Hastalık…Sevginin Hep Gerisinde…
Bu kez İngiltere’deyiz…Araçların karşılıklı uyum içinde geçtiği bir köprü üzerinde, artık yaşlarını almış bir çift, akşam sporundan dönmekte; onların çocuklar gibi birbirlerine takılmış arkadan görüntüleri yansımakta ilkin bize. Akşam evlerinde sporun faziletleri, içilen içeceklerden, yenilen yemeklere değin onunla bağlantılı kilo alma telaşı ekseninde her evde geçen sıradan konuşmaları sonrasında, Joan (Lesley Manville) uyumaya giden eşini yanına çağırarak sol göğsüne bakmasını ister. Zira yumru gibi birşey vardır orada ve de bunun kist olmasından şüphe duyar. Tom (Liam Neeson) cool tavrıyla telaşa gerek olmadığını, sabah hastaneye gitmesini söyler eşine ve günü bu şekilde kapatırlar…Sonrasında yapılan tetkik sonuçlarında Joan’ın meme kanserine yakalandığı anlaşılır. Ve bu kısımdan itibaren eşlerin, hastaneye gidiş gelişleri, tedavi süresi içindeki bekleyişleri sırasında zaman zaman iğneleyici laflar yöneltseler de, özünde derin bir tutku ile birbirlerine bağlı olduklarını anlamaya başlarız.
Film, salt eşler arasında hastalık süresince Tom’un eşi Joan’ı teselli etme gibi bir viraja saplanmıyor. Yapım kısmi başarısını da zaten film süresince istismara saparak izleyende bir eksen kayması yaşatmayan bu yanında bulduruyor. Sadece eşler arasında geçen bir öykülemenin daraltıcı etkisine karşı da, hastalık tanı ve tedavi süresince yan konuların da filme dahil edildiğini, ancak bunun zoraki bir eklemleme boyutunda olduğunu görüyoruz. İlk başta hissedilmese de, hastalığın ortaya çıktığı anlarda, Joan’ın eşine “iyi ki kızımız burada yok, duysaydı çok üzülürdü” demesinden ve sonraki mezar sahnesinden, küçük ailenin sevgili kızları Debbie’nin vefat ettiğini anlıyoruz. Bu haliyle salt eşli bu yalnız aileye karşı izleyende empati kurulması daha bir kolaylaşıyor.
Filmin bir başka yan öyküsünün kahramanları ise aynı zamanda Debbie’nin ilkokul öğretmeni olan ve daha ölümcül bir kanser hastalığı ile boğuşan Peter (David Wilmot) ile arkadaşı Steve (Amit Shah) arasında. Steve, Tom kadar soğukkanlı olamamakta ve tedavi süresince arkadaşını hep kantinde beklemeyi tercih etmekte. Hastane sekanslarında aynı kaderi paylaşan iki hasta, Joan ile Peter arasında gelecek, ölüm, geride kalanlar konusunda geçen konuşmalarla film devam ediyor. Karı kocanın Peter hakkındaki geçmişten gelen kibirli olduğuna dair peşin hükümleri, Peter’in hastalık öyküsü ve yaşadıklarıyla bir bir kayboluyor.
Zayıf kurgu, gittikçe azalan seyir zevki…
1993 yılında “Schindlerin Listesi” filmiyle Akademi Ödülleri’nde adaylığı bulunan Liam Neeson ile yine kendisi gibi 2017 yılı “Phantom Thread” filmindeki rolüyle Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne aday gösterilen başarılı İngiliz oyuncu Leslie Manville, hastalıkla başetmek durumunda olan karakterleri sergileyen oyunculuklarıyla gayet başarılılar. Zaman zaman umursamaz tavırları olsa da, Tom karakterine hayat veren Neeson, eşine özünde çok bağlı olup, sorumluluklarını asla aksatmamayan eş rolüyle, oyunculuk yeteneğini gösteriyor. Yine kanser hastalığının ilk evrelerinden, ameliyat aşamalarına değin, bir hastanın kemoterapi sonrası fiziksel değişiminden, yakınlarına acıyı hissettirmemeye değin tüm hassasiyetlerin sergilenmesine, bütün olarak Joan karakteri ile Manville‘nin de oldukça göz dolduran bir oyunculuk gösterdiği tereddütsüz söylenebilir.
Ancak, filmin kuşkusuz İngiliz sinemasındaki o yavaş anlatımlı estetik yönü bulunsa da, ilk başta ilgi ile izleten yapısı, ikinci kısmı olarak görülebilecek hastane içindeki yan konularda izleyicide ilgi sapmasına neden olabiliyor. Buralarda yönetmenin tercihi, bir bakıma bulanıklaşıyor. Ev içi eşyalar etrafında, koltuklar, yemek masası gibi kişileri bütünleyen ve içindekilerle ancak anlam ifade eden bu ev içi dekoratif nesnelerin, hastanede tedavi görmesi nedeni ile evde tek başına kalan Tom ile birlikte yansıtılması aslında izleyende derin etkiler bırakabiliyor. Buna estetik tercih olarak yavaş, dik ve kenar perspektifli, renk uyumlu ve müzik ilaveli bütünleyenlerin de ilavesi başlı başına psikolojik öğelerle yüklü bir sevgi aktarımını kolaylaştırabilirdi. Hem de bazı sahnelerde ne de güzel yansıtılmıştı.
Eşinin dökülen saçlarını kestiğinde karşılıklı esprilerle bu anı dramatize boyuttan çıkartmaları yahut kemoterapi sırasında rüyada görülen o tren sahnesi aslında filmin bir başka ve daha tutarlı bir yöne kaymasına imkan da veriyordu. Ancak yan öykünün dahili ile izleyende bir kopukluk hissi yaratıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zoraki ekleme gibi duran yan öykü yerine, eşlerin ev içi mekansal ve biraz da alegorik duran anlatım tercihi ile hastane odasında Joan’ın örneğin tedavi korkusu duyduğu anlaşılan genç kız ya da yaşlı hastalarla olan kısımları daha derinleştirilip filmin farklı bir rotada ve izletmeyi başaran bir boyuta gelmesi olasıydı zannımca. Ancak bu haliyle eksikleri bulunmakla birlikte yapım yine de izlenmez de değil kuşkusuz…
Yönetmen : Lisa Barros D’Sa, Glenn Leyburn
Senaryo : Owen McCafferty
Görüntü Yönetmeni : Piers McGrail
Müzik : David Holmes, Brian Irvine
Oyuncular : Liam Neeson, Lesley Manville, David Wilmot, Amit Shah, Lalor Rody, Geraldine McAlinden, Maggie Cronin, Desmond Edwars
İrlanda-İngiltere / Romantik-Dram / 92 Dk.