Çocukluk ve İlk Gençlik…

Bu hafta on altı sinemada gösterime giren yönetmenliğini, metin yazarlığını ve aynı zamanda oyunculuğunu yirmi bir yaşındaki Suzanne Lindon‘un üstlendiği Fransız yapımı “Spring Blossom” ya da ülkemizdeki gösterim ismiyle “Paris’te Bahar” filmi, arka fonuna elegant, ikon şehir Paris’i alarak çocukluktan gençliğe uzanan Suzanne’ın bahar gibi kısa bir zaman dilimini önümüze seriyor. Suzzane (Suzanne Lindon), henüz liseye giden ancak arkadaşlarının gelecek kariyer planlarından oldukça sıkılan genç birisidir. Aslında birçok yönüyle akranlarına oranla şanslıdır da. Paris’in tiyatroları ile çevrili güzel bir bölgesinde, orta halli ve oldukça müşfik, anlayışlı bir baba ve annenin yanında yaşamaktadır. Fakat Suzanne’ın gençliğe yönelen hayatında belirli bir boşluk olduğunu daha başlarda görmeye başlıyoruz. Tam da bu sırada her gün gittiği okulun yolu hizasında bulunan tiyatro binası önündeki 35’li yaşlarındaki Fransız oyuncu Arnaud Valois’in canlandırdığı birisi gözüne takılır. Bu kişinin başına buyruk halleri, yeri geldiğince tiyatrodaki rolünün dışına çıkan o doğal halleri, cafe’deki cool duruşu Suzanne’ı çok etkiler. Artık bu kişiyi bir nevi merceğine alır, onu takibe başlar.

Tiyatro provaları, cafeler, sokaklar…her yerde… Bir gün gittiği cafe’de elinde Vernon Sullivan takma adıyla da bilinen Fransız yazar ve de müzisyen Boris Vian’ın kitabı, önünde garsondan istediği nar suyu ile karışık limonata ile kendisine güvenen olgun bir görüntü verir Suzanne. Ve artık giysileri de gittikçe daha feminen olur, makyajlar yapılır, eve de geç gelinmeye başlanır. Başına buyruk, arkadaşlarından ayrı, özgün bir kimlik arayışındaki Suzanne her şeyiyle kendisinden yaşça büyük bu yeni kahramanıyla tam bir uyum içinde görünür. Sıklıkla çalan opera aryası eşliğindeki danslar da bir nevi filmde bunun simgesi gibidir…

Paris’te Bahar Başkadır…

Canlandırdığı karakter gibi gerçek ismi de Suzanne olan Suzanne Lindon, hem çocuksu görünümü hem de ilk gençliğe adım atma uğraşısındaki o ince sınırdaki karaktere başarıyla hayat veriyor. Partneri, son dönem Fransız sinemasının beğenilen oyuncularından Valois de yine rolünde başarılı. Ancak filmin en büyük kozu Paris’i bize o şablon, turistik destinasyon görünümünden ayrı o yer yer taşlı yolları, cafeleri, butik tiyatroları ile yani tam bir kültürel atmosferiyle, belki de Paris’e en yaraşır mevsim olan “bahar” kıvamında bize sunma becerisinde. Kameranın bazı sallantılı kullanımında da bir sorun yok. Ancak 80 dakikalık filmin gençliğe uzanan bir kız etrafında ördüğü hikâye, aile boyutu ile çok derinlikli sunulmuyor. Hele hele Suzanne’ın annesinin, kızının arkadaş partisinden sonra mutlaka yarımda evde olmasına ilişkin dikte edici ebeveyn tavırlarına karşın, Suzanne’ın o değişiminde ailenin ne gibi bir tepkiye büründüğü gerçekçi olarak ele alınmıyor.

Halbuki bu dönüşümün ev içi bir gerginliği yansıtması beklenirdi. Onun dışında yaşanan dönüşümün nedenleri de çok belirgin çizgilerle çizilmiyor. Suzanne, arkadaşı ile yaptığı bir sohbette de dediği gibi insanlara birden ona kadar bir rakamla değer vermeye kalksa “herkese beş verirdim” diyecek kadar eşitlikçi ve belki de memnuniyetsiz birisi. Ancak olgun partneri ile kurduğu ilişkide kendisini ne cezbediyor, çekim merkezi nedir? O kısımlar muallakta ve boşlukta durmakta, en önemlisi de bir anda da birden sona geliniyor. Bilinçli bir boşluk tercihi olsa da, belki de buradaki murad edilen, bahar gibi geçicilik şekliyle vurgulamaksa da durumu, yine de sinemadan bir tatmin olmama haliyle çıkmamız içten bile değil bu halde…

Sinemalarda bu aralar pandeminin de etkisi ile kısa süreli, orta metrajlı filmlerin gösterilmesi sanırım tercih sebebi. Cannes Film Festivali’nin ardından Toronto ve San Sebastian’da da gösterilen ve bir kısım sinema eleştirmenlerince kışkırtıcı ve özgün olduğu yorumlarıyla yüceltilen “Paris’te Bahar” filmi de 80 dakikalık kısa süresi ile bu kervana katılan filmlerden.

Bu yaz sıcağında sıkılmadan, Paris’in güzel sokakları eşliğinde Suzanne’ın hikayesini çok büyük beklentiye girmeden izlemek fena bir düşünce olmasa gerek. Haftanın iyi tercihlerinden birisi olarak kabul edilmeli “Paris’te Bahar”… İyi seyirler…

Yönetmen / Senaryo : Suzanne Lindon

Görüntü Yönetmeni : Jérémie Attard

Kurgu : Pascale Chavance

Müzik : Vincent Delerm

Oyuncular : Suzanne Lindon, Arnaud Valois, Florence Viala, Frédéric Pierrot, Rebecca Marder, Arthur Giusi, Françoise Widhoff, Raymond Aquaviva

Fransa / Romantik-Dram / 73 Dk.

OrtaKoltuk Puanı:

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz