SİBEL ÖZ’ÜN, “YEŞİLÇAM YILDIZ SİSTEMİNDE BİR ANTİ-YILDIZ: ADİLE NAŞİT” KİTABI ÜZERİNE..

“Star”ın gerçek bir insan değil, daha çok imaj olduğu, bu imajın da kurgusal, dolayısıyla yapay bir üretim ve seyircide gerçeklik yanılsaması yaratan bir olgu olduğundan bahsediyor satır aralarında kitabında Sibel Öz. Yıldız tanımını biraz daha açtığımızda ise, imajın arkasında bedeni ile yıldızın kendisi, imajı yeniden üretmek ve canlı tutmakla sorumlu bir ekip bulunuyor. Yani yıldız, olduğundan farklı olarak, yeni bir biçimsel göstergeyle halkın huzuruna çıkmalıdır. Yıldız hem bizden biridir, hem de aynı zamanda ulaşılmazdır. Seküler devinim ile birlikte, Tanrısal imge bir nevi şahsi bir forma büründürülerek, yıldız ismi ile niteleme alanı bulmuştur kendine.

Sinema sektöründe yıldız, sinemanın endüstrileşmesinin tezahürüdür. Bu sadece sinema sektörünü ele alırsak, sinemanın dışında başka yardımcı unsurları da gereksinimlendirir. Yıldızın bir meta olarak sunumu, aslında kapitalist toplum ve sektörel aygıt işleyişiyle doğrudan ilintilidir. Yıldız tüketilir ve zamana yenik de düşer. Beğenildiği süreç içinde zirvede kalır. Bu arzın sunulduğu kitle için kolektif bir arzuyu gerekli kılar. Standart bir güzellik, boy, kilo, yüz çerçevesi çizilir. Yıldız adayı buna uygun değilse, o zaman bu kez moda ve estetik gibi yöntemler ile bu adayın yıldızlaşması sürecine adım atılmaya katkı sunulur. Yıldız, toplumun esrik ve sağaltıcı ihtiyacının yanıtıdır.

Yazar Sibel Özel işte tam da burada, Yeşilçam film üretimi ile bu yıldızlaşma sürecinden etkilenimleri yansıtır satırlarına. Tarihsel olarak sinemamızda kadına bakış yıllar içinde değişim gösterir. Yıldız sisteminin oluştuğu 50’li yıllar toplumun sosyal-kültürel dönüşümlerinin baskın olarak yaşandığı dönemlere karşılık gelir. Kırsal alandan kente göç, 70’li yıllarda kitlesel göç ile birlikte sınıfsal ayrımları keskinleştirir. Bu dönüşümler Yeşilçam sinemasına da gözle görülür etkide bulunur. 1960’larda Lütfi Ömer Akad, Metin Erksan ve sonrasında Yılmaz Güney filmlerinde sosyal gerçeklik perdeye daha sık yansır. Buna karşılık seyircinin konu dışında sevdiği yıldızı görmek istediği için sinemalara koştuğu yıllarda yine bu dönemdir.

Yıldız için film konuları belirlenir. Yıldız dergisi yarışmaları, yönetmen katkıları ile filmlerde yıldızın rolleri, mekanizmanın işleyişine uygun olarak artmaya başlar. Yıldızlar hep tip karakterleri yansıtırlar. Geri planda kalan oyunculara da hep belli roller pay edilir. Örneğin Belgin Doruk, Filiz Akın, Türkan Şoray, yıldız olarak hep belli kalıp ve tipler olarak önümüze gelirken beyazperdeye, ardı sıra daha yan rolleri paylaşan oyuncuların, örneğin bir Neriman Köksal’ın, Nubar Terziyan’ın yahut Adile Naşit’in bahtına ise hep ya madam, doktor, garson ya da kötü kadın tipleri uygun görülür.

Tüm bu mekanizma işleyişinin değerli oyuncuların yetenekleri ile bir ilgisi yoktur. Aslında dünya sineması ile yarışabilecek bir Filiz Akın, Türkan Şoray, Fatma Girik’in de bu olumsuz star sisteminin gadrine uğradığını kabul etmek gerekir. Yıldız sisteminin yan oyunculuğu ile gazabına uğrayan yetenekli oyuncu Adile Naşit ile ilgili konunun geri planı olan, sistemsel işleyişi de göz ardı etmeden ilginç saptamalarla dolu bir kitapla karşı karşıyayız. Star sisteminin anti tezi olarak, klasik yıldız oyunculardan farklı olarak anti-yıldız Adile Naşit üzerinden tabiri caizse bir araştırmacı arkeoloji çalışması yapıldığını görmekteyiz kitabı okurken.

Daha çok öykü kitapları ile tanıdığımız yazar Sibel Öz, 2018 yılında Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim dalında yüksek lisans bitirme tezi olarak sunduğu tezine yeni eklemelerde bulunarak “Oyuncu, Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit” başlığıyla kitaplaştırdı. İletişim Yayınlarından çıkan 256 sayfalık kitapta, öncelikle Adile Naşit ve ailesinin yaşam öyküsünü görüyoruz. 1930 yılında doğan sanatçı, ileride iyi bir oyuncu olacağının ön habercisi olsa gerek, Direklerarası Turan Tiyatrosunda doğar. Dönemin Direklerarası, eski Suriçi’nin en önemli eğlence merkezlerinden biridir. Pera, Beyoğlu muhiti daha çok gayrımüslüm yoğunluklu kültürel atmosfere karşılık gelirken, Direklerarası başta tiyatro, sinema olmak üzere, cambaz, hokkabaz, meddah, Karagöz, kukla gibi geleneksel seyir türlerinin, Müslüman toplumunca yoğunluklu olarak sergilendiği merkez konumundaki yerdir.

Adile Naşit, öyle bir aile atmosferinin ürünüdür ki, aile efradının şeceresi, bir bakıma döneminin eğlence isim listesi gibidir. Baba, Abdulhamid’i bile güldüren, “Komik-i Şehir” namlı Naşit Bey’dir. Fiziken, Adile Naşit’in kendisine çok benzetildiği Naşit Bey, geleneksel tuluat tiyatrosunu (İbiş tiplemesini) modernleştiren ilk tiyatro sanatçısıdır. Müzika-i Hümayun öğrencisi olan Naşit, eğitiminin katkısı ile yalnızca geleneksel tiyatroya değil, örneğin İtalyan Halk Tiyatrosu olan “commedia dell’arte” tiplemesini de inceler.

İleride Shakespeare oyunlarını, çocuklarının oynamasında bu geleneğin izlerini bulmak mümkündür. Ancak özellikle sinema ve yeni biçimsel sanat akımları ile birlikte Naşit ve ailesi için zor günler başlar. Yokluklar içinde geçen son günler. Bir ara Milli Piyango Bayiliğinde de çalışır. Adile Naşit’in anne annesi küçük lakaplı Verjin Hanım döneminin en önemli kanto sanatçısıdır, Ermeni kökenlidir. Kemani Yorgo Efendi ile evliliğinden üç çocukları olur: Kemani Andre, kantocu Amelya, düettocu ve tuluatçı Niko’dur. Verjin’in kızı Amalya Hanım ile Naşit arasında büyük bir aşk yaşanır, sonu evlilikle biter. Adile Naşit’in annesi Amelya Hanım da tam bir sanatçı ailenin kızı olarak yetişir. Babası Yorgo Efendi, Şehzadebaşı tiyatrolarının en iyi keman sanatçısıdır. Annesi Verjin Hanım ise dönemin en önemli kanto sanatçısı olduğunu belirttik. Kardeşi olan Niko Efendi ise düetler ile çıkar ortaya.

Naşit Bey, Amelya Hanım ile olan evliliği sonrasında kendi adına kurduğu ve zaten profesyonel olarak yönettiği grubunu tam bir aile tiyatrosu ekibine çevirir. Dedim ya tam bir sanat ailesinin karşılığıdır Adile Naşit’in dünyası. Ancak bitmedi. Bir de abisi Selim Naşit vardır. 1928 yılında tıpkı kardeşi gibi tiyatroda doğar. Selim Naşit maalesef sinema ve tiyatromuzda yeterince değerinin karşılığını bulmadığı değerlerden. Siyasal taşlama niteliğindeki oyunların kahramanlarını kendisine özgü bir anlayışla yorumlayan sanatçının son filmi 1998 tarihli, Mazhar Alanson ve Cem Yılmaz’ın babasını canlandırdığı Ömer Vargı’nın yönettiği “Her Şey Çok Güzel Olacak” isimli filmdir. Bu filmdeki başarısı ile “SİYAD En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü”nün de sahibi olmuştur.

Adile Naşit henüz 13 yaşında iken babası Naşit Bey’i kaybeder. Küçük yaşlarda yeteneği farkedilen Adile’nin bu yıllarda büyük tipleri canlandırması çok ilginçtir. Sonra 1940’lı yılların sonunda daha çocuk yaşlarda sinemaya adım atar. 1947 yılında “Yara” filminde oynar. 1950 yılında ise bu kez Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği “Lüküs Hayat”ta görürüz kendisini. Bu tarihte aynı zamanda Muammer Karaca Tiyatrosunda tanıştığı sanatçı Ziya Keskiner ile evlenir. Bu evlilikten olan sevgili oğulları olan Ahmet’in kaybı, ömrü boyunca Adile Naşit’in yarası olarak kalır.

16 Haziran 1966 yılında oğlunun ölüm haberini turnede alır: “…Adile Naşit oğlunun ölüm haberini Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü’yle beraber çıktıkları İzmir turnesinde tam da doğum gününden bir gün önce alacaktır. Sanatçı o akşam bu habere rağmen sahneye çıkar ve hayatı boyunca kendisini iyi eden tiyatrosuna sarılarak izleyenleri güldürür. Fakat bu ölüm zaten duygusal bir yapıya sahip olan sanatçıyı oldukça derinden etkilemiştir. Bu yüzden en şen kahkahalarında bile bir hüzün barındırır Adile Naşit. Çok sevdiği oğlunun erken yaştaki vefatından sonra hayatında sinema ve tiyatro dışında pek bir şey bırakmaz.

1970’li yıllar özellikle Ertem Eğilmez’in çektiği filmler ile birlikte Adile Naşit sanatının olgunluk çağında büyük seyirci kitlesinin bir bakıma keşfine uğrar. 1971 yılında çekilen “Beyoğlu Güzeli” filmi ile birlikte Eğilmez ve Arzu Film ekibine dahil olur. Hababam Sınıfı filmleri ile seyirciyi daha çok bağlar kendine. Bir de ödülü vardır: Atıf Yılmaz’ın yönettiği, başrollerinde Uğur Dündar ve Hülya Koçyiğit’in bulunduğu “İşte Hayat” filmindeki rolü ile 1976 yılında 13. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alır. Yıldız sisteminin işleyişinden haberdar Adile Naşit için bu ödül şaşırtıcıdır, bir röportajında bunu dillendirmiştir de: “…Yanımda şimdi hatırlayamadığım biri izahat veriyordu. Benim rol aldığım iki film vardı festivale katılan. İşte Hayat ile Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı. Jüri ikisindeki rollerimle bana yılın En Beğenilen Kadın Oyuncusu ödülünü vermeye karar vermiş. Erkek olarak da Cüneyt Arkın. Düşünebiliyor musunuz festivali? Cüneyt’in karşısında Türkan değil, Hülya değil, Fatma Girik değil de ben!

1981 yılında Adile Naşit’in belirli yaş grubunda olanların çok iyi hatırlayacağı TRT’de “Uykudan Önce” proğramı yayınlanır. Her proğramın başında kendisinin tabiri ile kuzucukları olan çocukların adlarını sayar, ilk bölümde ise kaybettiği kuzucuğu, güzel oğlu Ahmet’i anarak başlar. Tüm çocukları Ahmet olarak görür, onlara en güzel masalları anlatır. 1982 yılında ise eşi Ziya Keskiner’i kaybeder bu kez. 16 Eylül 1983 yılında Cemal İnce ile evlenir. İkinci evliliğinden bir kaç yıl sonra son filmi olan “Annem/Bırakmam Seni” filminin çekimlerinde rahatsızlanır. Yurtdışında tedavi görmesi gerekir. Sanatçı dostları hep destek olurlar kendisine. Adile Naşit’in yurtdışında, Fransa’da tedavi görmesi gerekir. Ne var ki, uçak fobisi vardır sanatçının. Yanına refakatçileri Müjde Ar ve Sezen Aksu olduğu halde araçla giderler : o günleri, dostluğun, dayanışmanın güzelliklerle dolu o anlarını ne de güzel anlatır :”…Sezen ve Müjde, Adile’nin en yakın dostlarıydı. Erol Simavi, Sezen’le Müjde’nin emrine verdiği arabasıyla Adile’yi Paris’e götürmelerini ister. Çünkü Adile’nin uçağa binmesi imkansızdır. Bu iki genç kadın bütün proğramlarını iptal etti; Adile’lerini önemsiz bir hastalık geçirdiğine inandırarak Paris’e götürdüler. Orada aylarca bir anne şefkati ile Adile’ye baktılar. Ümit kalmadığını öğrenice hayatlarının en iyi rollerini oynaya oynaya İstanbul’a getirdiler.

Adile Naşit, 11 Aralık 1987 yılında İstanbul’da erken bir yaşta, en verimli döneminde 57 yaşında vefat eder. Kitapta, sanatçıya bir imaj yaratma, imajın sınırları içine hapsetme mekanizmasının nasıl işlediği çok iyi gösterilmiş. Adile Naşit, çok değerli bir ailede büyüyen bu sanatçı, seyirciye sevecen, tonton anne kalıbı sınırı ile hapsedilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen, o sahiciliği, şen kahkahası ile ayrı bir yere, sevgi panteonunda da yerini çoktan almıştır. Adile Teyze o sevimliliğiyle, annelik göstergeleriyle, hep bizden biri olarak, tıpkı ailemizin ferdi olarak nazarımızca görüldü, bize kalan ise kaç yaşında olsak da, onun hep müsemaha gösterdiği yavrucukları olmaktı. Hatırasına bu kitap vesilesiyle saygı ve en kalbi sevgi ile…

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz