Spencer
Pablo Larrain “SPENCER” ile özgün biyografik filmlerini sürdürüyor
SİNİR KRİZİ EŞİĞİNDEKİ PRENSES
Senaryo yazarı Steven Wnight ve yönetmen Larrain bilinen olayları anlatmakla ilgilenmeyip, biyografi türünü altüst ederek, hayati bir kararın arifesine odaklanıyorlar. Bu samimi, düşündürücü klostrofobik film şöhretin getirdiği tahribatı, protokolün sıkıcılığını gözlere sererken, gerilim atmosferinin kurulmasında da başaarılı oluyor.
Güney Amerika sinemasının en çok takdir ettiğim yönetmenleri arasında yer alan Şilili Pablo Larrain‘in vasat filmine raslamadım. Türk seyircisi kendisini İstanbul Film Festivali aracılığıyla, Altın Lale Ödlünü kazandığı kariyerinin 2. filmi “Tony Manero” (2008) ile tanıdı. Film (ileride fetiş oyuncusu olacak Alfredo Castro’nun canlandırdığı) dans meraklısı kahramanı üzerinden, ülkesi Şili’de diktatör Pinochet döneminde yaşanmış acıları anlatır.
Aynı temayı sürdürdüğü “Post Mortem”de (2010) Larrain, Salvador Allende’nin öldürüldüğü geceyi anlatır. “No”da (2012) Pinochet dönemindeki bir referandum öncesi günlerini izledik. Katolik Kilisesine eleştiri getiren, Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazanan “El Club” (2015) işledikleri suçlar nedeniyle kiliseden uzaklaştırılmış rahiplerin günahlarıyla yüzleşmesi üzerine bir filmdi.
Ardından gelen iki nefis biyografik film, Şilili şair Pablo Neruda’nın peşine düşen müfettişi konu eden “Neruda” (2016) ve aynı yıl John F. Kennedy’nin öldürülmesinden sonra (Natalie Portman’ın canlandırdığı) eşinin yaşadığı travmaya odaklanan “Jackie” idi. Yetenekli bir dansçı ile sevgilisinin aşkını anlatan erotik film “Ema”dan (2019) sonra biyografi serisine, Larrain akıl sağlığı sorunlarıyla boğuşan, evliliğini bitirmeyi aklına koymuş Prenses Diana’nın öyküsü, “Spencer” psiko dramı ile devam ediyor.
“GERÇEK BİR TRAJEDİDEN YOLA ÇIKAN MASAL”
Filmde kontrolden çıkınca beklenmedik şeyler yapan, skandal çıkarmaktan çekinmeyen Diana’nın inişe geçtiği, sonun başlangıcı dönemine odaklandığını görüyoruz. “Spencer”in deneyimli senaryo yazarı Steven Knight ve yönetmen Larrain hepimizin bildiği olayları anlatmakla ilgilenmiyor, biyografi türünü altüst ederek, hayati bir kararın arifesine odaklanıyor. Belki fil bize yeni birşey öğretmiyor ancak görsel diliyle “Diana miti” üzerine önemli şeyler söylüyor.
Jackie Kennedy’den sonra Prenses Diana’yı da değişik bir bakışla mercek altına alan Pablo Larrain, “Spencer” ile gösterişli mizansen cilvelerinden uzak, farklı bir Lady Di portresi çiziyor. Bu samimi, düşündürücü, klostrofobik film şöhretin getirdiği tahribatı, protokolün sıkıcılığını gözlere sererken gerilim atmosferinin kurulmasında da başarılı oluyor.
“Kirli Tatlı Şeyler / Dirty Pretty Things” (2002) ile Oscar’a aday gösterilen, David Cronenberg’in “Şafak Vaadleri / Eastern Promises”in (2007) senaryo yazarı Steven Knight, ”Spencer”de Prenses Diana’nın hayatını depresif hallerinin resmi geçidi olarak vermeyi tercih etmiş. Knight senaryosunda Diana ile kader birliği içinde gördüğü, özleşleştirdiği bir diğer İngiliz asiline, Anne Boleyn’e yer veriyor. 1.Elizabeth’in annesi olan, 8.Henry’nin eşi olan Anne Boleyn kocasını başka kadınlarla paylaşmak durumunda kalmıştı. Boleyn kocası tarafından zina yapmakla haksız yere suçlandığı 1536’da idam edilmişti.
Geçirdiği psikoljik bunalımın ardından bazı flörtler yaşayan Diana Spencer 1997’de Dodi El Fayed ile çıktığı Paris seyahatinde gizemi henüz çözülemeyen bir trafik kazasında henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetmişti.
“Gerçek bir trajediden yola çıkan bir masal” açıklamasıyla, 1992’de geçen konusuyla film Noel arifesinde başlıyor. Filmde Diana (Kristen Stewart) ailesi Spencer’lerin yaşadığı bir bölgedeki, Norfolk kentindeki Sandringham Köşkünün yolunu spor arabasıyla ararken kaybolduğunu itiraf eder. Noel’de kocası Charles (Jack Farthing), kayınvalidesi Elizabeth (Stella Gonet) ve kıraliyet ailesiyle bir arada olmaktan, katı kurallara bağlı kıraliyet yaşamı içinde olmaktan memnun olmadığını her halinden belli eder.
1981’de evlenen çiftin beraberliği, Charles’ın Camila Parker Bowles ile evlilik dışı bir ilişki yaşamasıyla sarsılmıştı. Noel’den önceki gece, kıraliyet sofrasında ruhsal gelgitler yaşayan Diana’nın huzursuzluğu ve mutsuzluğu yüzünden okunmaktadır. Bulimia hastası olduğu için yemek masasını sık sık terketmekte ve herkesi huzursuz etmektedir. Eski asker, 3 günlük Noel programının sorumlusu Binbaşı Alistar Gregory (Timothy Spall) geç kalarak programı aksatan Diana’yı uyarmakta, protokole uymasını talep etmektedir.
“GERÇEK BİR TRAJEDİDEN YOLA ÇIKAN MASAL”
Diana’nın bütün bu sevimsiz kalabalık içinde güvendiği tek kişi oda hizmetçisi Maggie’dir (Sally Hawkins). Babaları tarafından istemedikleri şeyleri yapmaya zorlanan William ile Harry iki arada bir derede kalır. Ancak babalarından hoşlanmayıp sevecen annelerine bağlıdırlar. Köşkün kıdemli baş aşçısı Darren (Dean Harris) sevdiği yemekleri hazırladığı halde Diana’yı mutlu etmemekte, ancak öğütleriyle yardımcı olmaya çalışmaktadır.
Charles aklını kaçırdığını iddia ettiği Diana’ya psikolojik baskısını sürdürürken, annesi Elizabeth sıkıntı içindeki gelinine yardımcı olmayı hiç aklından geçirmiyor. Film mücadele gücünü kaybetmiş, yenilgiyi kabullenmiş talihsiz bir prensesin portresini çiziyor. Diana’nın mutlu bir çocukluk geçirdiği bir coğrafyada, 3 günlük bir Noel kutlamasında dibe vurmuş halini gözlere seren film, prensesle ilgili yapılan filmlerin en başarılısı. Oliver Hirschbiegel 2013 tarihli “Diana”da, Naomi Watts’ın canlandırdığı Leydi Di’nin Dodi Fayed’den önceki sevgilisi Pakistanlı kalp cerrahı Hasat Khan ile flörtünü anlatmıştı.
Diana’nın çocuklarıyla Sandringham köşkünü geride bırakırken, boğucu protokol kurallarından uzaklaşmayı “All I Need İs A Miracle” şarkısıyla kutlarlar. Coşkulu bir müzik eşliğindeki bu final sekansı insanın yüreğini ısıtıyor. Jonny Greenwood’un filmdeki müzik partisyonun da öykünün gerilimine hizmet verdiğini söylemek lazım.
Filmde Diana’yı uzun süredir terkedilmiş çocukluk evi, kraliyet köşküne komşu Park House’u ziyaret ederken, Kilisede kayıldığı ayinde kalabalığın arasında seçtiği Charles’ın metresi Camilla’yı süzerken görürüz. Pablo Larrain Diana’yı 20. yüzyılın en gizemli insanı olarak nitelendirdi ve “sadece sesi, tavırları, yürümesi ve görünüşü değil, gerçekte söylemedikleri ve gizledikleri onu anlatıyordu” dedi. Larrain “benim kuşağım peri masallarıyla büyüdü. Ama biri kraliçe olmamaya karar verip (gidip kendim olacağım) derse peri masalı tepetaklak olur. Filmimin kalbi budur” dedi.
Filmde Diana’ya kocasının Noel hediyesi olarak verdiği inci kolyeye yüklenen sembol ile birkaç sekansta inci kolye metafor olarak kullanılıyor. Örneğin ısıtılmayan köşkteki buz gibi bir havanın estiği yemek masasında halüsinasyon geçiren Diana, kocasının bir eşini metresi Camilla’ya hediye ettiğini bildiği kolyenin incilerini koparıp çorbanın içine döktüğünü ve kaşıktaki incileri yuttuğunun hayalini kurar.
DİANA’NIN HAYATINDAN 3 GÜN
Filmde Diana’nın mutlu gözüktüğü tek sahne, Maggie’nin geri döndüğünde yaptıkları içten, samimi sohbet sahnesi. Bundan cesaret alan Maggie hanımına aşık olduğunu itiraf eder. Filmde Diana’nın mutlu ergenlik günlerini hatırladığı sahneler çok iyi aksettirilmiş. Foto muhabirlerinin ilgisiyle bunalan Diana’da Kristen Stewart çok sahici.
Teknik kadrodaki iki Fransız sanatçıdan 2 Oscar Ödüllü Jacqueline Durran’ın nefis kostümleri, Céline Sciamma’nın görüntü yönetmeni (“Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” ve “Küçük Anne”de işbirliğinde bulunduğu) Claire Maton’un Norfolk kırsalından pastoral tadlar içeren fotografları mizansene katkı veriyor.
“Neruda” ve “Jackie”nin ardından alışılmadık biyografilerine bir yenisini elkeyen Pablo Larrain “Spencer”i şöyle betimliyor: “Yeni bilgiler vermekten ziyade Diana’nın nasıl hissetmiş olabileceği ile ilgilenen, şiirsel ve içsel bir tasavvur.” Kristen Stewart müthiş bir yalnızlık yaşayan Diana’nın kırılganlığını, güvensizliğini ve kaygılarını izleyiciye geçirmede son derece başarılı. Zaman zaman mastürbasyon yaptığını itiraf ettiği sahnede de inandırıcı.
Kristen Stewart filmin L.A.de yapılan prömiyerinde, Diana’yı neden kendine yakın bulduğunu anlatırken ikisinin de sürekli mercek altında hayatlara sahip olduklarını belirtti. Pedro Almodovar’ın “Sinir Krizi Eşiğindeki Kadınlar”ını akla getiren depresif bir rolde harikalar yaratan Stewart, Mart 2022’de dağıtılacak Oscar Ödüllerinin favorileri arasında.
Diana ile arasındaki bağı koparmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan Charles, karısının tek gerçek arkadaşı, dert ortağı hizmetkarı Maggie’yi yanından uzaklaştırarak bir nevi ceza uygulayarak, kendisini daha yalnız hissetmesini sağlıyor. Bu rolde izlediğimiz İngiliz aktris Sally Hawkins Diana’ya aşık olduğunu itiraf ettiği sahnede inandırıcılığıyla öne çıkıyor. Hawkins’in “Suyun Sesi / The Shape Of Water” (2018) ve “Mavi Yasemin / Blue Jasmine” (2013) filmleriyle 2 Oscar adaylığı var.
İngiliz sinemasının eski tüfeklerinden, Mike Leigh’in “Mr. Turner”inde (2014) ünlü ressama hayat vermiş Timothy Spall, kıralıyet rejimine bağlı, kuralcı, sert ve katı Albay Gregory rolünde uyumlu oyuncu kadrosunun başarına katkı sağlıyor.
Yönetmen : Pablo Larraín
Senaryo : Stevent Kinght
Görüntü Yönetmeni : Claire Mathon
Kurgu : Sebastián Sepúlveda
Müzik : Jonny Greenwood
Oyuncular : Kristen Stewart, Jack Farthing, Sean Harris, Sally Hawkins, Timothy Spall, Richard Sammel, Michael Epp
ABD / Biyografi-Tarihi-Romantik-Dram / 111 Dk.