Stalker
Varoluşsal Sorunun Kierkegaard Boyutu
“..biz zavallı izleyiciler iyi, kötü, hatta genelde çok kötü filmler izleriz; bazen vasat da olabilirler, bazen de tam anlamıyla sıra dışı. Bir biçimde hepsini de anlamak mümkün. Onları ya beğenirsiniz ya da burun kıvırır, unutup gidersiniz. Ama ya bu…”
Bu Andrei Tarkovski‘ye (1932-1986) yazılan bir izleyici mektubu. Tarkovski mektubu dilimize de çevrilen “Mühürlemiş Zaman” isimli kitabına almış. Rus yönetmen Tarkovski her dâhinin kitlelerce maruz kaldığı anlaşılmazlık gadrine kendisi de uğramaktan kurtulamamış. Halbuki Tarkovski, aslında tıpkı bir Dostoyevski gibi inanç, ümit, vicdan gibi felsefi referanslar ile yüklü, ona yakın bir anlatım diline sahip ve bu meseleleri kendine dert edinen bir sanatçı. Bu anlamda Rus modern sanatının takipçisi olarak görülebilir. “Başka Sinema” seçkisinde Tarkovski’nin “Solaris” ve “The Mirror” filmleri ile birlikte restore edilmiş hali ile sinemalarda izleme şansına ulaştığımız “Stalker” filmi de hiç kuşkusuz bu özellikleri baskın şekilde hissettiren bir film. Filmin açılış sekanslarından da anlaşıldığı üzere Tarkovski’nin beslendiği çeşitli kaynaklar var. Mesela, babası olan ünlü Rus şair Arseni Aleksandroviç Tarkovski gibi.
Filmin poetik yanları ve kahramanların kimi edebi söylemleri bu bakımdan babadan miras. Film, Arkadiy ve Boris Strugatsky‘in “Uzay’da Piknik” isimli kitabından sinemaya uyarlanmış. 1979 tarihli Stalker filmi, Tarkovski’nin bilinen eserlerinden 1966 tarihli “Andrei Rublev” filminden farklı bir anlatım dili ve örgüsüne sahip. Kısaca konusuna değinmek gerekirse, tıpkı yakın zamanda ülkemizde gösterime giren Emin Alper‘in “Abluka” filmindeki gibi, bölge-çevre türü ayırımlar çeşitli güç aygıtlarınca sınırı çizilen ve geçişi zorluklarla dolu, kapalı, distopik bir dünyanın ötekine özlemini yansıtıyor. Bölge’nin en gizemli ve zor kısmı olan ve insanların her dileğinin gerçekleşmesine vesile olan odaya ulaşılmaya çalışılmaktadır. Evli olan Stalker (Aleksandr Kaidanovskiy), bu konuda insanlara yardım eden ve bu nedenle İz Sürücü olarak tanımlanan bir kişidir. Ondan yardım isteyen bir yazar (Anatoli Solonizin) ile fizik profesörü (Nikolay Grinko) yol boyunca tereddütlü ve kendine güvensiz karakterler olarak görünürler. Tam gizemli mekana girileceği esnada bir ümitsizlik hastalığı devreye girer.
Peki bölge tam olarak Tarkovski dünyasında neyi imler? Tarkovski yazılı metinlerinde de sıklıkla belirttiği üzere, insanın kat etmek zorunda olduğu hayatı bölge olarak simgeler. Metaforik kullanım izleyicide filmin bir bilim kurgu kategorisine sokulmasına imkân verdirmekte ise de, aslında film tür olarak bilim kurgu değil, tam tersine Kierkegaard‘ın temel mesele yaptığı, ümit, inanç gibi soyut/felsefi sorunları anlatmaya yarayan yeni sinema denemesi ve aracıdır. Bu bakımdan sinemada yeni anlatım denemelerine girişen Jean-Luc Godard benzeri sinemada yeni bir dil oluşturma gayreti görülmektedir. Kierkegaard‘a göre umutsuzluk en büyük hastalıktır. İz Sürücüsü de yaşamının tek gayesi olan ümidini yitirir, umutsuzlukları yaşar; yol arkadaşları ile umut besinli inancı da sarsılmıştır. Saygınlığı yiten insan, ümidini kaybeden bir hastaya dönmüştür. Stalker‘in eşi bu hali gördüğünde onunla yeni bir yolculuğa kendisi ile çıkmasını söyler. Ümidi ve diğer deyişle hastayı yeniden diriltme ihtiyacını hisseder.
Film farklı okumaya müsait bir anlatım örgüsüne sahip. Son sekanslardaki İz Sürücü’nün kızının masadaki üç bardağı gizil gücü ile hareket ettirirken, bu bardaklardan boş bardağı Stalker olarak algılamak mümkün iken, bu sırada tren sesi ile koşut olarak Beethoven‘in 9. Senfonisindeki “Neşeye Övgü“sünün çalması bir Modern Avrupa ülküsüne umut yitimi bağlamında, ağıt olarak da görülebilir. Film, renk kullanımı (siyah, beyaz, yer yer kahverengi ve renkli), parlaklık (mat, donuk) ve bölge düzenekleri ile totaliter rejimlere de mesaj verirken, aynı zamanda kimi geçişlerde Hristiyan ikonalarının suyun derinliklerindeki hali ile de inancın umut ile olan alakasını yansıtma gayesi olarak da okunabilir.
Uzun süresine, iki bölüm halindeki ayırımına rağmen, donanımlı ve gayet yoğunlaşmış bir seyir ile sinemadan çıktıktan sonra bir dolu hakikate dair nitelikli soru ile sizi sinemadan çıkartan bir başyapıt ile karşılaşıyoruz. Yansıtılanın hulasası, kişinin umutsuz yaşayamayacağı ve özgürlüğünün kimi kaygıları ile birlikte kendi özünden elde edilebileceği gerçeğidir. Sözü tekrar Tarkovski‘ye bırakalım: “...Acı olan, bizim gerçekten özgür olmayı bilemeyişimiz. Bizler, bedelini başkasına ödettiğimiz bir özgürlük istiyor, başkaları adına isteklerimizden vazgeçmeye yanaşmadığımız gibi, bunu kişisel haklarımıza ve özgürlüklerimize yapılan bir saldırı olarak görmekten de çekinmiyoruz. Özgür olabilmemiz için, hayattan ve çevremizdeki insanlardan bir şey beklemek yerine önce kendimizden talep etmesini öğrenmeliyiz. Özgürlük; bu sevgi adına fedakarlıkta bulunmak demektir…”
Yani, Stalker ya da İz Sürücü ihtiyacı çoğu kez hakiki özgürlüğü her iki taraf bakımından sonlandırıp, umudu da tüketebiliyor. Tarkovski tüm filmlerinde ama özellikle burada, klasik anlatımın ötesinde çok derinlikli olarak bize bunu gösteriyor.
Yönetmen : Andrei Tarkovski
Görüntü Yönetmeni : Georgi Rerberg
Müzik : Eduard Artemiev
Oyuncular : Alexandre Kaidanovski, Anatoly Solonitsyn, Nikolai Grinko, Sergey Yakovlev, Natasha Abramova, Alisa Freindlich, Faime Jurno, Viladimir Zamanskiy
Rusya-Batı Almanya ortak yapımı / Bilimkurgu-Dram / 163 Dk.