Yasaklı Sinemacılar
Yapıtlarıyla ülkelerindeki siyasi iradeyi eleştiren ve bu sebeple yurtdışına çıkmaları, film yapmaları yasaklanan sayısız sinema adamı var. Ben bu yazımda, aralarında 50 yıllık Cannes Film Festivali sırasında filmlerini izlediğim, basın konferanslarına katıldığım yönetmen ve oyunculara odaklanacağım.
Mayıs ayında 71.si yapılan Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında yer alan iki filmin yönetmeni, yasaklı olduklarından filmlerini takdim etmek için Cannes’a gelemediler. Bunlar İranlı Jafar Panahi ile Rus Kiril Serebrennikov idi. Onlardan nispeten şanslı olan İranlı bir oyuncu başrolünü oynadığı filmin galasında ve basın konferansında bulunabildi. 35 yaşındaki güzel aktris Golshifteh Farahani, Ocak 2012’de Fransız Madame Figaro dergisine verdiği çıplak pozlar nedeniyle büyük tepki gördüğü ülkesine dönemiyor, ölüm tehditleri alıyor.
Festival seçkisinde yer alan İran filmi ‘Üç Yüz / Se Roklı’ ile Rus filmi ‘Yaz / Leto’nun yönetmenleri Jafar Panahi ile Kiril Serebrennikov’un ülkelerinden çıkış yasağı vardı.
Cannes Film Festivali yöneticileri, bu iki sinemacının ülkelerine yazılı bir müracaatta bulunup, filmlerini takdim etmek üzere Cannes’a gelebilmelerinin sağlanmasını talep ettiler.
İran ve Rus otoriteleri bu talebe müspet cevap vermeyince, iki filmin galasında ve basın konferansında yönetmenlerin isimlerinin yazılı olduğu koltuklar boş kaldı.
Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan İran filminin senaryo yazılımına katılan Jafar Panahi’nin kızı Nader Saeivar, babası adına ödülü Chiara Mostroianni’nin elinden aldı. 2030 yılına kadar ülkesini terk etmesi yasaklanan Panahi, ertesi gün Tahran Havaalanında karşılaşmaya gittiği kızından ödülünü teslim aldı.
ALTIN PALMİYELİ “ÇİRKİN KRAL”
Yılmaz Güney 1974’te ‘Endişe’ filminin çekimleri sırasında karıştığı bir olayda bir yargıcı öldürdü. Bu olay sonrası 19 yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 1981’de Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden izinli olarak çıktıktan sonra yurtdışına kaçtı.
Ertesi yıl, senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı ve kurgusunu tekrar yaptığı, Şerif Gören’in yönettiği ‘Yol’ filmi Cannes Film Festivali’ne davet edildi. ‘Yol’, Costa Gavras’ın ‘Kayıp / Missing’ filmiyle Altın Palmiye Ödülü’nü paylaştı.
Yılmaz Güney 1983’te yurda dönme çağrısına uymaması nedeniyle Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Aynı yıl Fransa’da çevirdiği, veda filmi olan ‘Duvar’ ile Cannes’da ikinci kez yarıştı. 1984’te fırtınalı yaşamı, son yıllarını geçirdiği Paris’te mide kanseri nedeniyle sona erdi. İlk Paris seyahatinde Yılmaz Güney’ın Père Lachaise’deki mezarını ziyaret etmiştim.
1937’de Adana’da, Siverekli Zaza bir babanın ve Vartolu Kürt bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Yılmaz Güney, 1959’da yönetmen yardımcılığıyla başlayan sinema kariyerinin yanı sıra, edebiyat ile de ilgilendiği için bir dergide yazılarını yayınlattı.
‘Onüç’ dergisinde çıkan bir yazısında, komünizm propagandası yaptığı sebebiyle, 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1963’te serbest kaldıktan sonra, başrolünü oynayarak sinemaya dönüş yaptığı ‘Çirkin Kral’ filminden sonra aynı isimle anılmaya başladı.
‘Umut’ (1970), ‘Arkadaş’ (1975) gibi filmlerle Türk sinemasının en karizmatik aktör – yönetmenleri arasına giren Yılmaz Güney’in, hapisteyken senaryosunun yazdığı ‘Sürü’ Zeki Öktem tarafından beyaz perdeye aktarıldı.
‘Yol’ sıkıyönetimin en acılı günlerinde İmralı Yarı Açık Cezaevinden verilen izinle köylerine, evlerine gitmek isteyen beş mahkûmun yolda yaşadıkları zorluklar ve insan hayatının dramını, mahalli rengin öne çıktığı bir atmosfer içinde anlatır. ‘Yol’ filminin Altın Palmiye Ödülü kazanma başarısının tümünün Yılmaz Güney’e mal edilmesi, filmin yöneten Şerif Gören’in katkısının göz ardı edilmesi, Türk sinemasında yapılan haksızlıkların belki de en büyüğüdür.
Yılmaz Güney vatandaşlıktan çıkarıldığı 1983’te Fransa’da yaptığı ‘Duvar’ filmiyle Cannes’a ikinci kez davet edildi. Çocuk mahkumların yaşantısına odaklanan konusu dört duvar arasında geçen, belgesel hüviyetinden kurtulamayan ‘Duvar’, Cannes’daki basın gösteriminde izlemiştim. Festival seçici kurulu, ağır hasta olduğu bilinen Yılmaz Güney’e olan sempatisini, Altın Palmiye kazandığı yılın ardındaki ilk yarışmaya davet etmekle göstermiş oldu.
POLONYA SİNEMASININ EN BÜYÜĞÜ
Polonya sinemasının yetiştirdiği sinema adamlarının en önemlisi olan Andrzej Wajda, 70’li yılların sonunda ülkesinde büyük baskılar yaşamıştı.
1978’de Cannes Film Festivali Başkanı Gilles Jacob Wajda’nın yarışmaya seçilen ‘Mermer Adam’ filminin takdim edebilmesi için yurtdışına çıkışına izin alabilmek için Varşova’ya gitmek zorunda kalmıştı.
Polonya Hükümeti bu teklifi reddetmiş, 1957’den beri Cannes’da ödüller kazanmış Wajda’nın ülkesini terk etmesine yeşil ışık yakmamıştı.
Varşova Ayaklanması üzerine yapılan ilk film olan ‘Kanal’da (1957) Wajda Cannes’dan Jüri Özel Ödülü ile ayrılmıştı. Ben kendisini ilk kez, çiçeği burnunda bir gazeteci olarak katıldığım ilk Cannes Festivali olan 1966’da görmüştüm. Napolyon döneminde geçen savaş filmi ‘Küller’i takdim etmek için geldiği basın konferansını ilgiyle izlemiştim.
Wajda, Cannes’da FIPRESCI Ödülü’nü kazanan ‘Mermer Adam’ (1978) ile başlayan üçlemesinin ikinci filmi olan ‘Demir Adam’ (1981) ile Polonya’da gitgide yükselen huzursuzluğu dile getirmişti. Bu film Cannes’dan Altın Palmiye Ödülü ile ayrıldı.
Üçlemenin son filmi, 2013’te Polonya Devlet Başkanı Lech Walesa’nın yaşamına odaklanan ‘Walesa: Man of Hope’ idi. Kariyerinin son filmi olan ‘Walesa’, yönetmene Yabancı Dilde En İyi Film dalındaki beşinci adaylığı getirdi.
Akademi 2000 yılında Wajda’yı, sayıları 35’i aşan filmleri için Onursal Oscar Ödülü’ne layık gördü. Yönetmen 2016’da Varşova’da 90 yaşında öldü.
İRAN’IN DOSYASI KALABALIK
Berlin’den Altın Ayı, En İyi Senaryo, Jüri Büyük Ödülü’nün FIPRESCI En İyi Ödülü, Cannes’dan Altın Kamera ve En İyi Senaryo Ödülü sahibi, Uluslararası film festivallerinin gözdesi İranlı aktör – yapımcı – senaryo yazarı Jafar Panahi 7 yıldır İran’ın dışına çıkamıyor.
Panahi, 2011’de rejim tarafından 6 yıllık ev hapsine, 20 yıllık yurt dışına çıkış ve film çekme yasağı ile cezalandırıldı. Bunun gerekçesi şuydu: 2009 yılındaki İran başkanlık seçimlerinde Mahmud Ahmedinejad’ın tekrar cumhurbaşkanı seçildiği iddia edilmesi, İran’da 76 kişinin ölümüyle sonuçlanan tepkilere ve nümayişlere yol açmıştı. Panahi o protestocular arasındaydı. Tutsaklığında evinde film yapmayı sürdüren Panahi sonraları evin dışında gizlice filmler çekti. Bunları yapımcısı Mohammad Rasoulof, kariyerini riske ederek yurtdışına çıkarıp festivallerde gösterdi. 2015’te Panahi dolmuş şoförü rolünde halkın arasına karıştı, toplumun muhtelif kesimlerinden arabasına binen insanlar üzerinden, İran topulmsal hayatı hakkında ‘Taxi Teheran’ ile müthiş tespitler yaptı.
Altın Ayı Ödülü kazanan bu film yalnız Fransa’da 580 bin kişi tarafından izlendi. Resmi otoriterlerin gözünden ve bilgisinden uzak filmlerini gizli olarak çeken Panahi, aynı yöntemi ‘3 Yüz’de kullandı. Arabasına ünlü televizyon yıldızı Behnaz Jafari’yi alıp bir Azeri köyüne, bir genç kızın intiharını önlemek için gitti.
1960’ta Azerbaycan’da doğan Panahi‘nin köylülerle yaptığı konuşmaları, lisanı, Türkçeye çok yakın olduğu için, anlamak çok kolaydı. İran İslam Cumhuriyeti rejimine karşı propaganda yapmak suçundan aldığı ceza bütün dünyanın tepkisini toplarken, kendisi minimalist eserleriyle, İran toplumunu otopsi masasına yatırmayı ve kadının yazgısını, geleneklerin insanlar üzerindeki yükün ağırlığını soruşturuyor.
Kendisi de usta bir yönetmen olan Panahi’nin yapımcısı Mohammed Rasoulof, rejimin kendisini de cezalandırması için bir koz (!) verdi. Geçen yıl Cannes’da Belirli Bir Bakış Bölümü’nde En İyi Film Ödülünü kazandığı ‘Dürüst Adam / A Man of Integrity’ Rasoulof’un başına bela oldu. İran’da ‘hiçbir başarı cezasız kalmamalı’ diye düşünen rejim, bu ödülden 5 ay sonra polis Rasouluf’un pasaportuna Tahran Havaalanında el koydu. İran yönetimi fazla politik ve rejime eleştirel yaklaştığını bulduğu ‘Dürüst Adam’ için yönetmeni göz altına aldı. 44 yaşındaki Şiraz doğumlu yönetmen 6 uzun metraj ürettiği kariyerinde, rejimin çizdiği kuralların dışına çıkmakla suçlandı. Film, ailesiyle yatağındaki evinde tatlı su balığı yetiştiren, kendi halinde, dürüst ve sakin bir adam olan, İran’daki yozlaşmaya isyan eden Reza’nın, yörenin toprak ağasıyla mücadelesini anlatıyor.
YASAKLILAR ZİNCİRİNİN SON HALKALARI
Ülkesine dönemeyen aktris Golshifteh Farahani, yasaklı İran sinemacıların zincirinin son halkası. Senarist bir baba ile oyuncu bir annenin kızı olarak 1983’te Tahran’da doğan Farahani bir Fransız dergisine çıplak pozlar verdiği için İran’a dönemiyor, sürekli ölüm tehditleri alıyor. Asghar Farhadi’ye şöhreti getiren ‘Eli Hakkında’ (2009) ile yeteneğini kanıtlayan güzel aktris, Avrupa ve dünya sinemasının önemli yapımlarında rol aldı: ‘Karayip Korsanları’ (2017), ‘Exodus: Tanrılar ve Krallar’ (2014) gibi. Ridley Scott’un ‘Yalanlar Üstüne’ filminde Leonardo di Caprio ve Russell Crowe ile birlikte rol aldı, Jim Jarmush’un ‘Peterson’unda (2016) başrolü Adam Driver ile paylaştı. Bu yıl Cannes’da Fransa adına yarışan, Eva Husson’un ‘Güneşin Kızları’nda, İŞİD’e karşı çarpışan bir Kürt kadın birliğinin lideri Bahar rolünü oynadı.
Farahani günümüzde yaşamını Paris’te sürdürüyor.
İki yasaklı Çinli yönetmen ile yazımızı noktalayalım. Kariyerindeki 10 filmin dördü ile Çin’i Cannes’da temsil eden, 2009’da ‘Spring Fever’ ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Lou Ye, 2006’daki ‘Yaz Sarayı’ndan sonra 5 yıl boyunca film yapmama cezasına çarptırıldı. 1989 İlkbaharında Tiananmen Meydan Olayları’nda öğrencilerin, aydınların ve işçilerin başlattığı ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılmasını perdeye taşıyan Lou Ye, ülkesinin demir pençeli sansürünün hışmına uğradı.
2015’te ‘Günaha Dokunuş’ ile 5 kez yarıştığı Cannes’da En İyi Senaryo Ödülünü kazanan Jia Zhang Ke’nın 2005’e kadar filmlerinin ülkesinde gösterilmesi yasaklanmıştı. Çin toplumundaki değişimi işleyen filmlerinden ‘Still Life’ 2006”da Venedik’te Altın Aslan Ödülü kazanmıştı.