Şanslı Per (Lykke-Per) Danimarka edebiyatında şaheser sayılan Henrik Pontoppidan tarafından 1894-1904 yıllarında sekiz cilt halinde yazılan uzun bir romanın uyarlamasıdır. Bille August tarafından sinemaya uyarlanarak 2018 yılında gösterime girmiş…
Netflix’te yeniden yayınlanmaya başlayan film, kaçıranlar için bir fırsat. izlenmesi gerekir.
Bir dönem filmi! Ondokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başları. Tarihin ivmesinin evrildiği bir süreç. Aristokrasinin dolayısıyla kilisenin tasfiye edildiği burjuvazinin yükseldiği, icatların, sınıf hareketlerin yoğunlaştığı bir dönem. Bu dönemi sosyal açıdan yansıtan en güzel filmlerden birisi de sinema tarihine geçmiş Bernardo Bertolucci’nin çektiği “1900” filmidir..
Edebiyata dönecek olursak 19. yüzyılda yazılmış hemen bütün klasik romanlarda dönemin özelliklerini açıkça görürüz. Yükselmek isteyen genç erkeklerin aristokrat kadınlarla kurdukları duygusal bağ sayesinde nasıl basamakları birer birer tırmandıklarına şahit oluruz. Stendhal’in “Kırmızı ve Siyah” romanında Julien Sorel adlı genç yükselme hırsı ile Soylu sınıfından Madame de Renal ile ilişki kurar; bu aşk Madame de Renal’i intihara götürürken Julien Sorel başka bir aristokratın kızı Mathilde ile çoktan evlilik hazırlıklarına götürür.
Bu unsur Balzac’ın romanlarında da vardır, hatta bizzat Balzac’ın kendisi de yirmi sekiz yaşındayken kırk beş yaşındaki güçlü ve soylu bir kadın Madame Berny ile ilişkiye girdi, Madame Berny ona hem sosyal bir statü sağlayıp Honore de Balzac olarak soylu ünvanı kazandırırken hem de onun borçlarını silmiş maddi manevi her türlü desteği vermişti. Vadideki Zambak romanındaki Madame de Mortsauf’un Berny olduğu söylenir. Mortsauf’un genç sevgilisi Felix adlı genç de Balzac olsa gerek…
Şanslı Per, Julien Sorel’in ve Felix’in başka bir versiyonudur…
Yaklaşık üç saat süren film konunun ağırlığına rağmen akıp gidiyor.
Per Sidenius (Esben Smed) fanatik bir papazın oğludur, bütün çocukluğunu ve gençliğini babanın baskıcı ve dogmatik din anlayışının zorbalığı içinde geçirmesine rağmen bilim aşkı galip gelir ve Kopenhag’da bir üniversiteye kabul edilir. Mühendislik eğitimi almak için yola çıktığında babası ile arasında geçen konuşmalar; o yaşa kadar nasıl hayat geçirdiğine ilişkin bütün ipuçlarını seyirciye verir. Din adamı olan baba bilime düşmandır ve oğlunun bu yoldan ayrılması için ona her türlü baskıyı kurmakla kalmaz onu beş parasız yolcu eder. Güçlü bir giriş metni olan bu konuşmalardan Per’in cehenneme dönmüş hayatından kurtulacağı ve düşlerini, hayallerini gerçekleştireceği umudu kahramanın içine doğduğu gibi seyircinin de içine doğar. Umut treni kalkmıştır artık, o trenin penceresinden esen tatlı rüzgar onu güzel yerlere götürecektir…
Zor koşullarda üniversiteye başlayan Per, bir yandan da gece gündüz çalışarak dalgaları, rüzgarı enerjiye çevirme projesini bitirir. Proje üniversite tarafından ciddiye alınmaz; işte tam bu esnada oldukça zengin ve aristokrat Yahudi ailesi Saloman’larla tanışır. Salomon ailesinin oğlu onu evlerine davet eder, babası ve kız kardeşleriyle tanıştırır; önceden küçük kızı gözüne kestiren Per,daha sonra ailenin büyük kızı Jakobe‘ye (Katrine Greis-Rosenthal) nişanlı olmasına rağmen kur yapar; zira mirasın büyük kısmı Jakobe’ye kalacağını öğrenir; diğer taraftan Jakoben hem daha ağırbaşlı hem de daha bilgilidir.
Aile onu ciddiye alır, ona şanslı Per diye hitap ederler, projelerini gerçekleştirmek için her türlü yardım ve desteği verirler, üstelik Jakobe ile evlenmelerine de onay verirler.
Herşey tam yoluna girmişken birden tersine döner durum. Filmin bundan sonrasında artık karşımızda bir Dostoyevski kahramanı vardır.
Kimi zaman çok güçlü ve kararlı bir model çizen; onurlu ve gururlu davranan Per, kimi zaman yalvaran bir karaktere dönüşür; tutarsız, dengesiz davranır
Çoğu zaman duygusuz görünen, hatta annesinin ölümündeki tavrı ile Albert Camus’un Yabancı romanındaki Meursault’a benzettiğim Per, sonrasında duygu coşkunluğu yaşayarak gözyaşlarına boğulur.
Bir anda herşeyden kaçıp kurtulmak ister, nefret ettiği dine sarılmaya başlar, baba oğul hikayelerinde görülen (önceden babayı reddeden oğulların sonra ona nasıl dönüştüklerini kimbilir kaç filmde izlemiştik) babaya dönüşme devreye girer, narsistliği yüzünden Jakobe’yi bırakır, gider bir köylü kızla evlenir, kendini çok büyük deha zanneder ama bütün dehasını hiç eder…
Çözülme bir kez başlamaya görsün çorap söküğü gibi arkası gelir. Bu manik depresif durumları devam edip gider, sonunda ailesini de bırakarak doğada tek başına yaşamaya başlar…
Çocukluk travmalarını atlatamayan, kendini kimsesiz ve yabancı hisseden Per cehennemine geri döner…
Filmde eleştirdiğim unsur ise belli bir süreden sonra zaman kopuklukları oldu. Filmin uzunluğundan olsa gerek o bölümler atlandı belki de. Muhtemelen romanda mevcut olan o kopuk zaman diliminde neler yaşadı, hangi duygu fırtınalarını atlattı cevapsız kaldı.
En beğendiğim unsur ise yukarıda bahsettiğim romanlardaki kadınlar aşkları uğruna ölürken, bu filmde( ya da romanda) Jakoben güçlü bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Evet bir daha evlenmiyor ama bir okul açıp hayatını faydalı işlere adıyor; dağılmıyor, yok olmuyor…
Bille August’un yönetmenliğini üstlendiği film, 2019 yılında Danimarka film akademisi tarafından yıllık Robert Ödüllerinde en iyi film olmak üzere bütün dallarda aday gösterildi ve dört dalda ödül aldı.
Bille Augus’tun başka filmleriyle; Altın Palmiye, Yabancı dilde en iyi oscar, En iyi Danimarka film ödülleri gibi ödülleri mevcut.
İyi seyirler…
Yönetmen : Bille August
Senaryo : Anders Frithiof August, Bille August
Görüntü Yönetmeni : Dirk Brüel
Kurgu : Janus Billeskov Jansen, Anne Østerud
Müzik : Lorenz Dangel
Oyuncular : Esben Smed,
Danimarka / Dram / 162 Dk.
çok güzeldi..per ve tutkusu beni büyüledi.çok uzun olasına rağmwn soluksuz izledim.