43. İstanbul Film Festivali

SİNEMA ŞÖLENİ BAŞLIYOR

43. İstanbul Film Festivali 17- 28 Nisan arasında gerçekleşecek.

Festival programında 132 uzun metrajlı film var. Bu yazımda festivali izlemek ve ön satışta bilet satın almak isteyen okurlarım için programdaki filmlerin tanıtımını yapmaya çalışacağım. Yazıya sığmayanlar gelecek haftaya kalacak.

GİDECEK YER YOK / NO OTHER LAND

43. İstanbul Film Festivali 17- 28 Nisan arasında gerçekleşecek. Dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler, genç yeteneklerin son filmlerinin aralarında olduğu 132 uzun metrajlı filmden oluşan zengin bir program sinemaseverlerle buluşacak. 12 gün boyunca, film gösterimlerinin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla söyleşiler yapılacak. Bunlar arasında, Alman sinemasının Altın Palmiyeli yönetmeni Wim Wenders festivalin onur konuğu olarak ilk kez İstanbul’a gelecek. Festivalde 3 filmi gösterilecek olan Wenders, ayrıca festival kapsamında bir festival sohbeti gerçekleştirerek izleyicilerle buluşacak.

İst. Festivali programında Şubat ayında gerçekleşen Berlin Film Festivalinde öne çıkan, iyi eleştiri alan, ödül kazanan çok sayıda film var. Bunlar arasındaki Berlin Belgesel Ödülü ve Panorama İzleyici Ödülü kazanan “Gidecek Yer Yok / No Other Land”in Filistinli aktivist yönetmeni Basel Adra ve filme katkısı bulunan İsrailli gazeteci Yuval Abraham’ın ödül gecesinde Gazze’de ateşkes çağrısında bulunması olay olmuştu. Abraham sosyal medya hesabından yaptığı paylalımda İsrail’in Kanal 11 televizyonunda “Yahudi karşıtı” ilan edilmesinin ardından ölüm tehditi aldığını duyurmuştu. Yapımı 5 yıl süren filmde Adra, sınırın öte yanındadan mücadelesine katılan İsrailli Abraham ile alışılmadık bir ittifak kurmuştu.

43. İstanbul Film Festivali’nin bu yılki gösterimleri Nişantaşı City’s’in 2 salonunda, Beyoğlu Atlas ve Beyoğlu Sineması, Kadıköy Sinematek ve Kadıköy Sinemasında günde 5 seans olarak yapılacak. Lale Kart üyelerine yapılan indirimin dışında, 65 yaş üzeri sanatseverlerin tüm seanslarda yüzde 25 indirim hakkı bulunuyor. Bu yazımda festivali izlemek ve ön satışlardan bilet satın almak isteyen okurlarım için programda yer alan filmlerin tanıtımını yapmaya çalışacağım. Yazıya sığmayanlar gelecek haftaki yazıma kalacak. Altın Ayı ödüllü filmden başlayalım.

DAHOMEY

ALTIN AYI ÖDÜLLÜ BELGESEL

Berlin Film Festivali 2 yıl üst üste 2 Fransız sanatçının belgesel filmlerini Altın Ayı Ödülü ile taçlandırdı. Geçen yıl Nicolas Philibert’in “L’Adamant”ından sonra bu yıl Mati Diop’un “Dahomey”i büyük ödülle kucaklaştı. Film 26 yıl yağmalanmış sanat ederlerinin 2021’de Fransa’dan Benin’e iade ediliş sürecini konu alıyor. Eserlerden birinin bakış açısından anlatılan “Dahomey”, bir yandan sömürgeciliğin mirasına değinirken bir yandan da nesnelere özellik kazandıran ışıltıları inceliyor. Film 1982 yılında Fransız sömürge güçlerinin bugünkü adı Benin Cumhuriyeti olan dönemin Dahomeuy Kırallığından yağmalanarak Fransa’ya getirdikleri eserlerin bazılarının iade edilmesini anlatıyor. Peki, kadim atalar vatana döndüğündev nasıl karşılanmalılar ? Abomey-Calavi Üniversitesi öğrencileri, tartışmalarda bu konuyu ele alıyor.

BİR GEZGİNİN İHTİYAÇLARI / A TRAVELLER’S NEED

GÜMÜŞ AYI ÖDÜLÜ G. KORE’YE

Sade öykülerin ustası Hong Sang-Soo’nun Güney Kore’de geçen, son Berlin Film Festivali’nin Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödüllü filmi “Bir Gezginin İhtiyaçları / A Traveller’s Need”in başrolünde, Fransa’nın en büyük sinema yıldızlarından İsabelle Huppert var. Her filmiyle uluslararası bir festivalde boy göstermesine alışık olduğumuz G. Koreli usta bu filmde Fransız diva Huppert ile 3. kez birlikte çalışıyor. Seul’de yaşayan, geçmişi hakkında hiçbir şey bilmediğimiz İris geçimini Korelilere Fransızca öğreterek sağlıyor. Küçük kartlara şiirsel ifadeler yazıp öğrencilerine veren İris, bunların ezberlenmesini talep ediyor. Giydiği parlak yeşil hırkası ve hasır şapkasıyla İsabelle Huppert bulunduğu şehre ait olmadığını gösteriyor. Sang-Soo sinemasının karakteristiği olan şiirselliği ile ödüle doymayan bir yönetmen olduğunu yinelemiş oluyor.

İMPARATORLUK / L’EMPİRE

BİLİMKURGU FİLMLERİ PARODİSİ

Berlin Film Festivali’nden Gümüş Ayı Jüri Ödülü sahibi olan “İmparatorluk / L’empire”de kendine özgü mizahını hiç taviz vermeden sürdüren Bruno Dumont, Fransa’da doğan bir bebeğin nasıl gezegenler arası bir savaşa yol açtığını, gişe canavarı uzay destanlarını tiye alarak anlatıyor. “L’empire”de Bruno DumontKüçük Serseri / P’tit Quinquin” ve “Coincoin et les z’inhumains” filmlerinden tanıdığımız coğrafyaya, Boulogne-sur-mere bölgesine geri dönüyor. Yine abartılı, farklı bir bilimkurgu parodisine soyunan yönetmen, titizlikle inşa ettiği bir görsel evreni gözlere seriyor. Fransız sanatçı, insanların arasına sızan iyileri ve kötüleri sembolize eden 2 uzaylı topluluğunun mücaderlesinde yine evrensel ve metafizik konulara kafa yormaya çalışıyor. Devasa uzay gemileri eşliğinde film bilimkurgu türüne eleştiri getiriyor. Dumont’un senaryosundaki naif ama zeki karakterlerle gerilimi canlı tutmayı başarırken, politik taşlamalardan da geri kalmıyor. Koyu bir Normandiya aksanıyla konuşulan bir balıkçı kasabasında geçen filmde, uzay gemilerinden biri kilise, diğeri saray biçiminde. Filmin Freudyen bir yaklaşımla seks ve şiddet dürtülerini kullanması gibi erdemleri de var.

MY FAVOURİTE CAKE

İRAN’DAN TOPLUMSAL ELEŞTİRİ

Ülkelerinde ev hapsine mahkum edildikleri için filmleri “My Favourite Cake”in Berlin’deki dünya prömyerlerine katılamayan İranlı yönetmenler, Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha, ikinci baharın nasıl büyük bir mutluluk getirebileceğini acı-tatlı bir yolla anlatıyor. Film festivalde FİPRESCİ ve Ekümenik Jüri Ödülünün sahibi oldu. Günümüz İran’ına yaşlı kuşağın perspektifinden bakan bu dramın odağında 70’li yaşlarda bir dul kadın var. Çocukları ve torunları yurt dışında yaşayan, uzakta oturan arkadaşlarıyla sık görüşemeyen dul kadın bir gün yalnızlığına isyan eder ve lokantada gözüne kestirdiği, kendi gibi dul bir taksi şoförünü evine davet eder. Birlikte oturup sohbet eden, içki içip dans eden ikili kaçınılmaz olarak, uzun yıllar sonra sevişirler. İnsanın en temel ihtiyaçlarının, arzularının İran toplumu için radikal bir başkaldırı olduğunun altını çizen film sosyal eleştiri konusunda hedefine ulaşıyor. Siyasi baskı altında yaşayan bir ülkede mutluluk arayışı üzerine ilginç tespitler yapan 2 yönetmen, seyahat izinleri olmadığı için ödüllerini Berlin’de alamadılar.

PEPE

BERLİN’İN EN İYİ YÖNETMENİ

Dominikli 39 yaşındaki 6 adlı Nelson Carlos de los Santos Arias, “Pepe” adlı filmiyle 74. Berlin Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülü’nü kazandı. Filmde karşılaşmalar ve yakınlaşmalar, aydınlanmalar ve hüzünler arasında, hikaye içinde hikaye dolu, öngörülemez bir dünyaya adım atıyoruz. Bu sıradışı filmin anlatıcısı, Kolombiya ormanlarında öldürülen Pepe adında bir su aygırının hayaleti. Santos Arias 2018 İstanbul Film Festivali’nde “Cocote” adlı filmiyle Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olmuştu.

GLORİA

İTALYAN MÜZİSYENİN İLK FİLMİ

36 yaşındaki İtalyan aktris, senaryo yazarı Margherita Vicario’nun ilk yönetmenlik denemesi “Gloria!” yaşamın mutlu tınılarıyla dolu bir müzikal. Film, 18. yüzyıl İtalya’sında manastırda pop müziğini icat eden bir grup genç kadın müzisyenin hayatını anlatıyor. Flmde genç bir İtalyan pop müzisyeni olan Margherita Vicario, tarihi bir olaydan yola çıkıp Venedikteki bir yetimhanenin genç kadın müzisyenlerine odaklanıyor. Ve müziğin gücünden yararlanarak neşeli bir modern masal anlatıyor. “Gloria!” kadınların uğradığı haksızlıklara, görmezden gelinen emek ve yeteneklerine karşı çıkan erkekleri de eleştirmekten geri kalmıyor. Kendisi de bestekar olan Margherita Vicario’nun, bu ilk uzun metrajlı filminin müzik parisyonunda imzası var.

7 TÜL / SEVEN VEİLS

EGOYAN’IN OPERA FİLMİ

Kanada sinemasının auteur yönetmeni Atom Egoyan, son filmi “7 Tül / Seven Veils”te “Salome” operasının yeniden sahnelenişi sürecini Jeanine adında bir tiyatro yönetmeninin gözünden sinemaya aktarıyor. Yıllar sonra sahne arkasına dönen Jeanine’i Amanda Setfried canlandırıyor. Atom Egoyan, 1966’da “Salome” operasını sahneye koymuştu ve bu filmde kendi deneyimlerini kurmaca bir öyküde sinemaya aktarıyor. Richard Strauss’un bu operasını sahneye koyan yönetmenin geçmiş travmalarıyla boğuşması da filmde yer alıyor. Evinden uzak Toronto’da çalışan yönetmen kadın kocasıyla da sorunlar yaşıyor. Filmdeki tüm kurgusal karakterler arzu, hırs, güç açlığı gibi kavramlardan esnlendi, opera sanatçıları ise kendilerini oynuyor. “Seven Veils” Egoyan’ın operayı gerçek hayatta yeniden sahneleyişinin görüntülerini de içeriyor.

ZAMANIN DIŞINDA / HORS DU TEMPS

KISA KISA

Can Eskinazi’nin yönetip kurgusunu yaptığı “Bir İsim ve Bir Yer” adlı belgeseli, İstanbul’da doğan, ailesiyle birlikte İsviçre’ye göç eden tanınmış sanatçı Renee Levi’yi İstanbul’da geçirdiği 2 hafta boyunca sıkı bir takibe alıyor. Son yıllarda özellikle İsviçre’deki kamusal sanat projeleri ile Fransa, Almanya ve İtalya’daki müze sergileriyle gündeme gelen Levi, sergi ve yapıtlarında hem doğduğu kent İstanbul’u hem de Sefarad mirasını vurgular.

Berlin Film Festivali’nde ses getiren 2 filmden, Fransız veteran yönetmen Olivier Assayas’ın “Zamanın Dışında / Hors du Temps” pandemi döneminde geçiyor. Sokağa çıkma yasağını aynı evde geçirmeyi tercih eden 2 çifti izleyen film, mizah ile dramı ustalıkla bir araya getiriyor. 2. filmde usta yönetmen Abderrahman SissakoSiyah Çay / Black Tea” ile 10 yıl aradan sonra sinemaya dönüyor. Bu dikkat çekici, gözlemsel ve duygusal film, düğün gününde “hayır” diyerek başka bir ülkede aşka kapılacak kadar cesur bir kadını izliyor.

SİYAH ÇAY / BLACK TEA

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz