Atilla Dorsay ve Konukları ile Festival Sohbeti : Yeşilçam’dan Bugüne
Yapı Kredi Kültür Merkezi‘nde sinema yazarı/eleştirmeni Atilla Dorsay moderatörlüğünde yönetmen/yapımcı/senarist Aram Gülyüz, yazar/senarist Osman Şahin ve yapımcı/işletmeci/yönetmen Arif Keskiner ile Yeşilçam‘ın dünü ve bugünü ile ilgili bir söyleşi yapıldı. Sohbet, Atilla Dorsay’ın yönlendirmesi, ilginç soruları ile bir hayli keyifli ve bir o kadarda bilgilendiriciydi. Sohbete izleyicilerinde soruları ile dahil olması söyleşiyi bir hayli renklendirdi. Ben, Atilla Dorsay’ın değerli misafirlerine sorduğu sorulara verdiği cevapları bölmeden sizlere aktarmaya çalışacağım.
Moderatör Atilla Dorsay, ilk sözü 1931 İstanbul doğumlu, Ermeni asıllı Türk yönetmenimiz Aram Gülyüz’e verdi. Aram Gülyüz, sorulan soruları içtenlikle yanıtladı..
Aram Gülyüz konuşmasına Atilla Dorsay’ın sorusu doğrultusunda sinemaya nasıl başladığını anlatarak giriş yaptı… 1952 yılında Kore‘de subay olarak orduya alınmış. silahlardan nefret ettiği için bir gün bir anonsta aranızda dil bilen var mı diye sorulunca hemen el kaldırmış ve o günden sonra Kore macerası boyunca tercüman subayı olarak görev yapmış. Orada Halit Refiğ ile tanışınca sinema aşkı ona da bulaşmış ve böylece yurda döndüğünde Türk sinema sektörünün neferlerinden biri olmuş. Azmi ve çalışkanlığı ile önünde engel olarak gördüğü tüm zorlukları aşarak sonunda yönetmen olmayı başarmış.
Yeşilçam‘ın duayenlerinden Yılmaz Atadeniz, onun için “Hayatımda gördüğüm en yetenekli yönetmen” demiş! Türk sinemasının ilk dublajsız filmini çeken yönetmen de kendisiymiş.. Örnek verecek olursak o yıllarda bütün artistleri ve aktrisleri aynı isim seslendirirmiş. Bir gün, Fransız olduğunu öğrendiği bir seyirci tüm filmlerde dublaj yapılmasıyla ilgili üstü kapalı ve küçümseyici şekilde sinemamızla dalga geçince bir daha asla hiçbir oyuncusuna dublaj yaptırmayıp kendi sesleri ile oynatmış. Ve ilk sesli filmi de başrolünü Bülent Kayabaş‘ın oynadığı “Salak oğlum ve Ben” olmuş.
Sonra ki yıllarda Yeşilçam durgunlaşmış ve erotik filmler kuşağı başlamış. Burada yönetmenimiz Aram, altını çizerek şunu söyler : ”-Benim bir zaafım var, o da Fıkralar”. Aram Gülyüz’de o dönem ekmek parası kazanmak için zorunlu da olsa erotik filmler çekmiş. Ama çok sevdiği fıkralardan ilham alarak oldukça farklı bir üslupla çekmiş bu tür filmleri. O dönemde çektiği filmlerinin erotik olarak değilde ”Müstehcen Fıkra’‘ olarak görülmesinin daha doğru olacağını belirtiyor Aram Gülyüz..
Kendisi Ermeni kökenli olmasına rağmen, bu uyruk durumundan dolayı hayatı boyunca dünyanın hiçbir yerinde ama bilhassa da Türkiye’de hiç zorluk yaşamamış. Yine kendisinin söylediğine göre Yeşilçam‘da kendisi gibi ermeni asıllı bir çok oyuncu ve yönetmen varmış!
Moderatör Atilla Dorsay, söyleşisinde Nubar Terziyan, Toto Karaca, Arşavir Alyanak, Kenan Pars, Adile Naşit, Danyal Topatan, Turgut Özatay ve usta yönetmen Nişan Hanceryan’ın Yeşilçam’ın öne çıkan Ermeni sanatçıları olduğunu belirterek araştırmalarına göre Ayhan Işık‘ın kökeninde Ermeni olduğunu söyledi. Aram Gülyüz, Atilla Dorsay’ın saydığı sanatçıları onaylarken Ayhan Işık‘ın Ermeni olduğunu bilmediğini söyledi. Araştırmacı gazetecilerin bir şekilde ”e-devlete” girerek kökünü araştırması gerekiyor Ayhan Işık’ın! Atilla Dorsay söyleyince bende merak ettim doğrusu. Ayhan Işık Ermeni mi? Türk mü?
Atilla Dorsay, şu anda hayatta olmayan müzisyen Onno Tunç başta olmak üzere yine müzisyen Garo Mafyan, duayen fotoğrafçı Ara Güler, sunucu Vahe Kılıçarslan ve rock’çu Hayko cepkin‘inde Ermeni olduğunu belirtirken Aram Gülyüz’de bu isimlerin doğruluğunu teyit etti.
Atilla Dorsay, Aram Gülyüz’den sonra sorularını yazar/senarist Osman Şahin’e yöneltip sohbeti derinleştirdi..
Kendisi Edebiyatımızın mihenk taşlarından olan yazar Osman Şahin (Hoca), 1940’ta Mersin’de dünyaya gözlerini açmış. Dicle Köy Enstitüsü ile Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nü bitirdikten sonra Güneydoğu, Malatya, İzmit, İstanbul liselerinde çok uzun yıllar spor (Beden eğitimi) öğretmenliği yapmış. Öğretmenlik görevini ilk olarak icra ettiği Güneydoğu illerinde tanıdığı Kürt vatandaşlarımızın yaşamları ve tüm yaşadığı şark anıları, ileride yazacağı romanlarının ilham kaynağı olduğunu anlattı konuşmasının başında Osman Şahin.
Yazdığı romanlardan 23’ünün senaryolaştırılıp, çok ödül alan filmler haline getirildiğini büyük bir gururla anlattı. Sinema ile tanışması, İstanbul’da öğretmenlik yaptığı bir gün eline geçen bir gazete haberinden yapılacağını öğrendiği “Kızgın Toprak” filminin galasına gitmesi ile başlamış. Osman Şahin’in o güne kadar bir kaç romanı yayınlanmıştır ama kimse onu tanımamaktadır. O gün o galaya, herkes takım elbise giyinip gelmişken o eşofman’la gelir. Onu orada Atilla Dorsay tanır ve ertesi günü Cumhuriyet Gazetesi’nde ki köşesinde “Osman Şahin Sinemada” diye başlık atar. Bu başlıktan çok etkilenen Osman Şahin, o günden itibaren romanlarına ve sinemaya büyük sorumluluk duyarak sıkı sıkıya dört elle sarılır.
Kendi deyişi ile bütün filmlerinin hepsinde kan, gözyaşı ve ölüm vardır!.. Çünkü çok büyük bir yoksulluktan gelmesi ve özellikle de Diyarbakır’da yaşadığı zorlu yıllar sebep olmuş bu tür yazmaya. Çok zor bir çocukluk ve gençlik yaşadığı Diyarbakır yılları ona ileri ki senelerde yazacağı ünlü “Fırat’ın Cinleri” romanını yazdırmış. Çünkü o yıllarda Fırat nehri senede birkaç kez taşar ve her seferinde de çok can alır, sürekli cesetler taşırmış!. Orada çok büyük toprakları olan ağalar, bunlara bağlı onlarca köy ve bu ağaların sadık tetikçileri, kendi deyimiyle eşkiyaları varmış. Bu eşkiyalar ağalarının öldür dediğini göz kırpmadan öldüren çok sert ama bir o kadar da ilginç adamlarmış. Bir gün bir eşeğe binmiş ve o eşek yolun bir noktasına geldiğinde inatla oradan geçmemiş ve sonra bakılmış ki tam da orada faili meçhul bir ceset gömülüymüş.
Güneydoğunun insanları Kürtler hakkında ki bir çok anısını öyküleştirmiş. ”Siverek Hikayesi /Kızgın Toprak”ta bunları bir araya getirmiş ve aynı adla filmi yapılmış, filmin başrolünde de Fatma Girik oynamış.. Bu hikaye tam 9 dile çevrilmiş ve okunduğu her ülkede çok sansasyonel etki yaratmış. Yazar bu hikayesini Sheakspare vari bir anlatımla yazdığının altını çiziyor. Bir gün Yaşar Kemal‘le Doğu ve Güneydoğu insanlarının “sıkışmış” insanlar olduğuna hemfikir olduklarını birbirlerine onaylattıkları sohbetleri sırasında koca Yaşar birden, aslında Atatürk‘te sıkışmış insandı deyivermiş! Osman Şahin, bu sözünü hiç unutmamış Koca Yaşar’ın.
Bir gün, öykülerini okuyan Yılmaz Güney ona ”Farkında değilsin ama sen sinemacısın” demiş. Osman Şahin, Balzac‘ın “Yaşanmış, Edebiyattan üstündür” sözüne ”Edebiyat Hayattır” sözüyle karşı çıktığını belirterek, Edebiyat olmasaydı 300 yıl önce yaşananları nasıl bilecektik diye vurgu yapıyor altını kalın harflerle çizerek. Elbette, yaşamak, gözlemek önemlidir ama edebiyat onun devamlılığıdır diyerek de ekleme yapıyor.
Osman Şahin, kendi romanından sinemaya uyarlanan ”Kibar Feyzo” filminde rol alan İlyas Salman‘ın rolünün hakkını fazlası ile verdiğini belirtmeden geçemiyor. Ünlü yönetmenlerden; Şerif Gören, ”Kan, Tomruk, Firar ve Kurbağalar”ı.. Erden Kıral; Ayna‘yı.. İpek Tolgar “Kurşun adres sormaz ki“yi.. ve Talip Karamahmutoğlu’da, “Mezarcı” öykülerini senaryolaştırıp film yapmışlar. Üstada göre, Edebiyatta Sheakspare, Cervantes, Tolstoy, Balzac gibi değerler varsa, sinema’da da, Stanley Kubrick, Andrei Tarkovski, Charles Caplin, Roman Polanski gibi çok büyük değerler vardır diyor.
Moderatör Atilla Dorsay, son olarak sözü 1938 Adana/Osmaniye doğumlu Yeşilçam’ın önde gelen yapımcılarından Gazeteci/Muhabir/Spor Yazarı/Yapımcı/Yönetmen Arif Keskiner’e sorularını yöneltiyor ve cevaplarını alıyor..
Arif Keskiner, ilk ve ortaokulu Osmaniye‘de okumuş. İstanbul Sultan Ahmet Ticaret lisesini, peşinden İstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulunu bitirmiş. Askerliğini yaptıktan sonra yakın arkadaşı olan Yılmaz Güney‘le bir müddet çalıştıktan sonra dört sene boyunca Ağaoğlu Yayınevinin müdürlüğü görevini yürütmüş. Sonrasında kitapçılık, spor yazarlığı, İsveç‘te muhabirlik ve geçimini sağlamak için bulaşıkçılık yapmış.
Türkiye’ye döndükten sonra elliye yakın fotoroman’ın yapımcılığını, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenirken aynı dönemde film yapmaya da başlayıp ”Otobüs, Kapıcılar Kralı, Selvi Boylum Al Yazmalım, Maden, Köşeyi Dönen Adam ve Piyano Piyano Bacaksız” filmlerinin prodüktörlüğüne imza atmış. Yeşilçam’ın efsane yönetmenlerinden olan Abdurrahman Keskiner‘in ağabeyi olan Arif Keskiner, sinema aşkının kardeşinden kendisine bulaştığını belirtiyor.
Arif Keskiner, önce ”Ekta Film” ardından ”Çiçek Film”i kurarak yapımcılığa başlarken ”Amigo Hüsnü” filmi ile de yönetmenliğe merhaba demiş. Aynı zamanda Yeşilçam’ın huzur yuvalarından olan ve adı ile efsaneleşmiş ”Çiçek Bar”ın da ilk işletmecisidir. Erotik filmler döneminde bir gün adamın birisi ona 5 film çekmesi ve hepsinin başrolünde Aydemir Akbaş‘ı oynatması şartı ile film başına 150 bin lira teklif ederek, 75 bin lira avansı avucuna sayıvermiş.
O dönemler Aydemir Akbaş, çok küçük ücretler karşılığında oyunculuk yapıyor ve sıkıntı içinde yaşıyormuş. Arif Keskiner, avansı aldıktan sonra hemen gidip Aydemir Akbaş’la ilk film için 2.500, ikinci film için 5.000, üçüncü film için 7.500, dördüncü film için 10.000 ve beşinci film için 15.000 lira karşılığında anlaşıp sözleşme imzalayıp işe koyulmuşlar. İlk filmde Aydemir Akbaş‘ın partneri olarak Arzu Okay‘a rol vermişler. Özellikle birlikte rol aldıkları ”Ayıkla Beni Hüsnü” filmi çok büyük bir ses getirmiş!
Arif Keskiner‘in çocukluğundan beri edebiyata yoğun ilgisi varmış. Bu sebeple gençlik yıllarında dönemin ünlü edebiyatçılarının bulunduğu mekanlara gitmeye başlamış. Bir gün yine bir arkadaşı ile gittikleri mekanda arkadaşı onu, orada bulunanlara Adanalı genç şair diye tanıtınca kendisinden yazdığı şiirlerden birisini okumasını istemişler. O’da hemen aklına gelen bir şiiri okumuş. Şiir bittiğinde Şükran Kurdakuş ona ”-kötü şiir okuyorsun” deyince ortamda bulunan Edip Cansever Arif Keskiner’e arka çıkıp moral ve cesaret aşılamış.
Yine bir gün dört arkadaşı ile meyhanede içkilerini yudumlayıp sohbet ederken adamın birisi ona ”-yarın bizim stüdyoya gel, nasıl film çekiliyor görürsün” demiş. O’da ertesi gün stüdyoya gitmiş ve gitmesi ile kendisine küçük bir rol (Postacı rolü) vermeleri bir olmuş. Film, aylar sonra memleketi olan Adana sinemalarında gösterilip ailesi tarafından izlenince kızılca kıyamet kopmuş! Filmi izleyen babası ”-Eşşoğlueşşek, biz onu İstanbul’da üniversitede okuyor zannederken o gidip postacı olmuş” demesini hala gülümseyerek anlatıyor.
Arif Keskiner, öğrenci iken sinemada ki ilk işini, Emirgan Korusu‘nda günlüğü 50 liradan 250 liraya 5 ayrı filmde figüran olarak rol alarak yapmış ve harçlığını çıkarmış. ”Umut” filmi için kardeşi Abdurrahman ile beraber Paris‘e gitmişler. Gitmeden önce kendisine smokin dikilip harcırah verilmiş. Umut filminin Paris gösteriminden 1 gün önce tam 5 saat boyunca kan ter içinde kalarak filmin karışan kısımlarını ayırmışlar. Ertesi gün film görücüye çıkıp Fransız sinema severler tarafından beğenilip alkışlanınca rahat bir nefes almışlar.
Bu durum Arif Keskiner‘in çok hoşuna gidince gerçek anlamda kararını orada vermiş. İçinden, varımı yoğumu paraya çevirip ”ben sinemacı olacağım” demiş. Şimdi 80 yaşında olan duayen yapımcı/yönetmen Arif Keskiner, artık Çiçek Bar‘ın işletmeciliğini de yapmıyor ama hala Çiçek Bar‘ın müdavimlerinden birisiymiş ve her pazartesi akşamı eski dostlarla buluşup sohbet etmek için mutlaka gidermiş.
Atilla Dorsay, sinemamıza emek vermiş üç duayeni bir araya getirerek bizlere, Yeşilçam’ın geçmişine unutulmaz bir yolculuk yaptırdı. Kendisine ve Aram Gülyüz’e, Arif Keskiner’e ve Osman Şahin’e binlerce kez teşekkürler. İyi ki varsınız..