Saygın sinema festivallerimizin başlarında gelen Adana Altın Koza Film Festivali, pandemi nedeniyle bu yıl kapsamını daraltarak, sadece Öğrenci Filmleri Yarışması ve Ulusal Yarışmayı içeren kısıtlı bir program uygulamak zorunda kaldı.
Göreceli bir rahatlamanın ardından tehlike çanlarının yeniden çalmaya başladığı bu dönemde, festivalin asıl sahibi olan Adana’da çok sayıda gösteri ve etkinlik gerçekleştirirken, çoğu İstanbul’da yaşayan jüri elemanlarına ve film ekiplerine bulaşma tehlikesini önlemek amacıyla, filmler jürilere İstanbul’da özel bir mekânda izletildi, sadece jürilerin ve film ekiplerinin katıldığı Ödül Töreni de İstanbul’da, Beşiktaş Süleyman Seba Kültür Merkezi’nde yapıldı. Seçildiği günden beri festivali sahiplenmiş ve her türlü desteği sağlamış olan, Festival Onursal başkanı Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Festival Yürütme Kurulu Başkanı Menderes Samancılar da ödül törenine katılarak ev sahipliğini üstlendiler.
Yarışmanın filmlerine ve sonuçlarına geçmeden önce, Altın Koza’nın geçen yıl bizi misafir ettiği Adana’daki çok başarılı bulduğum organizasyonunu bu yıl da, gerek SİYAD Jürisi olarak katıldığımız film gösterimlerinde gerekse Ödül töreninde aynı başarıyla sürdürdüğünü gözlemlediğimi belirtmek isterim. Adanalıların geçen sene bizi çok mutlu etmiş olan samimi misafirperverliğini ve sıcak insan ilişkisini aynı sevecenlikle sürdürerek her dem yanımızda olan Festivalin Sinema Programları Koordinatörü, Festival Genel Koordinatör Yardımcısı C. Ceren Yazıcıoğlu’ya özellikle teşekkür ederim.
27. Altın Koza Uzun Metrajlı Film Yarışması seçkisinde bulunan “Bilmemek”, “Ceviz Ağacı”, “Körleşme”, “Nasipse Adayız” ve “Plaza” filmlerini İKSV Ulusal Yarışmasında seyretmiş ve izlenimlerimi ORTAKOLTUK’ta paylaşmıştım.
Bunlar arasında en çok beğendiğim iki filmden biri olan, Ercan Kesal’ın yazıp yönettiği “Nasipse Adayız”, İKSV Jürilerinin verdiği En İyi Yönetmen (Ercan Kesal) ve En İyi Kurgu (Ali Aga) Ödüllerini bu kez sırasıyla FilmYön ve Ulusal Yarışma Jürisi’nden tekrar aldı. Başkan Füsun Demirel, üyeler Ayfer Tunç, Can Atilla, Damla Sönmez, Feza Çaldıran, Seren Yüce ve can dostum Sevin Okyay’dan oluşan Ulusal Yarışma Jürisi de, En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini “Nasipse Adayız” filmine verdi; Selin Yenici de aynı filmle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü paylaştı Sinema dünyasının en sevilen insanlarından sevgili dostumuz Ercan Kesal’ın bu başarısı hepimizi çok mutlu etti.
Ancak en azından onun kadar mutlu olduğumuz olay ise, benim seçkide en çok beğendiğim, İKSV Jürisinin göz ardı ettiği, Ankara Jürisininse En İyi Film ödülüne layık bulduğu “Bilmemek” filminin, 27. Altın Koza’da hak ettiği ilgiyi görmesi oldu.
Viktor Apalaçi, Erman Ata Uncu ve ben Erdoğan Mitrani’den oluşan SİYAD Jürisi olarak, tüm yarışma filmlerini izleyip tartıştıktan sonra, kaybı hâlâ içimizde kanayan bir yara olan sevgili kardeşimiz adına verilmekte olan SİYAD “Cüneyt Cebenoyan” En İyi Film Ödülünü gönül rahatlığıyla Leyla Yılmaz’ın yazıp yönettiği “Bilmemek” filmine vermeyi kararlaştırdık.
Ulusal Yarışma Jürisi de “Bilmemek” filmine Yılmaz Güney Jüri Özel Ödülünü, filmi yazan ve yöneten Leyla Yılmaz’a da En İyi Senaryo Ödülünü ve En İyi Yönetmen Ödülün verdi.
Bu dört prestijli ödülle birlikte, filmin baş kadın oyuncusu Senan Kara’nın En İyi Kadın Oyuncu seçilmesi, filmin müthiş başarılı genç oyuncusu Emir Özden’in Umut Veren Genç Erkek Oyuncu ödülüne ortak olmasıyla “Bilmemek” gecenin yaratıcılarına en çok ödül getiren filmi oldu.
Yine daha İKSV seçkisinde yer alan “Plaza” ve “Ceviz Ağacı”nın başoyuncuları, En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaştılar.
Oyunbaz’ın, İş Oyuncuları’nın ve Stüdyo Oyuncuları’nın çok etkileyici genç oyuncusu, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda şarkıcılığını da ortaya koyan Onur Berk Arslanoğlu, “Plaza” ile sinema oyuncusu olarak da iddialı olduğunu ortaya koydu. Sinema, dizi ve tiyatro oyuncusu Serdar Orçin, iyi orta ya da kötü sayılabilecek yapımlarda bile her zaman üst düzey oyunculuğunu konuşturmuş fenomen bir oyuncu. Sadece bu yıl pek sevemediğim “Ceviz Ağacı” ile değil, Altın Koza’nın geçen yıl en zayıf halkası olarak gördüğüm “Uzun Zaman Önce” ile de Ankara’da da fazlasıyla hakkedilmiş birer ödül kazandı.
27. Adana Altın Koza Yarışması’ndaki diğer ödüllerden, bu kez ilk izlediğim filmleri ele alırken söz edeceğim.
Onur Ünlü,’nün son filmi “Topal Şükran’ın Maceraları”, geçen yıl Antalya’dan beri festivallere katılmış, ancak yapımcılarının (şahsen saygı duyduğum) kararıyla hiç çevrimiçi gösterilmemiş.
Onur Ünlü, kendine has absürt ve fantastik bir mizah duygusu olan, absürdü ‘anlamsız’la eşdeğer kabul edip saçma sapan olarak nitelemeyen, rasyonalist ve kartezyen olmayan paralel bir mantığa dayandırdığı öyküleri, “kendi gerçekleri” içinde tutarlı ve keyifle izlenen işlerde yapan özgün ve farklı bir sinemacıdır. Devamlı araştıran tarzını ve sinema dilini yenileyen Ünlü son zamanlarda, “Demokratik Dramaturji” adını verdiği yeni bir bakış açısıyla burjuva sanatı olarak nitelediği sinemanın kemikleşmiş anlatı konvansiyonlarından, giriş-gelişme-sonuç gibi kalıplardan kurtulmuş bir sinema yapma gayretine girmiştir. Yazıp yönettiği “Topal Şükran’ın Maceraları” (2019), “Demokratik Dramaturji”nin yeni bir aşaması, filmin ara yazılarla açıklanan konuşmasız biçemidir. 10 yaşlarında bir çocukken geçirdiği kaza sonrasında topal kalan, hayatı boyunca bu gerçeklikle yüzleşmeye çalışarak sevginin, aşkın peşinden gitmeye çalışan, da her zaman olumsuzluklar, hatta trajedilerle karşılaşa bir kadının sembolik imgelerle bezenmiş bu masalı öyküsünde Şükran, insanlarla bağ kurmak için ne kadar çabalasa da, karşı cinsle olan ilişkilerinde hep hüsrana uğrar. Kendi cinsine yönelmesi de düş kırıklığıyla sonlanan kadının durmaksızın tekrarlanan çaresizliği, ara yazılarla tiye alınan giriş-gelişme-sonuç kalıplarını yıkan diyalogsuz bir traji-komedi olarak anlatılır. Bol kanlı, çişli ve kusmuklu anlatımı kimi izleyiciyi zorlasa da, hınzır güldürü öğeleri, etkileyici renk kullanımı ve özellikle abartısında bile çok başarılı olan, fetiş oyuncusu her zamanki gibi müthiş Demet Evgar’lı, epizodik rollerinde hem inandırıcı hem komik Bora Akkaş ve Halil Babür’lü, oyunculuklarıyla gerçekten keyifli (!!??) bir seyirliktir. En İyi Sanat Yönetmeninden daha fazlasını hak ettiği kanısındayım.
(***)
Barış Hancıoğulları, yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı filmi “Yeniden Leyla”da, Karel Reisz’in, bir film ekibinin çekmekte oldukları öykü ile gerçek yaşamlarında kurmaca ile gerçekliğin iç içe geçtiği 1981 yapımı “The French Lieteunant’s Woman / Fransız Teğmenin Kadını” filmindekine benzer bir biçem kullanmış. Birinci bölüm, Esenler’de bir gecekonduda yaşayan, tamirhanede çıraklık yapan, içe dönük, doğuştan dilsiz (ama sağır değil) Umut ile onu çok genç yaşta doğuran annesi Leyla’nın, ara ara Oidipus kompleksinin su yüzüne çıktığı ilişkisinin, son zamanlarda annesiyle görüşmeye başlayan bir yabancı sebebiyle alt üst oluşunun öyküsüdür.
Filmin ikinci bölümünde ise Umut ile Leyla’yı canlandıran oyuncuların öyküsüne geçilir. Her iki öykünün de inandırıcılıktan uzak gelişim ve finalleri sebebiyle ilginç çıkış noktası ve ustalıklı karakter ilişkileri ne yazıktır ki, tam bir başarıya ulaşamıyor. Birbirinden ilginç oyunlarla tiyatromuzda sağlam bir yer edinmiş olan, bazı dizilerde ve filmlerde izleyici karşısına çıkan, Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülünü de Emir Özden ile paylaşmış olan Umut’u canlandıran Ahmet Melih Yılmaz, bu ilk başrolünde çok başarılı.
(**1/2)
Fatih Özcan’ın yazdığı ve yönettiği “Mavzer” aslında sinemalarımızda sayısız kez izlediğimiz, kırsal kesimde bir miras davasının birbirine düşürdüğü iki düşman kardeşin hikâyesi. Öyküye bir nebze özgünlük getirmek amacıyla sürülere dadanan, dişisi ve yavrusu vurulunca da intikam peşinde kavgaya katılan bir de kurt var. Niğde’nin karlarla kaplı vahşi ve ıssız doğasında ustalıkla çekilmiş olması ve başarılı oyuncu yönetimi öykünün alışılmış klişelerden kurtulmasına yetmiyor. Orçun Özkılınç’ın En İyi Görüntü Yönetmeni ve Ozan Çelik’in En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödüllerini, Seda Türkmen’in En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülüne ortak olmasını şahsen çok isabetli buldum.
(**1/2)
Gökçin Dokumacı’nın yazıp yönettiği “Kuyudaki Taş”, delilikle ilgili bir belgesel. Bizim hezeyan dediğimiz, ama belki de zihinleri paralel bir evrene takılıp kalmış, farklı bir mantık ve inanç silsilesi yaşayan ve düşünenlerle ilgili. İstanbul’un farklı semtlerinde yaşayan bu “deli”lerin uzun monologlarını iç içe geçiren çekimlerden oluşuyor. Fikir gerçekten parlak. Aslında 25-30 dakikalık bir kısa ya da 40-45 dakikalık bir orta metraj olsa ilgiyle sonuna kadar izlenebilir. Ancak, her birinin kendisi için değişmeyen temalar etrafındaki bitmez tükenmez çeşitlemelerini 80 dakika boyunca izlemek deneyimi, bir işkenceye dönüşebiliyor.
(**)
Umut Evirgen’in yazıp yönettiği “Ben Bir Denizim” çelişkilerle dolu bir baba-oğul ilişkisini, 20 yaşlarındaki karton toplayıcısı Deniz ile, bu kartonları depolayıp satan babası üzerinden anlatıyor. Karton toplayıcıların dünyasına eğilecek ilginç bir çalışma beklerken karşımıza giderek mantık dışına çıkan inandırıcılıktan yoksun bir öykü çıkıyor.
(**)
Bir Altın Koza daha böylece geçti. Yeni yeni Festivallerde buluşmak üzere hepinize sağlıklı seyirler dilerim.