Cannes Bilançosu
CANNES defterini kaparken
77. Cannes Film Festivali, Amerikan sinemasının onore edildiği, yarışma filmlerinin kalitesiyle sönük bir yıl yaşadığı festival olarak akıllarda kalacak.
Festival yönetiminin Amerikan sinemasını onurlandırmasıyla akıllarda kalacak 77. Cannes Film Festivali, programındaki filmlerin kalitesiyle sönük bir yılı geride bıraktı. Açılış Galasında 2 Oscar Ödüllü diva Meryl Streep’in Onursal Altın Palmiye Ödülüyle taçlandırılmasından sonra, ödüllerin dağıtıldığı Kapanış Galasında aynı ödül, Amerikan sinemasına son 50 yılda Star Wars gibi filmlerle damgasını vurmuş George Lucas’a verildi. Ebru Ceylan’ın üyeleri arasında bulunduğu, Greta Gerwig başkanlığındaki jüri, Cannes’daki Amerikan Yılı’nda Altın Palmiye Ödülünü bir Amerikan filmine verdi. Amerikan Bağımsız Sinemasının öncü temsilcilerinde Sean Baker “Anora” isimli filmiyle, ülkesine Terrence Malick’in “Hayat Ağacı / The Tree of Life”ından 13 yıl aradan sonra Altın Palmiye Ödülü’nü götürdü.
Ana yarışmadaki Francis Ford Coppola’nın “Megalopolis”i, Paul Schrader’in “Oh Canada”sının dışında, Cannes’da Kevin Kostner’in “Horizon : An American Saga”sı, George Miller’in “Furiosa : A Mad Max Saga”sı gibi yarışma dışı gösterilen Amerikan filmleri vardı. Cannes Film Festivali’nin bu yıl Açılış ve Kapanış Galalarındaki görkemli tören atmosferi Oscar gecelerini aratmayacak düzeydeydi. Bu 2 gecenin takdimcisi (NETFLİX’in “Menajerimi Arayın / Dix Pour Cent” dizisinden tanıdığımız) Camille Cottin ve Meryl Streep ile birlikte 77. Festivalin başlama vuruşunu yapan Juliette Binoche örnek ev sahipliği yaptılar. 2200 kişinin ayakta dakikalarca alkışladığı Meryl Streep yaptığı konuşmada : “35 yıl önce Cannes’a geldiğimde 3 çocuk annesiydim ve o zamanlar oyunculuk kariyerimin sonlandığını düşünüyordum. Burada olmamın tek nedeni, aralarında Jüri Başkanı Greta Gerwig’in de bulunduğu, birlikte çalıştığım oyuncu arkadaşlarımdır. Yaşadığım ve çok sakin bir hayat geçirdiğim New Jersey’de buradaki gibi ilgi gördüğümü hatırlamıyorum” dedi.
Yazımın başına sönük olarak nitelendirdiğim festivalin, Nisan ayında açıkladığı programında öylesine ünlü yönetmenlerin filmleri vardı ki, festival takipçileri beklenti çıtasını çok yükseklere taşıdılar : Yorgos Lanthimos, Francis Ford Coppola, Paolo Sorrentino, Jacques Audiard, David Cronenberg, Michel Hazanavicius, Zhang-ke Jia, Kirill Serebbrennikov, Mohammad Rasoulof gibi uluslararsı ustalar son filmleriyle Cannes’da boy göstereceklerdi. Ana yarışmanın lk günlerinde yaşanan düş kırıklıkları festival takipçilerini mutsuz etti ve bu huzursuzluk festivalin sonuna kadar devam etti. “Sarayın Gözdesi / The Favourite” ve “Zavallılar / Poor Things” ile 5 Oscar Ödülü kazanan Yorgos Lanthimos, bu filmlerdeki gibi ünlü senaryo yazarlarıyla değil, kariyerinin ilk yıllarındaki vatandaşı Efthimis Filippu’ya dönmesi iyi netice vermemiş. Aceleye getirildiği her halinden belli olan, bu 3 ayrı hikayeden oluşan, 3 parçalı peri masalı denemesi “İyilik Türleri / Kinds of Kindness” yönetmenin şanına yakışmadı.
2. büyük düş kırıklığı, Fancis Ford Coppola’nın 20 yıllık üyasını gerçekleştirmek için, mülklerini ipotek ettirerek şahsi sevetinden 120 milyon dolar harcadığı “Megalopolis” oldu. Sinema tarihinde bir ilke imza atan bir sahnesine, görkemli oyuncu kadrosunun varlığına rağmen, “festivalin olay filmi” olarak beklenen “Megalopolis” beklentilere cevap veremedi. Kariyerindeki 10 filminden 7’siyle Cannes’a katılan, buradan ödüllerle ayrılan, günümüz İtalyan sinemasının en yaratıcı yönetmeni Paolo Sorrentino “Panthenope” ile doğduğu şehir Napoli’ye aşk mektubu yazmayı sürdürüyor. 136 dakikalık filmin son 45 dakikası hariç Sorrentino’nun şanına yakışmıyordu. Adı senaryo doktoruna çıkan, sayısız başarılı fim yöneten Paul Scrader’in Vietnam savaşına katılmamak için Kanada’ya kaçan bir belgesel yönetmenin son günlerini anlatan “Oh Canada”, Richard Gere’in varlığına rağmen beğenilmedi. Oscar Ödüllü Andrea Arnold’un en iyi bildiği yerlere döndüğü, konusu İngiliz banliyösünde geçen “Kuş / Bird” belki İngliz yönetmenin en sönük filmiydi.
ÇIPLAKLIK BAŞROLDE
Bu yıl Cannes’daki filmlerin ortak noktası cinselliğe, çıplaklığa ve seks sahnelerine verilen önemdi. Dünyanın dört bir tarafından gelen filmlerin senaryo yazarları söz birliği etmişçesine, seksapelli aktrislerin, atletik aktörlerin çıplak olarak yer aldığı sahneler yazdılar. Casting sorumluları tercihlerini hep mütenasip vücutlu seksi aktrisler, yakışıklı aktörlerden yana kullandılar. Yönetmenler cüretli seks sahnelerini çekmek için özgün buluşlar peşinde koştular. Örnek vermek gerekirse 61 yaşındaki Demi Moore kariyerinde ilk kez çırılçıplak oynaması için ikna edildi. Yer aldığı, Coralie Fargeat’ın Cannes tarihinin en çılgın filmi, En İyi Senaryo Ödülünü kazanan “The Substance”da, Demi Moore ve filmdeki genç versiyonu Margaret Qually film boyunca çıplak oynadılar. Altın Palmiye Ödüllü “Anora”ya adını veren Mikey Madison, filmde bir striptizci bir hayat kadınını canlandırdığı için çıplaklığı yadırganmadı.
David Cronenberg’in “Kefenler / The Shrouds”un başrol oyuncusu Diane Kruger’i giyinik halinden çok çıplak izledik. Vincent Cassel ile yer aldığı uzun tutulmuş seks sahneleri çok cüretliydi. Brezilyalı Karim Ainouz’un “Motel Destino”sunda işlettiği motelde, kocası ve yakışıklı bir otel çalışanıyla her fırsatta yatağa giren Nataly Rocha, Paolo Sorrentino’nun “Parthenope”sinin güzelliğiyle perdeyi aydınlatan, filmdeki seks sahnelerinin birinde Katolik Kilisesinin güçlü bir rahibiyle gördüğümüz “Celeste Dalla Porta”, festival filmlerinin çıplaklar kervanına katılan aktrisleriydi. Festivalin 2.lik ödülü Grand Prix’nin sahibi Payal Kapadia’nın “Işık Olarak Hayal Ettiğimiz Her Şey / All We İmagine As Light”ı benim için sevişme sahnesi içeren ilk Hint filmi oldu.
ALTIN PALMİYE VE CANNES’IN EN İYİSİ
Ödül listesinde göze çarpan ilk şey, jürinin Altın Palmiye için tercihini bir sanat filmine değil, sadece eğlendirmeyi, hoşça vakit geçirtmeyi amaçlayan bir filmden yana kullanmasıydı. Genç Amerikan yönetmen Sean Baker’in filminden çıkan tüm izleyiciler için “garanti belgeli” bir film yapmış. Filmde Brooklyn’li bir seks işçisi Anora bir oligarkın oğluyla tanışıp evlendiğinde bir Cindirella hikayesi yaşama şansı yakalar. Haber Rusya’ya ulaştığında oligark anne-babanın bu evliliği iptal ettirmek için yola çıkmasıyla peri masalı tehdit altına girer. Beklenmedik olayların birbirini takip ettiği bu çılgın tempolu komedide tempo hiç düşmediği gibi, sürprizlerin birbirini kovalamasıyla izleyici 140 dakika boyunca hoşça vakit geçiriyor. Ödülünü kendisine takdim edecek George Lucas önünde saygıyla eğilen Sean Baker teşekkür konuşmasında : “Jürinin bana bahşettiği bu onur karşısında titriyor, inanmakta zorluk çekiyorum. Solonları dolduracak, sinemayı yaşatacak filmleri üretmek için mücadele etmeliyiz. İnsanların evde veya cep telefonlarından bir film izlemeleriyle, bir sanat eserine hak ettiği değeri vermek mümkün değildir. Salonlarda birlikte film izlemekle, mutluluğumuzu, streslerimizi, endişelerimizi paylaşıyoruz” mesajını verdi.
Gelelim 77. Festivalin en iyi filmine. Jüri yarışmanın açık ara en kaliteli filmi, Jacques Audiard’ın “Emilia Perez”ine alışılmışın dışında 2 ödül birden vermelerini ben günah çıkarma olarak görüyorum. Ödül listesine Jüri Ödülü ve En İyi Kadın Oyuncu dallarında giren bu film, özenle hazırlanmış koreografisiyle, çoşkulu müzikleriyle, usta işi mizanseniyle, şaşırtıcı ve başdöndürücü olmayı başaran bir başyapıt. Film Fransız sinemasında Jacques Démy’nin “Şerburg Şemsiyeleri / Les Parapluies de Cherbourg”undan günümüze. 60 yılın en başarılı müzikali. Bu görsel – işitsel şölende, bir Meksikalı uyuşturucu karteli baronunun izini kaybettirmek için bir ameliyatla sarışın bir afete dönüşmesini izliyoruz. Bu 2 rolü, 6 yıl öncesine kadar Carlos Gascon adlı bir erkek iken ameliyatla kadın olan, Karla Sofia Gascon adını alan müthiş bir İspanyol sanatçı canlandırıyor. Gascon, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü paylaştığı rol arkadaşları Zoe Saldana, Selena Gomez ve Adriana Paz adına ödülü almak için sahneye çıktı ve travestilere eziyet edilmesinin durdurulmasını talep etti.
CANNES’DA ÖNE ÇIKAN FİLMLER
77. Festivalin merakla beklenen filmler arasında Muhammad Rasoulof’un “Kutsal İncirin Tohumu / The Seed of the Sacred Fig”i vardı. İranlı yönetmen ülkesinde hapis hayatı yaşadığı için geçen yıl Cannes’a Jüri üyeliği yapmak için gelememişti. Bu yıl Türkiye üzerinden kaçmayı başarıp filmini takdim etmek için Cannes’a gelebilien Rasoulof festivalin ilgi odağı oldu. 15 dakika boyunca ayakta alkışlanan filmi yılın en çok alkış alanı oldu. Özel Jüri Ödülü’nü almak için sahneye çıkan Rasoulof : “İran halkı hapis hayatı yaşıyor. Kurtarılması için harekete geçilmesi için yalvarıyorum” dedi. Bir başka İranlı, sanatını İsveç ve Danimarkada sürdüren Ali Abbasi, ilk Amerikan filmi “Çırak / The Apprentice”te genç Donald Trump’ın kariyerinin ilk yıllarını anlattı. Filmde günümüzün en kutuplaştırıcı figürlerinden birinin, New York’lu gizemli avukat Roy Cohn’un desteğiyle nasıl bir emlak kıralına dönüştüğünü izledik.
Cannes, 2007 tarihli Ari Folman’ın “Beşirle Vals”ından 17 yıl sonra, Michel Hazanavicius’un “Malların En Değerlisi / La Plus Précieuse des Marchandises”iyle bir animasyon filmini ana yarışmasına aldı. İnsancıl mesajlar veren bu özgün Holokost öyküsünde, Auschwitz’e yol alan bir trenden, bataniyesine sarılı atılan Yahudi bir bebeğin yazgısı anlatılıyor. Günümüz Çin sinemasının önde gelen yönetmeni Zhang-ke Jia, “Akıntıya Kapıldım / Caught by the Tides”da bir imkansız aşk aracılığıyla, ülkesinin son 25 yıllık tarihindeki gelişmeleri gözlere seriyor. Cannes Film Festivallerinin müdavimi, günümüzde Almanya’da yaşayan Rus Kirill Serebrennikov “Limonov- The Ballad” adlı filminde, şair, militan, devrimci, siyaset adamı Eduard Limonov’u yaşadığı New York, Paris, Moskova günlerini anlatıyor. Genç Rumen yönetmen kariyerinin 3. filmi olan “Dünyanın Sonuna 3 Km. / Trei Kilometri Panna la Capatul Lumii”de, Tuna nehrinin deltasında yaşayan fakir bir balıkçının eşcinsel oğlunun yaşadıklarını anlatıyor. Bağnaz kasaba halkının hoşgörüsüzlüğünü, sosyal mesajlar aracılığıyla veren film çok beğenildi.