Maria

Maria, aryaları ve yalnızlığıyla

Sadece opera ve müzik değil, karakter analizleri ve sonbaharda Paris görüntüleriyle, Angelina Jolie’nin cesur ve müthiş performansıyla seyredeni pişman etmeyecek bir film, usta işi.

OrtaKoltuk Puanı:

 

Sahne sanatlarına ilgi duyan, magazine meraklı olan herkesin kulağına Maria Callas, DİVA sözcüğü çalınmıştır. Yılın son günlerinden başlayarak yine gündeme girmesinin nedeni Şilili ünlü yönetmen Pablo Larrain’in dört büyük prodüksiyon şirketinin desteğiyle Diva’nın filmini çekmesi. NewYork’ta aralık ayında vizyona giren filmi, biraz da Haluk Bilginer’in bu uluslararası projedeki önemli rolünden, Aristotle Onasis’i canlandırmasından ötürü merakla beklerken Bir Film, vizyon öncesi hazırladığı kısa bir festivalle gösterime soktu. Filmin ilk gösterimleri sinemaseverlerin ilgisiyle karşılandı. Çünkü söz konusu olan opera dünyasının gelmiş geçmiş en büyük divalarından birinin çalkantılı yaşamının son günlerini ve operadaki performanslarını yansıtıyor.

Larrain, filmi ancak Angelina Jolie ile çekeceğini şart koşmuş. Doğru bir seçim. Güzelliği ve yeteneği kadar Brad Pitt ile evliliği ve evlat edindiği çocuklarıyla da ilgi çeken sanatçı bu role çok hazırlanmış ve bu büyük yükün altından çok başarıyla çıkmış.

Larrain, filminde her ne kadar Maria Callas’ın Paris’te uşağı ve kahyasıyla inzivaya çekildiği saray yavrusu evinde geçmişinin hayalleri ve geleceğinin idealleri arasında bunalan Diva’nın son günlerini anlatırken, kurguda geri dönüşlerle oynadığı operalardan performanslarını, aryalarını büyük ustalıkla serpiştirmiş. Sadece film izlemiyor, aynı zamanda opera dinlemiş kadar oluyorsunuz. Ayrıca seçilen her aryanın da sanatçının o sıradaki durumuyla bağlantısı özellikle kurgulanmış.

Her sanatçının olduğu gibi, zirveye oturmuş ve büyük bir hayran kitlesi kazanmış Maria Callas’ın da en büyük dramı orada kalabilmek. Büyük aşk yaşadığı Onasis’in sahneye çıkmasını engellemesinden sonra sesini de kaybeden Maria, şöhretini değilse de parıltılı sahne yaşamını yeniden kazanmak, seyircinin önünde tekrar şarkı söylemek için sonu iyi bitmeyecek bir çabaya da girişir. Ama gençliğinde kilolu ve sağlıklı bir genç kız olan Maria, artık verdiği aşırı kilolarla zayıflayan bünyesi, yaşadığı çalkantılı hayatıyla girdiği ruhsal bunalım ve gördüğü halüsinasyonlar nedeniyle sayısız ilaç kullanmakta ve bu da karaciğer ve kalp sağlığını yitirmesine yol açmaktadır. Sağlığını yeniden kazanması için uşağı ve kahyasının zorla kabul ettirdiği doktor ziyaretleri de bu durumu değiştirmeyecek ve Diva, çok genç yaşta hayata veda edecektir. Söz konusu bir biyografik film olduğu için sonucu saklamakta yarar yok. Öldüğünü herkes biliyor.

Filmde, bir starın, divanın hayranlarıyla sarılı bir dünyada nasıl kibir ve şaşaa içinde yaşaması yanında evdeki yalnızlığı ve kahyasıyla kağıt oynamasına, sevdiği adamı ölüm döşeğinde ziyaret ederken karısının (Jacqueline Kennedy) geldiğini haber alınca arka kapıdan kaçmak zorunda kalmasına da tanık oluyoruz.

Starların sonu aynı

Aslında yaşamını izlediğimiz bütün starların dünyası bu: zirvenin büyülü dünyasından yalnızlığa dönmek. Maria, arada bir Paris’te ünlü kafelere gidip oturur. Kendisine içerde yer hazırladıklarını söylediğinde verdiği yanıt şaşırtıcı değil: beni tanıyanların gelip selamlaması için buradayım, bir şey içmek için değil. Filmin diyalogları da çok ustaca yazılmış: Diva tam bir hazırcevap. “Size ilk görüşte aşık oldum” diyen bir hayranına “Bu çok sık rastladığım bir şey” diyebiliyor, hele Kennedy ile yaptığı konuşmalar, ABD Başkanını pas pas edişi müthiş.

Filmde tek sevmediğim şey, sonbaharın bütün güzelliğiyle yansıtıldığı Paris manzaraları, bol bol Eiffel Kulesi, Saray Bahçesi v.b. sanki biraz ticari olmuş. Hani Leyla Gencer filminde Galata Kulesi göstermenin anlamsızlığı gibi. Bu arada Maria Callas’ın Kapadokya’da Medea filmini çektiğini de hatırlayalım, keşke Larraine oradan da bir iki görüntü koysaydı.

Maria’nın çevresi

Larraine’in Maria’nın psikolojik bunalımlarının bir nedeninin de özellikle annesi yüzünden olduğuna işareti de filmde çarpıcı, iç burkan sahnelerle yansıtılmış. Hoş, hangimizin yok ki? O dönemde henüz Elon Mask ve ve Space X olmadığından dünyanın en zengin adamlarından biri Yunanlı armatör Aristotle Onasis. Onasis’in Maria’yı tavlamak için onuruna verdiği partideki binlerce pembe gül, hiçbir şey değil ama Maria da bu yaşlı ve çirkin” adamı o muhteşem yatı ve serveti olmasa beğenmezdi sanki. Hoş kendi kocası da daha genç ve yakışıklı değil, Maria’nın bir baba düşkünlüğü de vardı kesin.

Bütün bu karakter analizlerinin ilmek ilmek işlendiği filmde müzik var, dram var, espri var, Paris var, kibirli bir Angelina Jolie var, büyük emek var. İzlenmeye değer bir iş çıkmış ortaya, ödülleri de olacaktır kesin. Opera seven sinema tutkunlarının kesinlikle izlemesi gerekiyor.

Yönetmen : Pablo Larraín

Senaryo : Steven Knight

Görüntü Yönetmeni : Edward Lachman

Kurgu : Sofía Subercaseaux

Müzik : John Warhurst

Oyuncular : Angelina Jolie, Haluk Bilginer, Pierfrancesco Favino, Alba Rohrwacher, Kodi Smit-McPhee, Valeria Golino, Caspar Phillipson, Vincent Macaigne, Philipp Droste, Alessandro Bressanello, Paul Spera

ABD-Şili-İtalya-Almanya / Biyografi-Tarihi-Müzik-Dram-Trajedi / 123 Dk.

 

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz