Festival Günlükleri 6
Festivalde izlediğim filmler hakkında kısa kısa bilgiler vermeyi izlediğim tüm filmleri aktarabilmek amacıyla festivalin sona ermesinden birkaç gün sonra da sürdüreceğim. Farkındaysanız bu günlüklerde Ulusal Yarışma filmlerinden söz etmiyorum. Tabii ki, programım epey yoğun da olsa, kendi öz sinemamızı göz ardı edecek değilim ve bu bölümdeki filmlerin neredeyse hepsini izlemeye çaba gösteriyorum. Tamamının vizyona gireceğini umduğum Türk filmlerine ait izlenimlerimi, güncelliklerini korumak amacıyla sizlerle vizyon tarihilerine yakın paylaşacağımı belirtmek isterim.
KÖTÜ YAŞAMAK & YAŞAMAK KÖTÜ
Kariyerine Manoel de Oliveira, Wim Wenders, Alain Tanner ve Werner Schroeter’in yardımcı yönetmenliğini yaparak başlamış olan 1957 Porto doğumlu Portekizli “auteur” yönetmen João Canijo, 1988’den bu yana çoğu Cannes, Venedik ve Toronto gibi önemli festivallerde gösterilmiş 20’yi aşkın film yapmış. İkili filmleri “Mal Viver / Kötü Yaşamak” ve “Viver Mal / Yaşamak Kötü” 2023 Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerlerini yapmış, 2023 Berlinale Jüri Ödülü Gümüş Ayı’yı kazanmıştır. Canijo, bu yılki İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma’nın jüri başkanı.
Her iki film de Portekiz’in kuzey sahillerinde 1960’larda yapılmış bir otelde geçer. Bir dönemin büyük yüzme havuzlu ferah ve lüks mekânının ciddi bir elden geçirilmeye ihtiyacı vardır.
Yazıp yönettiği “Kötü Yaşamak”ın ana temasını “annelerinin kaygılarına kurban düşen üç kuşak kadın” olarak João Canijo, oteli işleten, yıllardır birbirlerine içerledikleri için ilişkileri zehirli bir hal almış, otel gibi onlar da içten içe çürümeye başlamış birkaç kuşaktan 5 kadını izler. Ailenin en küçük genç kızının otele gelişi ortalığı karıştırır, birikmiş hasetler, gizli nefretler canlanır. Yaşlanmaya başlamış Piedade’nin (Anabela Moreira) nerdeyse her sözü umutsuz bir imdat çığlığıdır ama, ne annesiyle sevgi nefret ilişkisinde sadece kendini dinleyen kızı (Madalena Almeida), ne sıradan sorunlarına dalmış annesi (Rita Blanco) ile ailenini diğer iki ferdi (Cleia Almeida & Vera Barreto) bu yardım dileğini duymamakta, onun artık tahammül sınırının sonuna geldiğini fark etmemektedirler…
“Kötü Yaşamak” gibi João Canijo tarafından yazılıp yönetilen, yine Leonor Teles’in otelin görkemli geçmişini ve karakterlerin hiç unutamadığı hatıraları anımsatan iç mekânların nefis sepya tonlarında çekilmiş olan “Yaşamak Kötü”, aynı hafta sonu aynı beş kadının yönettiği aynı dökülmeye başlamış otelde geçer. Bu kez Canijo, ilk filmin bazı sekanslarında karşımıza çıkmış olan otel konuklarını gözlemler: Eşiyle müdahaleci annesi arasında kalmış bir adamla karısının geçmişteki tüm anlayışsızlıkları açığa çıkar; damadına göz koyan baskıcı ve otoriter bir anne kızının yaşamına ve ilişkisine müdahale eder; birinin kendi yaşayamadıklarını kızına yansıtan posesif annesinin kısıtlamalarına karşın iki genç kız, aşklarını kurtarmaya çalışırlar…
Artık kabullenme sınırlarının sonuna varmış bu üç ailenin August Strindberg’den esinlenmiş hikâyesine odaklanan “Yaşamak Kötü”, bir başına izlenebilen, “Kötü Yaşamak”tan tamamen bağımsız bir çalışmadır. Ancak, “Yaşamak Kötü” aynı zamanda “Kötü Yaşamak”ın baş aşağı çekimi, birinin alan derinliğinde yüzmekte olanların diğerinde yansımasıdır.
İkili filmde gerçeklik, görülebilenlerle gözden kaçanların kesiştiği, farklı bakış açılarının birbirine geçerek çoğaldığı çok katmanlı bir oluşuma dönüşmektedir ki, bu bağlamda, “Yaşamak Kötü”, “Kötü Yaşamak”ın başka bir boyutta var olmuş hâlidir.
Bu sebeple João Canijo’nun bu son çalışmasını, yapısal ve öyküsel olarak iki bağımsız film olmalarına karşın tek bir eser olarak değerlendirmeyi yeğledim.
(****)
DÜNYANIN EN MUTLU ADAMI / NAJSREKNIOT COVEK NA SVETOT
“Tanrı Var, Onun Adı Petrunia”nın 1974 Üsküp doğumlu Kuzey Makedonyalı yönetmeni Teona Strugar Mitevska’nın prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yapan “Dünyanın En Mutlu Adamı” filmi, Saraybosna’da yaşayan kırklı yaşlarındaki bekar Asja’nın bir Cumartesi akşamı birileriyle tanışmak için katıldığı seri buluşma etkinliğinde geçer.
Mitevska’nın büyüdüğü, onun için sonsuza dek kaybolmuş olan Yugoslavya’yı temsil eden Saraybosna’daki her salonu bir Avrupa kentinin adını taşıyan oldukça komik otelde geçecek etkinlikte Asia, 43 yaşındaki bankacı Zoran ile eşleşir. Bu tür etkinliklerde olaylar her zamanki seyrini sürdürür; oyunun parçası olan pembe üniformalar giyilir ve bildik flört soruları yanıtlanır. Ta ki ruh hali değişene kadar. Yeniyetmeyken Bosna Savaşında vurularak ölümden dönen Asja, Zoran’ı önceden tanıdığını düşünmeye başlar: acaba o zamanlar onu vurmuş olan asker olma ihtimali var mıdır? Tabii ki öyledir ve Zoran’ın derdi aşkı bulmak değil geçmişindeki günahlarının affını aramaktır…
Mitevska filmin senaryosunu, Saraybosna kuşatması sırasında yaralanan ve filmin kahramanı gibi daha sonra saldırganıyla tekrar karşılaşmış olan Elma Tataragic ile birlikte yazmış. İkili savaşan iki etnik grup arasındaki çatışmayı, suçluluk ve kefaret üzerine sinematik bir tartışmanın temeli olarak almış.
Kimi uzatmalara karşın, sağlam bir senaryodan yola çıkan, önemli bir konuya hem eğlenceli, hem de gerektirdiği ciddiyetle eğilen, iyi yönetilmiş iyi oynanmış bir film.
(***1/2)
18 Nisan 16.00 Kadıköy Sineması
DİSCO BOY
1983 doğumlu İtalyan yönetmen Giacomo Abbruzzese’nin yazıp yönettiği “Disco Boy”, Belaruslu Aleksei’nin Fransız Yabancı Lejyonu’na girişine, ardından da Nijer Deltasındaki gizemli yolculuğuna odaklanır.
Canlandırdığı karakterlere ustalıkla bir tür kararsızlık ve dengesizlik aşılayan Alman aktör Franz Rogowski’nin canlandırdığı Belaruslu Aleksei, kısa süreli bir vize alarak girebildiği Polonya’dan yola çıkarak Fransız pasaportu alabilmek amacıyla hiçbir belgesi olmadan Avrupa’yı boydan boya geçer. Fransa’da Lejyona katılmak için müracaat eder, zorlu bir eğitimin ardından kabul edilir. Bu sırada, paralel bir evrende, Nijer Deltası’nda, karizmatik çevre isyancısı Jomo (Morr Ndiaye), köyünü tehdit eden petrol şirketlerine karşı savaşırken kız kardeşi Udoka (Laetitia Ky) da Nijerya’dan kaçma hayalleri kurar. Yabancı Lejyonu, Jomo ve Udoka’nın esir aldıkları rehineleri kurtarmak için aralarında Aleksei’nin de olduğu bir komando grubunu görevlendirir. Kızılötesi çekimlerin yer aldığı bu muhteşem görsel sekansta, kaderi sınırların, yaşamın ve ölümün ötesinde bu üç insanın kaderi kesişecek midir?
Nijer Deltasında yaşadıkları Paris’e dönen Aleksei için halüsinasyon dolu bir anıya dönüşür. Onu huzursuz eden yaptıklarından doğan bir suçluluk duygusundan çok, evrenin karşısına çıkardığı olağanüstü dans eden iki kardeşin, özellikle beyazların dünyasında doğaydı bir profesyonel dansçı, bir “disco boy” olabilecek Jomo’nun anılarına girmiş olmasıdır…
Elektronik müzik ritminden destek alan görselliğiyle dikkat çeken “Disco Boy”, bilinmeyene, insan ruhunun karanlığına dalar, “Her iki bakış açısını, her iki tarafı da tümüyle keşfeden bir savaş filmi yapmak istedim” diyen Abbruzzese’nin ifadesiyle “giderek saykodelik, gizemli, şamanik bir hâl alır”.
(****)
SIRADAKİ KIZ / DA-EUM SO-HEE
“Bir gün bir genç kızın ölümünden haberdar oldum. Tanımıyordum onu, bir yabancıydı sonuçta, peki haberi duyduğumda kalbim neden bu kadar acımıştı? Böylece Sohee hakkında bilgi edindim. Sohee ile tanışmış olan Dedektif Oh Yoo-jin’i buldum. Tek başına ölüme yenik düşen bir çocuk ve tek başına olmanın dehşetini herkesten iyi bilen bir yetişkin. Zaman içinde farklı noktalarda da olsa bu ikisinin yolları kesişti. Çocuk öldü, artık yok, ama bu filmin içinde hayatta kalmasını, adının birçok kişi tarafından uzun süre hatırlanmasını tüm kalbimle diliyorum” July Jung (Filmin Yazar Yönetmeni)
1980 doğumlu Güney Koreli yazar yönetmen July Jung’un yazıp yönettiği, 2022 Fantasia FF En İyi Yönetmen, Gümüş İzleyici Ödülüyle 2022 Tokyo Filmex Jüri Özel Ödülü kazanan “Da-eum So-hee / Sıradaki Kız”, 2016’da gerçekleşen, tüm Kore’yi sarsmış olan bir olaydan yola çıkan bir film. Neşeli, arkadaş canlısı, dansa meraklı liseli Kim Sohee (Kim Si-Eun), bitirme stajı için okul müdürü tarafından bir çağrı merkezine gönderilir. Erişilmesi imkânsız hedef talepleriyle giderek zorlaşan çalışma şartlarına üstlerin onur kırıcı davranışları da eklenince coşku ve hevesi yok olan, giderek depresyona giren Sohee’nin ruh hâli, haksız bir ücretsiz uzaklaştırma sonrası iyice bozularak genç kızı intihara sürükler.
Liseli kızın ölümünü araştırırken aslında kendini de sarmalamış acı gerçeklerle yüzleşen kadın dedektif Oh Yoo-jin’i izleyen film, okullardan şirketlere, kotaları, grafikleri, ölçümleri ve teşvikleriyle haksız rant getirici bir mekanizmaya dönüşen bu stajyer çalıştırma sisteminin tümünü kınayan, her tarafta göz ardı ya da hasır altı edilen olayları açığa çıkararak, sessizlerin sesi olmayı amaçlayan, sarsıcı, araştırmacı bir gerilim-dram.
(****)
———————————————————————————————–