lee Hall’in kaleme aldığı son derce sağlam senaryoda, çok kişisel bir öykü anlatıldığı için, Elton John’un eşcinsel kimliği büyük doğallıkla verilir. Cinselliğin her daim kutlandığı filmde homoerotik boyuttan zekice uzak duran Fletcher, ışıltılı bir “camp” estetiğiyle 1980’lerin “ballroom” kültürünün öpüşen, birbirini okşayan ve sevişen erkeklerini öyküsüne yansıtır.

Fletcher’ın bir büyük başarısı da, aslında sevgisizlik ve sevgiyi arama üzerine bir meditasyon olan dokunaklı öyküsünün, duygusal boyutunu hiç göz ardı etmeden, klasik MGM müzikallerinin en parlak döneminin benzersiz tadıyla harmanlayabilmiş olmasında.

Filmde müziğinin ele alınışına gerçekten de şapka çıkarmak gerekiyor. Elton John’un şarkılarının metnin duygusuna entegre olarak, öyküyle bütünleşerek kullanılması, şarkılı ve konuşmalı bölümler arasındaki geçişlere etkileyici bir doğallık ve gerçeklik sağlıyor.

Ön plana Queen’in müziğini alarak, Freddie Mercury’nin yaşam öyküsünü bir araç olarak kullanan “Bohemian Rhaosody” ile, Elton’un yaşamı ve bu yaşamın aynası olan benzersiz müzikleri aracılığıyla, asıl amacı yalnızlığın, sevgisizliğin ve sevgiye açlığın trajik boyutunu vermek olan “Rocketman” arasındaki en büyük farklılık da burada.

Psikolojik ve felsefi boyutuyla “Rocketman”ın çok daha derinlere inen bir iş olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu düşünce, göreceli olarak daha yüzeysel bulduğum “Bohemian Rhapsody”yi de farklı bakışlı bir iş olarak çok beğenmiş olmamı engellemiyor.

Dünya çapında iki eşcinsel starı ele alan bu iki filmi karılaştırmak bazı yönlerden farz oluyor. Müzik kullanımlarında da dikkat çekici farklılıklar var.

Her ne kadar ölümünden sonra Queen uzun süre varlığını sürdürmüş olsa da “Bohemian Rhapsody”nin merkezinde Freddie Mercury var, ve filmin finalindeki, türünün doruk noktalarından benzersiz Live Aid konseri bölümü, bir solo konser gibidir.

Rocketman”da, Elton John şarkıları, çocuk Reggie’yi kuzeybatı Londra’daki evinden olağanüstü bir dans gösterisine uçuran “The Bitch Is Back”la başlayarak birbirinden yaratıcı koreografilerle sunuluyor. Elton’un havuzda intihar teşebbüsüne dönüşen sahnede, kurtarıcı sıhhiye timinin hiç sorun yokmuş gibi, onu süslü püslü bir kostümle ambalajlayarak sahneye fırlatması olağanüstü. Finalde, Elton John’un gerçek yaşamdaki nefis clip’inde, film hilesiyle Taron Egerton’un John’un yerini alması çok başarılı. Sahneden taşarak seyirciyi saran şarkı ve koreografileri kaydeden kameralar, kendileri de baş döndürücü bir tempoda dönerek, çekim aygıtlarının bile dans ettiği izlenimi bırakıyorlar.

Filmin uygulayıcı yapımcıları arasında yer alan Elton John, şarkıların playback’ten değil, güzel ötesi sesi ve tekniğiyle çok iyi bir şarkıcı olan filmin baş aktörü Taron Egerton tarafından seslendirilmesini yeğlemiş. Sadece Elton John’un film için özel olarak bestelediği, sözleri kadim dostu ve kankası Bernie Taupin’e ait olan “(I’m Gonna) Love Me Again” adlı orijinal şarkıyı John ve Egerton birlikte söylüyorlar.

Gerçekten ilginç bir adam bu Elton John. Cannes’da film sonrası partisinde olsun, filmin promosyon konserlerinde olsun Egerton’a, arada bir şarkıya katılarak eşlik edecek kadar da alçak gönüllü (ya da kendine güvenen) biri.

Bence iki filmin ortak noktası, mükemmel bir başoyuncu. Freddie Mercury yorumuyla Oscar’ı bileğinin hakkıyla almış olan Rami Malek gibi, Elton John’u canlandıran Taron Egerton’un sağlam yorumu da, kendisine büyük olasılıkla çok sayıda adaylık getirecek.

Filmin neredeyse her karesinde var olan Egerton, fiziksel olarak pek fazla benzemese de, devasa gözlükleri, frapan kostümleri ve benzersiz ayakkabılarıyla şaşaalı bir şovmen olarak sahne üstünde büyük başarıyla Elton’laşabiliyor. Tüm şöhretine ve parasına rağmen, zorba ve içten pazarlıklı sevgilisi ve menajeri John Reid’in karşısındaki çocuksu ve çekingen hâliyle, anne ve babasının ondan esirgediği sevgiye duyduğu hasreti iç burkucu bir inandırıcılıkla aktarıyor. Performansının önemli desteği de, şeytanı Reid’i canlandıran Richard Madden ve bütün o olağanüstü şarkılarının sözlerini yazmış olan, kardeşten de yakın gerçek dostu, ilk gençliğinden bugüne bir kez bile kavga etmediği, iyilik meleği Bernie Taupin’i oynayan, Billy Elliot’dan beri çıtayı her dem biraz daha yükseltmiş olan müthiş oyuncu Jamie Bell.

Sağlam senaryosu, dört dörtlük sahnelenişi ve parlak oyunculuklarıyla müthiş etkileyici, müzikal sinemanın başyapıtlarına başarıyla selam çakan çok iyi bir film. Kaçırmayınız!

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz