38. İstanbul Film Festivali
38. İstanbul Film Festivali Programındaki Hoş Sürprizlerle Sinefillere Bir Şölen Yaşattı
François Ozon mahkemesi süren bir pedofili davasını anlatan ‘Yüzleşme’ ile Katolik kilisesine cesur bir eleştiri getiriyor. Catherine Corsini yine yaşanmış bir hayat öyküsünü perdeye taşıyor. ‘İmkânsız Aşk’ ile yüreklere hitap eden bir aile dramı anlatıyor. ‘Edmond’ Cyrano de Berjerac oyununun yazılış serüvenine odaklanıyor. ‘Okul Çıkışı’ distopik öyküsü ve getirdiği çağdaş toplam eleştirisiyle festivalin en iyileri arasına giriyor. Bu yazıdaki yedi filmle festivalde sinemaseverlere gerçek bir şölen yaşatan Fransız sinemasının iyi yolda olduğu neticesini çıkarmak mümkün.
FRANSIZ SİNEMASININ GÖVDE GÖSTERİSİ
Fransız sineması 38. İstanbul Film Festivali’nde görkemli bir gövde gösterisi yaptı. Berlin’de Altın Ayı Ödülünü İsrail filmi ‘Synonymes’e kaptıran François Ozon’un, ikincilik ödülü sayılan Jüri Büyük Ödül’üne kaydırılan ‘Yüzleşme/Grace A Dieu’sü festivalin en kaliteli 2-3 filminden biriydi.
Festivalin açılışını yapan Fransız filmi ‘Edmond’ tiyatro-sinema işbirliğinin verimli bir ürünü olarak UNIQ’teki Açılış Gecesinde bulunanların beğenisini kazandı. ‘Fransız tiyatrosunun prensi’ lakaplı genç deha, dramaturg, oyuncu ve oyun yazarı Alexis Michalik, Molière ödüllerini kazanan, aynı adlı gişe rekortmeni oyununun sinema uyarlamasını kendi üstlendi.
Tiyatro oyunlarındaki hareketli sürükleyici tempoyu, senaryo yazarlığını ve mizansenini üstlendiği filmine de yansıtan Michalik ‘Edmond’da üstün yönetimiyle olağanüstü bir deneyim sundu.
Filmin kahramanı şaşaalı Belle Epoque döneminde Paris’te yaşayan genç ve yetenekli yazar Edmond Rostand. 1897’de geçen konusuyla film yaratıcılığı tıkanan Rostand’ın efsane oyuncular Sarah Bernard ve Constant Coquelin’in ısrarıyla kaleme aldığı, şanı yüzyılları aşan oyunu, meşhur ‘Cyrano de Berjerac’ın ortaya çıkış hikâyesini anlatıyor. Frankofon izleyiciler için işitsel bir şölen hüviyetindeki film, mükemmel diyaloglar ve oyuncu performansları ile öne çıktı.
Festivalin ağır toplarından ‘High Life’ın yıldızı Juliette Binoche’un festivalde gösterilen bir başka filmi ‘Hangi Kadın / Celle Que Vous Croyez’ hem eğlenceli hem hüzünlü bir filmdi.
Safy Nebbou’nun senaryosunu yazıp yönettiği film sosyal medya çılgınlığının ve sanal dünya algılarının gerçek hayatı nasıl etkilediğine gençler değil farklı bir yaş grubu üzerinden bakıyor.
Binoche’un canlandırdığı 50 yaşındaki iki çocuklu akademisyen Claire, genç sevgilisini sosyal medya üzerinden gözetlemek amacıyla Facebook’ta sahte bir hesap açıyor, 23 yaşındaki sarışın güzel Clara oluveriyor.
Sevgilisinin en yakın arkadaşını tuzağa düşüren Claire oyununu sürdürünce dramatik gelişmelere sebep oluyor. Juliette Binoche’un olağanüstü performansıyla bu ilginç konulu film festivalin gözdeleri arasına girdi.
PEDOFİLİ KORUYAN BİR KATOLİK DÜNYASI
Katolik kilisesinde pedofili suçlamasıyla ilgili açılan ilk davayı sinemaya taşıyan ‘Yüzleşme/Grace A Dieu’ travma ve cesaret konularını titizlik ve büyük hassasiyetle ele alıyor.
Gerçek bir vakadan esinlenerek filmin senaryosunu yazan François Ozon, belki de kariyerinin en cesur ve en iddialı filmine imzasını atıyor. Duygu dolu bir dille, yüreklere hitap eden bu filmin 140 dakikalık süresinde tempo hiç düşmüyor.
Katolik kilisesinin (Vatikan’ın onayı ile) pedofil bir rahibi korumasına alıp suça iştirak etmesini, olayı örtbas etmek için tüm imkanlarını kullanmasını gözler önüne seren film, cesaretiyle övgüyü hak ediyor.
Benzer bir konuyu 2004’te Pedro Almodovar ‘Kötü Eğitim/La Mala Educacion’da işlemişti. Ancak pedofili vakasına kurbanların açısından bakarak, duygu sömürüsünden uzakta kalmayı başararak François Ozon, Katolik kilisesinin suskunluğunun suça iştirak anlamı taşıdığını kanıtlamayı başarıyor.
Geriye dönüşlerle 1980’li yıllara dönen film sıçramalarla günümüze gelerek, Katolik ruhbanların pedofili vakalarının kurbanı dört yetişkin adamı izliyor. Öğretmen bir anne, bankacı bir baba, dördü erkek beş çocuklu Guérin ailesinin reisi olan Alexandre (Melvil Poupard), Lyon’da geçirdiği çocukluk yıllarında rahip Bernard Preynat’ın (Bernard Verley) tacizine uğramıştır.
25 yıl aradan sonra aynı rahibin hâlâ çocuklarla çalıştığını ve kiliseden uyarı bile almadığını öğrenen Alexandre, durumu değiştirmek için harekete geçer.
Kilisenin başından beri her şeyin farkında olup rahibi koruma altına aldığını öğrenen Alexandre diğer taciz kurbanlarına ulaşmaya çalışır. Ateist François (Denis Menochet), psikolog karısının desteğini arkasına alan cerrah Gilles (Eric Caravaca), fakir ve işsiz Emmanuel’in (Swan Arlaud) olay dâhil olmasıyla açılan polis soruşturması, medyanın da desteğiyle mahkemeye taşınır.
Bu dört yaralı ruhun kendi anılarının da yüzeye çıkmasıyla, suskunluğun yükünden kurtulmaya karar vermeleriyle, intikam amaçlı değil, adaletin yerini bulması savaşı başlar.
Rahip Preynat’nın başından beri pedofili suçlamasını kabul edip inatla özür dilememesi, kilisenin pedofil rahipleri suçladığını ilan etmemesi karşısında örgütlenen, sayısız pedofili mağdurunun ortaya çıkmasına sebep olan dört öncü erkeğin başlattığı direnişi, François Ozon pişmanlık ve vicdan azabı temaları eşliğinde anlatıyor.
Bu şefkatli ve güçlü dramayı Ozon polisiye film temposuyla, eksilmeyen bir gerilimle perdeye taşırken oyuncularından yüksek verim almadaki becerisini yineliyor.
Xavier Legrand’ı Venedik’te En İyi Yönetmen yapan ‘Velayet/Jusqu’a La Garde’da (2017) harikalar yaratan Denis Menochet ile deneyimli aktör Melvil Poupaud oyuncu kadrosunda öne çıkıyorlar.
İKİ KEYİFLİ FRANSIZ FİLMİ
Yönetmen Philippe Garrel’in aktör oğlu Louis Garrel, “boynuz kulağı geçer” dedirmek için kamera arkasına geçip, ikinci uzun metrajlı filmine ‘Sadık Bir Adam/L’Homme Fidéle’ ile imzasını atıyor. Yanına iki güçlü destekçi alarak yola çıkan Louis Garell, eşi Laetitia Casta ile başrolleri paylaşıp, senaryo yazılımı için 88 yaşındaki veteran Jean-Claude Carriére’i alıyor.
Abel (L.Garrel) sevgilisi Marianne’ı (L.Casta) yakın arkadaşı Paul’a kaptırdıktan sekiz yıl sonra, aniden ölen Paul’un cenazesinde unutamadığı sevgilisiyle yeniden birlikte olabileceğini düşlüyor. Kederli bir olayı fırsata dönüştürmesi için Abel’in önünde iki engel vardır. Biri Marianne’ın oğlu Joseph, diğeri Paul’un kız kardeşi Eve (Lily- Rose Depp).
İki kadın arasında gidip gelen bir erkeğin kararsızlığını bir ‘durum komedisi’ formatında işleyen film, komedi, dram ve biraz da Fransız Yeni Dalgası öğeleri içeriyor. Vanessa Paradis ile Johnny Depp’in kızı Lily-Rose Depp iki deneyimli oyuncuya eşlik ediyor.
90 filmlik aktörlük kariyerine senaristliği de ekleyen Michel Blanc, beşinci yönetmenlik denemesi ‘Bakın Nasıl Kıvırıyoruz/Voyez Comme On Danse’ ile Fransızların aldatma konulu filmlerde rakip tanımadıklarını bir kez daha doğruluyor.
Michel Branc’ın kaleminden çıkma keyifli ama sivri diyaloglar, müthiş bir oyuncu kadrosunun canlandırdığı her biri birbirinden acayip karakterleriyle film, dostluk ve arkadaşlık hakkında hareketli bir komedi. Film orta yaşını geçen Parisli burjuva Julien’in ailesi ve yakınlarıyla ilişkisinin bir bir bozularak hayatını mahvetmelerini izliyor. Oğlu, karısı, sevgilisi, oğlunun sevgilisi, onun annesi, dostları, hep sanki Julien’in huzurunu kaçırmaya niyetlenmişler gibi, kendilerini olmayacak durumlara sokuyorlar. Karin Viard’ı, Charlotte Rampling’i, Carole Bouquet’i, Jacques Dutronc’u izlemek çok keyifli.
ETKİLEYİCİ BİR AİLE DRAMI
13 uzun metrajlı filmlik kariyerindeki aşk filmleriyle tanınan Fransız yönetmen Catherine Corsini’nin ‘Un Amour Impossible/İmkansız Aşk’ı, 38. İstanbul Film Festivali’nin en hoş sürprizlerinden biriydi. Filmini takdim etmek üzere şehrimize gelen Corsini, filminin yaşanmış bir hayat hikâyesini anlatan, arkadaşı Christine Angot’nun romanından alındığını anlattı.
Romancı Angot ile müştereken yazdıkları senaryo, 40 yıla yayılan öyküsüyle, taşrada mütevazı bir hayat sürdüren, babasız büyüyen Yahudi Rachel’in (Virginie Efira), hayatının tek aşkı zengin genç Philippe ile inişli- çıkışlı ilişkisini anlatıyor.
Catherine Corsini “Romanı okuduğumda, bu kadar kötü olayların bir kadının başına gelmesi imkânsız diye düşünmüştüm. Ama gerçek bir hayat hikâyesi olduğu için sinemaya aktarmam şat oldu” diyerek bu aile dramını film yaptığını anlattı.
Acımasız, zalim ve despot ruhlu bir erkeğin, kendisi için her türlü fedakârlığa katlanan bir kadının hayatını zindan etmek için yaptıklarını anlatan film, aile içi duygusal zulüm ve tacizi ele alan son derece etkileyici bir yapıt.
1950’lerin sonunda başlayıp 50 yıla yayılan bir zaman diliminde geçen konusuyla film, Rachel’in kültürlü, varlıklı ama gizemli bir genç olan Philippe ile tanışmasıyla başlıyor.
Kendisini sevdiği adama teslim eden, ondan bir kız çocuğu doğuran Rachel sayısız kez aldatılır, terkedilir. Philippe’in başkasıyla evlenmesine rağmen onu uzaktan sevmeye ve gelmesini beklemeye devam eder. Philippe ailesine ensest dâhil her türlü adiliği ve kötülüğü yapar. (Ve festival filmlerinin en nefret edilen kişisi olur).
Film, üç kahramanını, klasik bir anlatıya karşın değişen bakış açılarıyla, imkânsız sevgilerle ve acı sırlarla dolu bir ömür boyu izler. Filmografisinde 13 uzun metrajı bulunan senarist-yönetmen Catherine Corsini (62), ilgiyi sürekli ayakta tutan düzgün bir mizansen eşliğinde, yüreklere hitap eden bir dille, insanın içini acıtan filmin konusunu anlatır.
Kendisine en büyük desteği vererek filmin başarısında da başrolü oynayan Virginie Efira belki de kariyerinin en başarılı performansına bu filmde imzasını atar. Komedi ağırlıklı filmlerinden tanıdığımız bu güzel ve yetenekli aktris, ilk kez dram türü denediği ‘İmkânsız Aşk’ı baştan sona sürüklüyor.
DİSTOPİK, ÇAĞDAŞ BİR TOPLUM ELEŞTİRİSİ
38. İstanbul Film Festivali’nin sürprizlerinden biri de distopik bir öykü anlatan Fransız filmi ‘Okul Çıkışı/L’Heure de la Sortie’ idi.
Henüz ikinci filmini yapan genç bir yazar-yönetmen olan Sebastien Marnier’in, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan bu filmi belki de 38. festivali en başarılı ve etkileyici filmlerinden biri.
Konusu Fransız taşrasında, Saint Joseph adlı bir lisede geçen film, tedirgin edici müzikleri, karanlık ve yoğun atmosferiyle diken üstünde izlenen bir gerilim ve gizem filmi.
Film, süper zekâlı 12 öğrencilik bir sınıfta, öğretmenin kendisini pencereden boşluğa atıp intiharıyla başlıyor. 40 yaşındaki Pierre (Laurent Lafitte) üstün yetenekli çocukların sınıfına atanır atanmaz tüm öğrencilerin kendisine cephe almasına anlam veremez. Zengin burjuva ailelere mensup, şımarık ama son derece zeki olan talebeler disiplin tanımadıkları gibi müdüriyetin de desteğini arkalarına aldıkları için Pierre’e hayatı zindan eder.
Dünyanın ekolojik bir felaketin eşiğinde olduğunu düşünen bu süper yetenekli çocuklar başta Pierre’e ilginç ve ketum gelir. Birtakım tekinsiz olaylar sonrasında Pierre, bu öğrencilerden altısının mezuniyet töreninden sonra gizlice bir şeyler çevirdiğine inanır ve esrar perdesini aralamayı kendince bir takıntıya dönüştürür.
‘Okul Çıkışı’ ilk sahneleriyle, 2008 yılında Cannes’da Altın Palmiye kazanan ‘Sınıfta/Entre Les Murs’ filmini akla getiriyor. Öğretmenlik kariyerinde yaşadıklarını otobiyografik bir kitaba aktaran François Begaudeau senaryo yazılımına katıldığı filmin başrolünü de üstlenmiş, yönetmen Laurent Cantet kariyerinin başyapıtına imzasını atmıştı.
Ekolojik dertler ve çevre kirliliğine kafayı takan liseli gençler geleceklerinin parlak olmayacağı bilincinde, istikballerini karanlık görmektedir. Bu konuda harekete geçmek için hazırlık yapan, örgütlenen gençleri sırlarını açığa çıkarmak, hiçbir destekçisi olmayan Pierre’e düşecektir.
‘Okul Çıkışı’ ile huzursuz edici atmosfer yaratmada büyük bir başarı sağlayan Sebastien Marnier, gerilim temposu yüksek bu distopik filmiyle, çağdaş bir toplumsal eleştiri getiriyor. Deneyimli aktör Laurent Lafitte ve her biri harikalar yaratan 16-17 yaşlarındaki amatör oyuncular kendisine destek veriyorlar. Üç müzisyenden oluşan Zombie Zombie grubunun ‘soundtrack’i filmin artıları arasında.