Sinemada Politik ve Duygusal Filmler Yılı

Bu yılın ilk yarısına politik ve duygusal filmlerin ağırlık verdiğini, Mayıs ayında izlediğim 78. Cannes Film Festivali’nde tanıklık ettim. Ana yarışmanın ödül listesine giren 8 filmde, yarışan diğer 14 filmde de politik ve duygusal temalar ağırlık kazanıyordu. Altın Palmiye Ödüllü, Jafar Panahi’nin “Basit Bir Kaza” filminden başlayacak olursak, yalnız İran’ın değil dünya sinemasının en büyük baskısını gören Panahi’nin kariyeri politik filmlerle dolu. Bir özgürlük savaşçısı olan, “sinemanın cesur yüreği”, demokrasi aktivisti, dünyanın en cesur yönetmeni, sinema için gerçek riskler almış, baskılara direnip gerçeğin peşine düşmüş, hapis cezalarına katlanmış, çok acılar çekmiş Jafar Panahi, bu son filminde de politik mesajlar veriyor. Film, İran’daki baskı rejiminin bireyler üzerindeki psikolojik ve sosyal etkilerini, adalet ve özgürlük temaları üzerinden anlatıyor. Film, basit bir araba kazasından sonra, kendisine tutukluluk günlerinde sorgulayan işkencecisini tanıyan bir tamirciyi merkezine alıyor. Ancak yüzünü görmediği için, cezalandırmadan önce diğer mağdurlar tarafından teşhis edilmesini istiyor. İranlı yönetmen yasakları hiçe saymaya devam edip filmlerini çekebileceğini, yurt dışında boşluklar bulup gösterebileceğini ispatlayan bir demokrasi kahramanı olarak Cannes’da alkışlandı.

BASİT BİR KAZA

BAŞYAPIT YOK, KALİTELİ FİLM ÇOK

Cannes’ın 2.lik ödülü sayılan Büyük Ödül (Grand Prix) sahibi, Joachim Trier’in “Sentimental Value” filmi Cannes’da gösterilen duygusal filmlerin en başarılısıydı. Aile bağları, aile içi dinamikler, hafıza ve sanatın iyileştirici gücü üzerine bu drama, inişli çıkışlı gergin bir baba-kız ilişkisini derinlemesine işliyor. Filmin merkezinde, ailesini terketmiş sinema yönetmeni bir baba ve geride kalan mesleklerinde başarılı olmuş 2 kızı var. Yapmayı düşündüğü filmin başrolünü tiyatrocu kızının oynamasını isteyen baba, bunu kızlarıyla aralarını düzeltmek için bir fırsat olarak kullanmaktadır. Karakter tahlillerinde çok başarılı olan Trier- Eskil Vogt ikilisi, senaryolarında çok incelikli, dürüst, samimi, gerçekçi portreler çiziyorlar. İnsancıl temalara değinen, işçi sınıfıyla proletaryanın sosyoekonomik sorunlarına eğilen Jean-Pierre ve Luc Dardenne, “Genç Anneler”de 5 genç anneyi karşımıza çıkarıyor. Ortak noktaları yoksul ailelerden gelmeleri ve bir sığınmaevinde yaşamaları. İzleyiciyi düşünmeye davet eden bu film, aynı zamanda hem duygusal hem politik olmayı başaran festivalin en iyi filmiydi.

DUYGUSAL DEĞER / SENTİMENTAL VALUE

Cannes yönetmenliğindeki “1 filme tek ödül verilebilir” kuralını çiğneyen Juliette Binoche başkanlığındaki jüri, Kleber Mendonça Filho’nun “O Agente Secreto / Gizli Ajan”ına En İyi Mizansen ve En İyi Erkek Oyuncu (Wagner Moura) Ödüllerini verdi. 1977’de Brezilya’daki askeri diktatörlük döneminde geçen bu dramada, rejime muhalif olan bir üniversite profesörünün yaşadıklarını izledik. Film, politik baskı, kimlik, hafıza ve direniş temalarını işlerken, kara mizah ve sürreal unsurları ihmal etmiyor. “Titane” ile Altın Palmiye Ödülü kazanan Julia DucournauAlpha”da AiDS hastası bir erkek, kendisine yıllardır destek olan hastabakıcı kızkardeşi ve onun 13 yaşındaki kızı arasındaki duygusal ilişkiyi ele aldı. Chia Hayakawa’nın “Runowâru”ı, 1987 yazında Tokyo’nun banliyösünde, 11 yaşındaki Fuki’nin terminal safhada kanser hastası babası ve yoğun iş temposuna sahip annesiyle birlikte yaşadığı duygu yüklü zorlu dönemi konu alıyor. Olivier HermanusThe History of Sound”adlı tarihi dramada, müzik eğitimi alan 2 genç erkeğin yıllar süren eşcinsel ilişkisini, savaş sonrası travma, kimlik arayışı ve aşk gibi temalar üzerinden anlatıyor.

Politik filmleriyle tanınan Ukraynalı Sergei Loznitsaİki Savcı”da, Sovyetler Birliğinde 1937 yılındaki Stalin’in Büyük Temizlik döneminde geçen insanlık suçlarını perdeye taşıyor. Sırf rejim muhalifi oldukları için hapsedilen 10 binlerce mahkum arasındaki eski bir savcının hakkını korumak için harekete geçen idealist bir avukat savcının yaşadıklarını içimiz acıyarak izledik. Dominik MollDossier 137”de Sarı Yelekliler protestoları sırasında polisin işlediği insanlık suçunu perdeye taşıdı. Tarik Saleh politik gerilim “Cumhuriyetin Kanatları”nda Mısır askeri diktatoryasını eleştirmeyi sürdürüyor. Ülkemizin 2 yıldır Cannes’da sesini duyuramamasının üzüntüsünü yaşadım.

ALPHA

AMERİKALILARA ONURSAL ALTIN PALMİYE YAĞMURU

Cannes Festivali yönetimi Amerikan sinemasını ve sanatçılarını onore etmede, son yıllarda sınır tanımıyor. Amerika’da sinema sezonu sayılan yaz ayları için saklanan süper prodüksiyon filmlerin dünya prömiyerlerinin Cannes’da yapılması çabası karşılık buluyor. Son 3 yılda Tom Cruise’un gişe şampiyonu 2 filmi “Top Gun : Maverick” (2022) ve bu yıl “Mission İmpossible : The Final Reckoning”, geçen yıl George Miller’in “Furiosa : Mad Max Saga”sı, dünya prömiyerlerini yarışma dışı olarak Cannes’da yaptılar. Son 2 yılda 5 Amerikalı sinema sanatçısına Onursal Altın Palmiye Ödülü takdim edildi. Geçen yıl Meryl Streep, George Lucas ve Harrison Ford’un ardından bu yıl Robert De Niro Onursal Altın Palmiye Ödülü için takdim edilmişti. Bu yıl festival yönetimi Denzel Washington’a, kendisinin de şaşkınlıkla karşıladığı 5. Onursal Altın Palmiye Ödülü’nü verdi. 2 filmi (Taksi Şoförü” ve “Misyon”) Cannes’da Altın Palmiye Ödülüyle taçlandırılan Robert De Niro ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada : “Ülkemde bir zamanlar kanıksadığımız demokrasi için büyük mücadele veriyoruz. Bu hepimizi etkiliyor çünkü sanat demokratiktir. Sanat kapsayıcıdır, insanları bir araya getirir. Sanat çeşitliliği kucaklar ve işte bu yüzden sanat bir tehdittir, işte bu yüzden otokratlar ve faşistler için biz bir tehdidiz” diyerek ABD Başkanı Trump eylemlerinin yalnızca ABD’ye özgü bir mesele olmadığını söyledi. “Hepimiz arkamıza yaslanıp izleyemeyiz. Harekete geçmeliyiz ve şimdi harekete geçmeliyiz, şiddetle değil ama büyük bir tutku ve kararlılıkla. Özgürlüğü önemseyen herkesin örgütlenmesinin, protesto etmesinin ve elbette seçimler olduğunda oy kullanmasının zamanı geldi. Liberté, égalité, fraternité.” Donald Trump’a yönelik sert ifadeler kullanan De Niro, Cannes’da Trump’ın yeniden seçilmesinin küresel bir tehdit olduğunun altını çizdi.

GİZLİ AJAN / O AGENTE SECRETO

AÇILIŞTA İLK KEZ BİR KADIN YÖNETMEN

Birçok ilke imza atan 78. Cannes Film Festivali, tarihinde ilk kez Açılış Galasında bir kadın yönetmenin filmine yer verdi. Festival yönetimi “Partir Un Jour”filmini seçmekle, Fransız Amélie Bonnin’in şahsında genç yetenekleri yüreklendirmiş oldu. 2023’te César Ödülü kazanan kısa metrajlı aynı adlı filminden uyarlanan “Partir Un Jour”, nostaljik ve benlik arayışının karışımı olan bir romantik film. “Cherbourg Şemsiyeleri” ve “Emilia Perez” gibi 2 Fransız müzikali başyapıtını akla getiren film izleyicilere hoşça vakit geçirtti. Prestijli sanat okullarından mezun olan yönetmen, senaryo yazarı, grafik tasarımcısı ve görüntü yönetmeni Amélie Bonnin (40) kariyerine sanat yönetmeni olarak başladı. TV serisi 40 bölümlük “Parlement”’ın 3 bölümünü yönetti. 25 dakikalık “Partir Un Jour”da (2022) olduğu gibi yeni versiyonunun senaryosunu Dimitri Lucas ile birlikte yazdı. Filmin kahramanı Cécile, kendi gurme restoranını açma hayalini gerçekleştirmeye hazırlanırken, babasının kalp krizi geçirmesinin ardından çocukluğunu geçirdiği köye geri dönmek zorunda kalır. Paris’in karmaşasından uzakta, çocukluk aşkıyla yeniden karşılaşır. Anıları canlanan Cécile’in kesin yargıları sarsıntıya uğrar.

Cannes’ın açılışını yapan ilk kadın yönetmen sıfatı, kariyerinin ilk uzun metrajlı filmini gerçekleştiren, acemi sayılabilecek Amélie Bonnin için gerçek bir imtihan oldu. Film köklere, aileye ve çocukluk aşklarına dönüş temalarının hakkını veriyor. Film, duyarlı komedi-dram hayranlarının yanı sıra, yaşam seçimleri ve benlik arayışıyla ilgili konuları seven izleyicilere de hitap ediyor. Filmin büyük kozu olan müzik izleyiciye şu soruyu sorduruyor : “Müzik olmasaydı hayatımız neye benzerdi ?” “Cherbourg Şemsiyeleri”nden 60 yıl sonra, karakterlerin birbirlerine şarkılarla hitap ettiği bir film izliyoruz. Bu müzik ziyafetten sonra salondan ayrılırken, ilk defa karşımıza çıkan Amélie Bonnin’e, bizlere işitsel bir şölen sunduğu için pozitif duygular besleyerek ayrılıyoruz. 7 bestecinin katkı verdiği müzik partisyonunda Dalida, Nougaro, Delpech gibi ikonaların popüler parçaları da yer alıyor.

Filmde, kendi hayatını kurmak için doğup büyüdüğü yeri terkedip başkente taşınan genç bir kadının, ailevi acil bir durum karşısında hayat planını değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Gelen bir telefondan babasının kalp krizi geçirdiğini öğrenen Cécile hayalini gerçekleştiremeyince, kendini geçmişiyle yüzleşirken bulur. Gömdüğünü zannettiği anılar yeniden canlanır ve istegiğini düşündüğü hayatla ilgili tüm kesinlikleri sarsılır. Şef olma hayaliyle yeniden keşfettiği bağlar arasında kalan Cécile, geleceği olduğunu düşündüğü şey ile geçmişi hakkında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Hamile olduğunu öğrendiğini, iş ortağı ve hayat arkadaşı Gérard’a henüz açıklamamışken annesinden gelen telefonla yollara düşmüştür. Gençlik aşkı Raphael’e raslayınca aklı büsbütün karışmıştır.

PARTİR UN JOUR

Juliette Armanet’nin canlandırdığı Cécile’i ailevi bir durum kendisini geçmişine geri götürmüştür. Bu dram filmi kişisel ikilimleri ve duygusal kökleri keşfederek izleyiciyi harekete geçiriyor. Bu dokunaklı, duygu yüklü komedi- drama filmi bizleri yaşam seçimlerimiz, anılarımız ve geçmişin gücü üzerine düşünmeye davet ediyor. Amélie Bonnin bu hassas ve nostaljik filmiyle izleyicisinin kalbine dokunmayı başarıyor. Cannes Film Festivali Direktörü Thierry Frémaux filmi Alain Resnais’nin kariyerinin zirvesinde olduğu yılların romantik müzikal komedisi “On Connait La Chanson” (1997) filmini akla getirdiğini söyledi. Oyuncu kadrosuna gelince…

İlk sinema tecrübesinde Juliette Armanet, enerjisiyle, sevimliliğiyle, yeteneğiyle, güzel sesiyle ilerisi için umut vaad etti. Dominik Moll’un “La Nuit Du 12” adlı polisiye dramada Umut Vaad Eden Erkek Oyuncu César Ödülü’nü kazanan, geçen yıl izlediğimiz “Le Comte de Monte-Cristo”da başrollerin birinde izlediğimiz Bastien Bouillon, taşrada yaşamayı seçmiş, evlenip çoluk çocuğa karışmış Raphael rolünde, oyun gücü ve güzel sesiyle öne çıkıyor. Asık suratlı, mızmız, tatminsiz aile reisi rolünde François Rollin, itaatkar karısı, sevgi dolu Fanfan rolünde deneyimli Dominique Blanc, oyuncu kadrosunun başarısına karkı veriyorlar.

RUNOWARU

 

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz