Her Şeye Rağmen / Chce sie zyc
HER ŞEYE RAĞMEN HER ŞEY YOLUNDA!
“En büyük engel sevgisizliktir” Bir başka deyişle “sevgi her türlü engeli aşar” sözünü kanıtlayan bir film “Her Şeye Rağmen”. Bütün engelleri aşmanın kayıtsız şartsız birinci kaynağı sevgidir. Bu söz fiziken engelli ve engelsiz bütün insanlar için geçerlidir aslında. Yeter ki kalplerimiz engelli olmasın. Albert Camus Veba romanında, baş kahramanı doktor Rieux’ye şöyle söyletir:” sevgisiz bir dünya ölü bir dünyadır” Tabiri caizse sevgi ölüyü bile diriltir. Nitekim filmde konuşamayan, duygularını ifade edemeyen kısaca bitkisel bir hayat süren kahramanımız Mateusz anne babasının şefkati ve ona aşıladıkları inanç sayesinde bir bitki olmadığını kanıtlar. İnanç, kendine inanç da yine sevgiden beslenen ve büyüyen bir olgudur…
Öncelikle filmin başrol oyuncusu Mateusz’ü canlandıran 1986 Polonya doğumlu Dawid Ogrodnik’i alkışlamak istiyorum. Bir oyuncunun kendini kanıtlaması kuşkusuz bir engelliyi oynamasıdır. Oyuncu bu role bazen kendini öyle kaptırır ki abartıya kaçar ve inandırıcılığını yitirir, o karakterde yapaylık sezer seyirci. Oysa Dawid Ogrodnik (Mateusz) öylesine doğal ve öylesine inandırıcı oynamış ki filmi izledikten sonra ilk işim Ogrodnik’in gerçekten engelli olup olmadığına bakmak oldu. Zaten bu rolüyle 2014 yılında “Polonya En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü almış, sonuna kadar hak etmiş.
Mateusz’un hem gerçek annesini hem de onu oynayan annesini alkışlamak isterim sonra. Anneler engellilerin kanatlı melekleridir. Dünyanın tartışmasız en büyük sevgisi evlat sevgisidir; engelli olan evladın yaşamı sürdürme zorluğu onların kanatları altında hafifleyebilir ancak. Hele evlat felçli ya da ağır engelli ise tamamıyla bir adanmışlık sözkonusudur. Mateusz’un annesini oynayan Dorota Colak da zaten böyle bir annedir. Ama bu filmde farklı olan bir şey var, baba da en az anne kadar fedakar ve sevecen; hatta bazı durumlarda annenin bile önüne geçiyor. Oğluna inanç ve güç veriyor, ona hayat öğretmenliği yapıyor; yazık ki Mateusz’un ergenlik döneminde hayata veda ediyor…
“BEN BİTKİ DEĞİLİM”!
Mateusz beyin felci geçirmiş; yürüyemeyen, konuşamayan, ellerini kullanamayan, duygularını ifade edemeyen özürlü bir çocuktur. Orta halli ailenin çocuğu olarak sevgi dolu bir evde sürünerek de olsa büyümektedir. Doktorlar ve uzmanlar Mateusz’un zihinsel özürlü, karşısındakileri hiçbir şekilde anlamadığını, adeta bir bitki olduğunu iddia ederler. Ev halkı yine de ona “ot” muamelesi yapmaz; normal bir çocukmuş gibi onunla konuşmaya ve onu anlamaya çalışmaya devam ederler. Anne babanın dışında bir erkek ve bir kız kardeşi vardır; erkek kardeşi ona çok sıcak davranırken ablası, annesinin Mateusz ile ilgilenmekten kendisine sevgi ve ilgi eksikliği hissettirdiği için kardeşine karşı daha soğuk davranır. Mateusz delikanlı olunca babası da öldüğü için anne onu taşıyamaz duruma gelince çareyi zihinsel özürlüler bakım evine göndermekte bulurlar…
Yaşadığı ev konusunda düşüncelerimi belirtmeden geçemeyeceğim. Ev, çevre hatta insanların görünüşü o dönemde henüz yıkılmamış olan sosyalizmin fotoğrafını da gösterir bize. Evde abartılı eşyalar yoktur, ihtiyaca göre eşyaları olan sade bir yerdir; anne terzidir zaten baba ise muhtemelen işçi; aile ve komşuluk ilişkileri sıcaktır. Hastane ve bakım evleri de lüks sayılmamakla birlikte her şey gerektiği gibi gönüllülük temelinde sürmektedir. yönetmen ailenin dışında toplumsal hareketlere de flou bir bakış atar. Sendikalar hareketlenmiş, Lech Walesa hareketin önderliğini yapmaktadır. Mateusz’un ergenlik dönemine rastlayan sosyalizmin yıkılışı beraberinde birçok şeyi de götürür…
Filmde çarpıcı olan şeylerden biri de Mateusz’un iç sesi çok başarılı verilmiş, o ses sayesinde biz kahramanımızın bitki olmadığını, insan olduğunu taa filmin başından anlıyoruz. O ses empatidir aslında, her özürlüyü gördüğünüz gibi sanmayın sesidir. Beni çarpan bir başka durum ise Mateusz’un yürüyememesine karşın kardeşi denizci olmuş ve okyanusları aşmaktadır. Gittiği her ülkeden kardeşine fotoğraflar göndermesi insanın gerçekten içini acıtıyor. Film çok fazla dramatize edilmeden olduğu gibi gerçekleri göstermesine rağmen bir sahneyi ağlamadan geçemezseniz. Mateusz’un yaşadığı onca zorluğa artık isyan edip hüngür hüngür ağlaması seyirciyi de beraberinde ağlatıyor…
Onun en sihirli cümlesi ise babasının ona öğrettiği “Her şey yolunda” İç ses filmin sonuna kadar bu cümleyi o kadar çok tekrar ediyor ki içiniz parçalanıyor…
Doğu Avrupa filmlerine sempatim olduğunu her fırsatta dile getiririm. Maciej Piepryca’nın senaryosunu yazdığı ve yönettiği 2013 yapımlı film o dönem Montreal Film Festivalinde Jüri, Seyirci ve Ekümenik Ödüllerini kazandı. Kullanılan müzik de son derece etkileyici. Bartosz Chajdecki’e ait. Gerçek kahramanının son sahnede görüyoruz. Sekiz yıl önce çekilen film 24 aralık’ta Türkiye sinemalarında tekrar gösterime girecek.
Iyi Seyirler…
Yönetmen / Senaryo : Maciej Pieprzyca
Görüntü Yönetmeni : Pawel Dyllus
Kurgu : Krzysztof Szpetmanski
Müzik : Bartosz Chajdecki
Oyuncular : Dawid Ogrodnik, Arkadiusz Jakubik, Dorota Kolak, Helena Sujecka, Mikolaj Roznerski, Janusz Chabior, Gabriela Muskala, Lech Dyblik, Izabela Dabrowska, Dariusz Chojnacki
Polonya / Dram / 111 Dk.
TRT 2 de izlediğim etkileyici bir dram. Aktör Dawid Ogrodnik’in performansına bu güne kadar izlediğim hiçbir aktörde rastlamadım. Mateusz’un anlayın beni diyen zeki bakışları, annenin çırpınışları, babanın yaklaşımı derinden etkiliyor insanı.