Atilla Dorsay İfsak Söyleşisi
Nusret Şen kardeşimiz, 40 yıllık sevgili dostum Atilla Dorsay’ın son kitabı ile ilgili güzel bir yazı yazmış. Gerçekten de, Dorsay’ın bütün kitapları gibi, bir karşılıklı sohbet tadında olan bu sonuncusunu da, açtığımdan sonsözünü okuyana kadar elimden bırakamadım.
Yaşadıklarını anlatırken, artıları ve eksileriyle kişiliğini samimiyetle ortaya koyması, kitabına, klasik bir otobiyografiyi aşan, mahrem bir samimiyet duygusu da katıyor.
Tabii ki 80 yıllık bir yaşamı 270 sayfaya sığdırmak mümkün değil. (Nusret 80 küsur diyor ama küsurat sadece birkaç günlük, “Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar”, Atilla’nın sekseninci doğum gününde yayınlandı.) Sabırsızlıkla ikinci, hatta üçüncü, dördüncü ciltleri bekliyorum.
İFSAK, kuruluşunun altmışıncı yılını “60. yılda 60 etkinlik”le kutlarken, ilk olarak, bir “Sinema Eleştirmenliği Sohbetleri” serisiyle başladı ve ilk söyleşinin konuğu da Atilla Dorsay oldu. 18 Mart 2019’da İKSV salonunun dopdolu mekânına girebilenler bu vesileyle Atilla’nın hem yeni kitabını, hem doğum gününü kutladılar.
Tanıyanları bilir, Atilla, 80 yaşın olgunluğuna 20’li yaşların heyecanıyla 30’lu yaşların pırıl pırıl belleğini katan, yaş almış bir genç adamdır. Bu sebeple söyleşi müthiş keyifli bir olay oldu. Sinemayla erken yaşta tanışmasını, eleştirmenlik anılarını, ünlü röportajlarını keyif alıp keyif vererek anlatırken, sinema eleştirisi hakkında tatlı tatlı söyledikleri, Ortakoltuk’u sadece okuyanlar için değil, burada yazanlar için de ders mahiyetindeydi.
Duayen bir sinema yazarının, hepinizin, hepimizin kulağına küpe olacak eleştiri fikirlerini bütün okuyanlarla paylaşmayı borç biliyorum.
1- Sinema hakkında yazmak için sinemayı sevmek yetmez; sinemayı, sinemanın geçmişini de bilmek gerek.19.yüzyıl sonlarında Fransa’da başlayan, peşinden kitlesel izlence olarak önemi Amerikalılarca keşfedilen sinemanın 120 yılı aşkın macerasında yaratılmış sayısız başyapıtı bilmeden günümüz sineması tam olarak değerlendirilemez. Tarantino çok önemli bir sinemacıdır ama sinema Tarantino ile başlamamıştır! (Doğduğunda, nerdeyse 70 yıldır var olan sinemada sayısız başyapıtın çekilmiş olduğu anımsanırsa, Atilla’nın ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.)
2- Yazdığınız dili doğru kullanmak. Sadece yazarken değil, söyleşilerinde, hatta karşılıklı laflarken zengin Türkçesini hep doğru doğru vurgularla kullanan Atilla, günümüz Türkçesiyle yazdığını, ancak güncel lisanda tam karşılığını bulmayınca eski sözcüklerdi kullanmaktan da çekinmediğini söylüyor. Söyleşisinde okuduğu, on beş yaşında yazdığı bir Douglas Sirk eleştirisinin epey eski bir dil kullanmasına rağmen, çok güzel bir Türkçeyle yazıldığını fark ettim ve, benim de lisede almış olduğum Frankofon eğitimin o bitmez tükenmez “disseration”larının, gencecik bir Galatasaraylı da oluşturduğu mantıksal/dilsel altyapıya hayran oldum. Burada ne yazık ki, gençlerimize kendi dillerini doğru dürüst konuşmayı ve yazmayı öğretemeyen eğitim sistemimizin çok önemli bir sorunu da ortaya çıkıyor.
3- Filmin konusu hakkında yazarken “spoiler” vermemek. “bir şeyin değerini veya miktarını azaltan ya da tamamen yok eden” anlamında kullanılan bu İngilizce kökenli sözcük, sinema eleştirmenlerince, “senaryodaki dönüm noktalarının ya da sürprizli sonunun henüz izlenmeden belirtilerek seyircinin filmden alacağı potansiyel zevki yok etmesi” durumunda kullanılıyor. (Maalesef sinemayı bilen, seven, güzel de yazan bir eleştirmen arkadaşımız –tabii ki kim olduğunu belirterek spoiler vermeyeceğim- her türlü sürprizi yıllardır fütursuzca açığa çıkarıyor. Hiç olmazsa çoklukla yapılageldiği gibi, henüz izlememiş olanların yanlışlıkla okuyup öğrenmesini engellemek için, bu bölümlerin başına spoiler uyarısı koysa.)
4- Filmin bütün yaratıcıları hakkında izleyiciyi bilgilendirmek. Her ne kadar bir filmin asıl yaratıcısı yönetmeniyse de, yapımın bütünlüğünü oluşturan, senaryo yazarı, görüntü yönetmeni, müzik tasarımcısı ve/veya bestecisi, oyuncuları gibi elemanları eleştiride belirtmek. Genelde bu ayrıntılarda kostüm tasarımına kadar girilmese de, önemli bir dönem filminin benzersiz kostümleriyle karşılaşılırsa bunu da ihmâl etmemek.
5- Atilla, sinema eleştirisinin bilimsel değil sanatsal olduğunu düşünüyor. Bu konuda Atilla’ya yüzde yüz hak veriyorum. Yukarıdaki maddelerin imbiğinden damıtılarak geçen mantıksal bir altyapısı olsa da, bireysel bir değerlendirmenin, kişisel bir beğeninin sonucu olarak eleştirinin nesnel değil öznel olduğu kanısındayım. Tabii ki bu öznellik, eleştirmene duygusal yönden büyük özgürlük tanıyarak, izlenimlerini daha da zenginleştirecek bir olanak tanıyor.
Nice kitaplara, nice söyleşilere, nice sohbetlere, Leman’la çocuklarınla, torunlarınla birlikte nice nice yıllara sevgili arkadaşım!
https://youtu.be/flTEKbA3apI