Adana Ulusal Yarışma Filmler ve Ödüller
29.ULUSLARARASI ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ
ULUSAL UZUN METRAJ FİLM YARIŞMASI
Filmler ve Ödüller
Festivalle ilgili Ulusal Yarışma izlenimlerime festivalin ödül listesiyle başlamak istiyorum:
– En İyi Film Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Ziya Demirel
– En İyi Yönetmen Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Ziya Demirel
– En İyi Senaryo Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Ziya Demirel ve Nazlı Elif Durlu
– Jüri Özel Ödülü : Kabahat – Ümran Safter
– En İyi Kadın Oyuncu Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Ece Yüksel &
Bana Karanlığını Anlat – Aslıhan Gürbüz
– En İyi Erkek Oyuncu Ödülü : Çilingir Sofrası – Ahmet Rıfat Şungar & Barış Gönenen
En İyi Müzik Ödülü : Bana Karanlığını Anlat – Taner Yücel
– En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü : Çilingir Sofrası – Engin Özkaya
– En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Gülay Doğan
– En İyi Kurgu Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Selda Taşkın ve Henrique Cartaxo
– En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü : Kabahat – Ece Demirtürk
– En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü : Mendirek – Alihan Kaya
– Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü : Kabahat – Mina Demirtaş
– Umut Veren Genç Erkek Oyuncu Ödülü : Ela ile Hilmi ve Ali – Denizhan Akbaba
– Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen Ödülü : Cem Demirer Mendirek
– Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü : Çilingir Sofrası – Ali Kemal Güven
– Adana İzleyici Ödülü : Suna – Çiğdem Sezgin
Farkındaysanız festivalin geleneksel film ödüllerinden Yılmaz Güney Ödülü bu listede yer almıyor. Gerekçesini Jüri Başkanı Özcan Alper şöyle açıkladı: “Sesi duyulmayan farklı toplumsal ve sınıfsal kimlikler ve cinsel yönelimleri sinemanın kendi olanaklarıyla anlatarak başka türlü görme ve düşünme biçimi üreten, üstü örtülen, halının altına süpürülen meselelerle ilişki kurarken politik sinemaya farklı bir bakış getiren bir film örneğini bu yıl maalesef göremediğimiz için Yılmaz Güney adına verilen ödülü boş bırakıyoruz“.
İzleme sırasına göre yarışmanın filmlerine ve her birine kişisel olarak verdiğim yıldızlara geçmeden önce, gurur verici bir oluşumdan, kadınlarımızın artık Türk Sinemasında iyice söz sahibi olmaya başlamalarından söz etmek istiyorum. 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde yarışan 8 filmin 4’ü yaratıcı kadın sinemacıların elinden çıkmış; diğer dördünün yaratıcı ekiplerinde de kadınlar, yapımcı, senarist ya da kurgucu gibi önemli görevler üstlenmişler.
Bir ikinci ilginç gelişme de filmlerin yarısının “oda sineması” olarak adlandırabileceğimiz bir yöntemle tek mekânda çekilmiş olmaları. Ustaların ustası Ingmar Bergman’ın birçok filmde yeğlediği bu biçemi bizde başarıyla kullanabilen çok az sayıda sinemacının başını Ümlt Ünal çeker. Bu genç yönetmenler büyük başarıyla kullandıkları kısıtlı mekânları pandemiyle bağlantılı olarak değil, aynen ustalarının yapmış olduğu gibi, anlatılan öykü bunu istediği için bu biçemi tercih etmişler. Heyecan verici!
BANA KARANLIĞINI ANLAT (***1/2)
“Bana Karanlığını Anlat”ı yazan ve yöneten Gizem Kızıl 1985 Ankara doğumlu. Üniversite yıllarında video ve fotoğraf üzerine yoğunlaşmış, kısa filmler çekmiş, “Uyku Öncesi : Karanlık Masallar” isimli drama podcast serisini yaratmış.Türkiye’de dijital tiyatro alanında bir ilk olan “Zorlu-Dijital Sahne” projesinin yönetmenliğini yapmış. “Bana Karanlığını Anlat” ilk uzun metrajıdır.
Seyirci, jenerik öncesi sekansta uyumsuz bir çiftin sessizce yemek yemesine ve kalp krizi geçiren koca Veli Tanyeli’nin şaibeli sayılabilecek şekilde ölümüne tanık olur. Karısı Nermin’in (Aslıhan Gürbüz) tüm sıkıntısını bastırırcasına tıkındığı etkileyici jeneriğin ardından Veli’nin bedeni vefat öncesi yıkanmak üzere gasilhaneye getirilir.
Ölüye abdest aldırılma ritüeli imamın gecikmesi ya da kimi teknik aksaklıklar yüzünden geciktikçe, bekleyişleri uzayan Veli’nin annesi (Serpil Gül) ile boşanmak üzere olduğu esji gelini Nermin arasında, o güne kadar açığa vurulmamış tüm çatışma ve düşmanlıklar su yüzüne çıkmaya başlar. Ailenin diğer fertleri, Veli’nin ileride evlenmeye niyetli olduğu annesinin canı ciğeri komşu kızı bekleyişe katılırken Nermin filozof gassal (Selim Can Yalçın) ile sohbet eder. Mutsuz bir evliliğin içine hapsolarak benliğini yitirmekte olan Nermin için bu bekleyiş hem Veli’ye kaybolan yıllarının hesaplaşması hem de kendi kendisiyle yüzleşmesi için zaman yaratacaktır.
Gizem Kızıl, tüm filmi tek mekânda, araf gibi gördüğü bir gasilhanede çekmiş. Karakterlerin karşıtlık ve ötekileşmesini sadece diyaloglarla değil, usta işi görsel simetrilerle de izleyiciye aktaran sağlam bir sinema dili var. Aslında benzerleriyle çok karşılaştığımız bu aile içi çekişme öyküsünü çok etkileyici bir kara mizahla heyecanla izlenen bir gösteriye çeviriyor. Çok başarılı ekip oyunculuğunda, Nermin’i canlandıran Aslıhan Gürbüz, çok parlak bir yorumla öne çıkıyor. Filmi izledikten sonra, En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü hemen herkesin favorisi olan Ece Yüksel’in alacağını, ancak Aslıhan’ın da bu ödülü Ece kadar hak ettiğini düşünmüştük. Festival jürisi çok yerinde bir kararla ödülü her ikisine verdi.
Sonuç olarak “Bana Karanlığını Anlat”, bir başyapıt olmasa da, yarışmanın etkileyici işlerinden, büyük olasılıkla geleceğin önemli bir yazar-yönetmenini müjdeleyen bir film.
BİR ZAMANLAR GELECEK : 2121 (**1/2)
Neymiş efendim edebiyatta olsun sinemada olsun kadınlarımız bilimkurgudan hem anlamaz hem sevmezlermiş! Alın size kadın elinden çıkma, Serpil Altın’ın yönettiği, senaryosunu da Korhan Uğur’la birlikte yazdığı dört dörtlük bir distopik bilimkurgu öyküsü:
1979’da Eskişehir’de doğan Serpil Altın Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema-TV Bölümü mezunu. Mezuniyetinden sonra sinema, dizi ve reklam sektöründe yardımcı yönetmen ve prodüktör olarak çalışmış, senaristliğini, yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı kısa filmleriyle ulusal ve uluslararası festivallerde ödüller kazanmış.
“Bir Zamanlar Gelecek : 2121”, film yapımcılığı ve idari yapımcılık amacıyla 2016’da Serpil Altın Film’i kuran Serpil Altın’ın ilk uzun metrajı 21. yüzyılın sonlarında iklim krizi ve kıtlık sebebiyle yeryüzü yaşanılmaz hale gelmiştir. Hayatta kalabilen az sayıda insan koloni halinde yeraltında kurdukları bloklarda yaşar. Verdikleri karalar yüzünden gezegeni tehlikeye atan, savaşlarda sayısız gencin ölümüne sebep olan yaşlıların egemenliği sona ermiş, Koloni Sisteminin kontrolünü Genç Yönetim’in ele almıştır. “Kıtlık Kanunları” gereği sisteme getirilen her “yeni hayat” karşılığında, yaşlı neslin bir bireyinin yok edilmesi zorunludur. Böylece, yer altındaki evlerinde kadın, adam, çocuk ve büyükanne olarak yaşayan bir ailenin hayatı yeni doğacak bebek yüzünden değişir…
Parlak bir fikir, ustalıklı bir yöntemle sinemaya aktarılmış. Yaşanmış olanların bireyler arasındaki var ettiği iletişimsizlikle kişisel bencillik ve insanların ruhsal ve bedensel olarak robotlaşması başarılı bir takım oyunculuğuyla yansıtılmış.
Peki, filmin ne kusuru var ki bu kadar az yıldız veriyorsun diye sorarsanız, aslında 45-50 dakikaya sığdırılarak çok başarılı bir orta metraj olabilecek öykü, gereksiz tekrarlarla uzun metraja uzatılmış. Bu sebeple hem öykünün aşırı kendi kendini tekrarlaması, hem de devamlı çok kısıtlı bir mekânda dolanmak izleyiciyi hem yoruyor hem de anlatıdan koparıyor.
Sonuç olarak artıları eksilerinden fazla bir film. Serpil Altın’ın yeni işlerini merakla bekliyoruz.
KABAHAT (***)
Belgesel yapımcısı, yönetmen, gazeteci. Ümran Safter yazılı ve görsel medyada 20 yılı aşkındır muhabir ve editör olarak çalışmış. Yazıp yönettiği, ortak sanat yönetmeni, kurgucusu ve yapımcısı olduğu “Kabahat”, 2015’ten bu yana uzun metraj belgesel film yapan Safter’in ilk kurmaca çalışması.
13 yaşında akıllı ve dik başlı Reyhan, her yıl olduğu gibi yaz tatilini kırkına yaklaşan annesi Hatice ve 7 yaşlarına erkek kardeşi Mehmet’le birlikte, huysuzluğu ile nam salmış̧, köyde “hoca” lakabıyla anılan dindar babaannesi Ümmü’nün yaşadığı muhafazakâr Anadolu köyünde geçirecektir. İlk kez köye vardıktan bir gün sonra adet gören Reyhan, durumu annesinden saklar. Evdeki banyonun bozulması ve su kesintileri nedeniyle bir türlü banyo yapamadığından iyice huzuru kaçan Reyhan bir yandan tek başına hurafelerle mücadele ederken bir yandan da köydeki yakın arkadaşı 17 yaşındaki Şükran’ın sorunlarını çözmesine yardımcı olmaya çalışır.
Ümran Safter, muhafazakâr ve dindar toplumda ailenin ve köyün kadınlarını baskılamasını “Bernarda Alba’nın Evi”nde olduğu gibi tamamı kadınlardan oluşan bir oyuncu ekibiyle aktarır. Duygusal ve dramatik yerine ölçülü ve belgesel anlatımı tercih etse de, baskının simgesi olarak karşımıza çıkardığı bağnaz ve kurnaz Ümmü, aynen Bernarda gibi faşizan erkek egemen toplumun yaratısı ve de kurbanıdır.
Etkileyici sahnelemesi ile “Kabahat” Jüri Özel Ödülünü hak ettiği gibi, jürinin yerinde kararı ile inandırıcı Reyhan yorumu ile Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülünü Mina Demirtaş ve Şükran’ı canlandıran En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülün Ece Demirtürk almışlardır.
MENDİREK (**1/2)
1988’de İstanbul’da doğan Cem Demirer, Sabancı Üniversitesinde görsel iletişim tasarım eğitimi almış yüksek lisansını London Film School’da yapmış. Malezya, Fransa, Kazakistan, Guatemala, Güney Afrika, Çin, Portekiz, İngiltere, Ukrayna, Lübnan’da çalışan Demirer, hâlen Londra’da görüntü yönetmenliği ve yönetmenlik yapmakta. Atlanta Film Festivalinde gala yapan “Mendirek”, 2018’deki mezuniyet projesi kısa filmi “Şeytan Tırnağı”nın uzun metraj haline geliştirerek yazdığı ve yönettiği bir film.
Bozcaada’da yaşayan, genç balıkçı, Aslan, dalış yaparken bir ıstakoz mağarası bulur. Artan endüstriyel balıkçılık sağlıklı deniz ekosistemini yok ettiğinden bu istakoz dolu mağara günümüzde hem çok nadir hem de çok değerlidir. Yaşı otuza dayanan, etrafıyla pek iletişimi olmayan kendine güvensiz Aslan, bu hazinenin kendisine bir servet ve hiçbir zaman sahip olamadığı bir saygınlık kazandıracağını fark ederek ıstakozları tek başına toplayana kadar bunu sır olarak saklamaya karar verir. Sırrını balıkçı dünyasının sayılan ve sevilen kişilisi, en yakın arkadaşı, kuzeni ve akıl hocası Yılmaz’la bile paylaşmaması ikisinin ilişkisinde bir çatlak oluşturur. Aslan’ın kendisinden bir şeyler sakladığı şüpheleri arttıkça hem aralarındaki çatlak derinleşir hem de Yılmaz’ın hayatının diğer alanlarında da kendini gösteren paranoyak takıntılar sarmalı tetiklenir. Yılmaz’ın gittikçe artan dengesiz ve sert tavırları adadaki itibarını ve en ilişkilerini dönüşü olmayan şekillerde bozulmaya başlar.
Film başladığında, Sebastián Lojo’nun etkileyici görüntüleri, özellikle de çok başarılı su altı çekimleri, Bozcaada balıkçılarının yaşamına ve ilkel çalışma şartlarına belgesel tadıyla yaklaşımı hepimizde çok iyi bir film beklentisi yaratmıştı. Oyuncu yönetimi de usta işiydi.
Alihan Kaya aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülünü hak etmişti Ancak öykü geliştikçe anlatıyı zedeleyen ciddi senaryo hataları ortaya çıkmaya başladı. Büyük olasılıkla kısa filmin genişletilmesi yüzünden ortaya yama işi gibi bölük pörçük yan temalar çıktı. Ve bu parçalı yapı filmin sonunda birleşip bir bütünlüğe ulaşamadan öylece kala kaldı. Yine de “Mendirek”, ileride daha sağlam senaryo çalışmalarına yöneldiğinde, önemli işer yapacak bir sinemacıyı müjdeliyor.
YABAN (*1/2)
1976’da Afganistan Kabil’de dünyaya gelen, 1980’lerden itibaren İsviçre’de büyüyen Tareq Daoud, Cenevre Üniversitesi’nde Havana’da sinema eğitimi almış. Sinemanın yanı sıra fotoğraf konusunda da uzmanlaşan, güncel sanatla da ilgilenen Tareq’in son işleri İstanbul’da da sergilenmiş. Yazıp yönettiği “Yaban” 2012 yılından bu yana İstanbul’da yaşayan Tareq’in ilk uzun metraj filmi.
Dokuz yaşındaki kızı Sabrina’nın velayetini ayrıldığı Türk kocasına kaptırmayı reddeden 45 yaşlarındaki Fransız vatandaşı Claire kızı kaçırarak Bulgaristan sınırından ülke dışına çıkmak için bir kaçakçıyla anlaşır. Kaçakçı çocuğun ünlü babasından daha fazla para alabileceğini düşünerek onları ormandaki harap bir kulübeye götürür. Kızıyla kulübede baş başa kalan Claire’i tecrit ve umutsuzluk kötü etkilemeye ve gerçeklerden koparmaya başlar…
Tareq Daoud, Görüntü Yönetmeni Florent Herry’nin de desteğiyle, görsel olarak etkileyici, ancak kanımca metin olarak boş ve kof bir film çekmiş. Anlatıyı genişletmek için eklediği yan öykülerin filme katkısı olmayışı bir yana, anlatının yönünü değiştirecek olan kilit kaza sahnesi bırakın inandırıcı olmayışı, yapay ve hatta gülünç.
SUNA (***)
Filmlerinde kadın hikayelerine ve onların sorunlarına odaklanan, evlere odalara sıkışmış, istediği hayatı yaşamayan, birey olamayan, toplum ve aile baskısı altında ezilen karakterlerin dünyasını işleyen 1972 İstanbul doğumlu Çiğdem Sezgin Marmara Üniversitesi GSF Film Tasarımı lisans mezunu olup aynı bölümde yüksek lisans yapmakta. Yazdığı, yönettiği, yapımcılığını üstlendiği, dünya prömiyerini International Tallinn Black Nights Film Festivali’nde yapmış olan ilk uzun metrajı “Kasap Havası” ulusal ve uluslararası festivallerde çok sayıda ödül almıştır. Yazdığı ve yönettiği ikinci uzun metrajı “Suna” bir Türkiye-İspanya-Bulgaristan ortak yapımıdır
Hayatını hasta bakıcılık ve temizlikçilikle kazanmış olan elli yaşlarında yalnız ve yoksul Suna evini uzun zaman önce kapatmış, bir süre akrabalarının ya da arkadaşlarının yanında yaşamıştır. Sığıntı olarak yaşamaktan bıkmış olan kadın, karısını kaybetmiş yaşlıca bir dul erkekle evlenme fırsatını hemen kabul eder.
İstanbul’u terk edip imam nikahıyla evlendirildiği Veysel’le ıssız bir köyde eski bir evde yaşamaya başlar. Kocasının her hizmetini görmeye razı olan Suna, onunla yatağa girmeye tahammül edemez. Birisi hariç köyde yaşayan komşu kadınlarla ilişkiler geliştirmeyen kadın köydeki meyhaneci ve eleştirmen yazarla dostluklar kurar. Kocanın cinsel açıdan zorlamasına bir de kıskançlığı katılınca, psikolojisi bozulan Suna, Veysel’den gizli içki içmeye başlar.
Müthiş etkileyici olmasa da Suna’nın sıkışmışlığını ustaca veren, sanat yönetiminden mekân seçimine ve oyuncularına epey eli yüzü düzgün bir yapım. Gençler ya da yaşlılarla ilgili çok öykünün anlatıldığı sinemamızda pek değinilmemiş bir konuya değiniyor, bedenler eskimeye başlasa da heyecanların hâlâ yitirilmediği orta yaşlı olmanın acılarına ve sorunlarına dürüstçe ve sevecenlikle yaklaşıyor.
ELA İLE HİLMİ VE ALİ (****)
Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu. Ziya Demirel 1988 Adana doğumlu. Prag Film Okulunda yönetmenlik ve senaryo yazarlığı eğitimi almış. Kısa filmi “Salı”, Cannes, Toronto, Sundance, Rotterdam gibi festivallerde gösterilmiş, ödüller kazanmış. Yönettiği, senaryosunu Nazlı Elif Durlu ile birlikte yazdığı “Ela ile Hilmi ve Ali” ilk uzun metrajı ve Durlu ile ikinci çalışması. Demirel, Nazlı Elif Durlu’nun yönettiği “Zuhal”ın ortak senaristi.
Yılların hocası Hilmi, yarı yaşındaki depremzede eşi Ela’yı üniversite sınavına tekrar hazırlarken; apartman görevlisinin ikidir sınıfta kalan oğlu Ali’ye de matematik çalıştırır. Yalnızlıklarının çaresini birbirlerinde arayan bu üç insan kendilerini birden sınırların kalktığı, gün geçtikçe tekinsizleşen bir üçgende sıkışmış bulurlar.
Altın Koza’da bu yılın ödül rekortmeni “Ela ile Hilmi ve Ali”nin konusu gerçekten de sadece dört satırda özetlenebilir cinsten. Çünkü Ziya Demirel anlatılacak değil, izlenecek bir film yapmış. Bilinçli olarak tek mekânda yarattığı o kapalı dünya, sadece Ali’nin de sık sık uğradığı, Ela ile Hilmi’nin mahrem dünyası değil, üçünün bireysel yalnızlıklarını ayrı ayrı ve/veya birlikte yaşadıkları hapishanedir. Bu hapishanenin üç mahkûmunun arasında gelişen ilişkinin tüm ayrıntıları ve tüm karmaşıklığı Ece Yüksel, Serkan Keskin ve Demirhan Akbaba’nın hem sözcüklerine hem de bakışlarına ve duruşlarına yansır.
SİYAD Jürisi olarak ödül için üzerinde durduğumuz iki filmden biri olan “Ela ile Hilmi ve Ali”, ustaca yazılmış, çok da iyi sahnelenmiş, aldığı En İyi Kurgu, En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen ve En İyi Film Ödüllerini hak eden bir çalışma. Aynı şey oyunun bir karakterine Gülay Doğan da oyunun bir karakterine dönüşen mekânın tasarımı için En İyi Sanat Yönetmeni Ödülünü bileğinin hakkıyla almış.
Oyunculuklara gelince, filmi bazan tek başına götüren, Ela’ya getirdiği olağanüstü yorumla zaten favorisi olduğu dalda En İyi Kadın Oyuncu Ödülüne ortak olan Ece Yüksel müthiş.
Çocuk oyuncu olarak girdiği sinemada “Peri : Ağzı Olmayan Kız” ile çok etkileyici bir çıkış yapmış olan Denizhan Akbaba, Ali’yi ustalıkla var ederek gerçekten de günümüzün en Umut Veren Genç Erkek Oyuncusu olduğunu kanıtlıyor.
Restoranda geçen, Hilmi’nin eski öğrencisi Sinan’la (Ozan Çelik) karşılaştığı sahnenin bir başına sayısız ödül hak edebilecek kısa film tadını da unutmayalım.
ÇİLİNGİR SOFRASI (****1/2)
1986 yılında İzmir’de doğan Ali Kemal Güven, Long Island Üniversitesi, Medya Sanatları bölümü mezunu. 2022 yılında yazıp yönettiği uzun metraj filmi “Çilingir Sofrası” Altın Koza’ya katılmadan önce İKSV İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazanmıştı.
“Çilingir Sofrası” 17 yıldır görüşmeyen Y kuşağından iki lise arkadaşının, Emir Can (Barış Gönenen) ile Yusuf Efe’nin (Ahmet Rıfat Şungar) yıllar sonra Beyoğlu’nda, bir çilingir sofrasında bir araya gelmelerinin öyküsüdür.
Yusuf Efe “normlara” uyum sağlamış, muhafazakâr toplumun dayattığı hayatı yaşamayı kabul etmiş, yenilerde çocuk sahibi olmuş evli bir genç adamdır. Emir Can ise, toplumun aykırı bulduğu kimliğiyle barışık, yaşamını dürüstçe ve özgürce sürdüren biridir. İki eski “dost” rakı masasında demlendikçe, gençliklerinde yaşadıklarını anımsayarak 17 yıl açık kalmış bir hesabı kapamaya girişirler…
SİYAD En iyi Film Ödülünü verdiğimizde, ödülün gerekçesinde de belirttiğimiz gibi “Çilingir Sofrası” bir aşk filmidir ve özgürce yaşanma hakkı olmasına karşın, toplumun bağnazlığı ve baskısı yüzünden “imkânsız aşka” dönüşen bir ilişkinin öyküsüdür.
Ali Kemal Güven’in çok başarılı senaryosu, ne bir eksik ne bir fazla sözcük içermeyen müthiş sağlam ve doğru bir metin. Öyküsünü, 60 dakikada, birebir gerçek zamanda anlatırken seyirciyi ikilinin mahremiyetine almak için, tüm çekimleri yakın hatta çok yakın planlarla oluşturuyor. Öyle ki, bu yöntemle karakterlerin her birine nefesini yüzünde hissedecek, rakıdaki anasonun kokusunu alacak kadar yaklaştırılan seyirci, pasif bir izleyici olmaktan çıkarak öykünün içine giriyor ve anlatının sırdaşına dönüşüyor.
Bu olağanüstü yakın planların tasarımcısı Ali Kemal Güven’se çekimleri yapan da Görüntü Yönetmeni Engin Özkaya. Çekim açıları, net ve/veya buğulu tonlamaları, çok başarılı renk tasarımı ile ulaştığı görsellik Özkaya’ya festivalin en hak edilmiş En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülünü getirdi.
İki kişinin bir saat boyunca yiyip içerek konuştuğu bu metinden kesinlikle çok parlak bir tiyatro oyunu çıkar. Ali Kemal Güven’in bir önemli başarısı da “Çilingir Sofrası”nın filme alınmış tiyatro izlenimi bırakmayan dört dörtlük sinema oluşunda.
Geldik oyunculuklara. Yan rollerde meyhanenin garsonu olarak Adnan Devran’la, “abla”yı canlandırırken Nazan Öncel’in “Bunu Bir Ben Bilirim Bir Allah”ına muhteşem bir yorum getiren Ecrin Bolkar çok iyiler.
Ahmet Rıfat Şungar ile Barış Gönenen’in ikili performansı ise tek kelimeyle kusursuz. Kimyaları müthiş uyuşan ikilinin, birbirini saran, tamamlayan, iç içe geçmiş yorumu gerçekten nefes kesici. İKSV olsun Altın Koza olsun haklı olarak bu benzersiz oyunculuk gösterisini ayırmanın hatalı olacağını düşünerek En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü onlara verdi.
29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Yarışma izlenimlerim burada sona eriyor. Yarışmada beğendiğim filmler vizyona girdikçe, onlardan tekrar, daha da ayrıntılı olarak söz edeceğim. Önümüzdeki günlerde festivalde izlediğim uluslararası filmlerle ilgili yazılarımı da sürdüreceğim.