Savaş Üstüne Savaş / One Battle After Another
Bu filmde iyi karakter yok
ABD’nin sevdiğim, beğendiğim, hayran olduğum tek bir şeyleri var: sinema filmleri! Kendi zaaflarını, pisliklerini, rezilliklerini, yanlış giden her şeyi büyük bir rahatlıkla filme çekip dünyanın dört tarafında gösterebiliyorlar! Sansürsüz, sıkıntısız, rezil olduk korkusu olmadan. Bu film de onlardan.
“Savaş Üstüne Savaş” filminin 170 dakika, yani yaklaşık üç saat olduğunu öğrendiğimde, “Hayır bu kadar uzun aksiyon filmi izleyemem” diye düşünmüştüm! O üç saatin nasıl geçtiğini anlayamadım bile, aksiyon filmi sevmem ama filmde hemen bütün karakterler kötüydü ve ölene acımıyorsun, dayak yiyene acımıyorsun, ayrıca komik, arada gülüyorsun, öyle iyi geldi ki, tansiyonum düştü! Çıktığımda hafif başım dönüyordu, imax etkisi de olabilir, filmin şahane olmasının etkisi de, o arabayla takip sahnelerinde lunaparklardaki wugi wugilere binmiş gibi olmamın etkisi de! Zaten bence Paul Thomas Anderson, senaryoyu yazıp çeken sıra dışı filmlerin yönetmeni, bu sahneleri sırf o inip çıkan yolu çekmek için koymuştur… Keyif için.
Sırf müziği bile dinlenir
Baştan başlayalım: en çok neyi beğendim derseniz müziği! Her sahnede başka bir müzik türü; bazen sadece piyano, bazen orkestra, ama muhteşem… Jonny Greenwood’a verdim gitti müzik Oscar’ını. Oyunculara gelince Sean Penn, yardımcı oyuncuda, o da aldı gitti Oscar’ını! Her sahnede ayrı nefret ettik kendisinden, diliyle yaladığı tarağıyla saçlarını taramasından, dudak tiklerine, aletini kabartma hızına, gey mi, trans mı, erkek mi, anlayamadığımız haline, kazadan sonraki tek gözü gitmiş, ağzı yüzü kaymış haliyle karizma duruşuna, kötücüllüğü bu kadar iyi yansıtmasına! Bu nasıl bir kimliği eldiven gibi üzerine giymektir ki?
Sabahlıklı DiCaprio
Leonardo DiCaprio, filmin ikinci yarısı diyebileceğim yaşlılık döneminde tam bir saat üzerinde aynı robdöşambrla ve terliklerle oynadı ya! O ne ızdıraptır? Üstelik alkol ve uyuşturucudan kafası bulanık, hayatı kaymış, atletikliğini kaybetmiş eski devrimciyi canlandırarak? Kızını kaybetmesinin dramı ve kafa karışıklığı içinde şifre bulmacalarını unutmuş olmasının yarattığı öfkeyi harmanladığı ruh durumunu bu kadar mı iyi yansıtabilir?
Felsefesi çok derinlikli
Bir filmde her şey mi iyi olur? Bu filmde her şey iyiydi… Aksiyon, dram, komedi, seks, felsefe, müzik, karakter analizi. Irkçılık, kaçak göçmenler, Meksika, Ortadoğulular… Beyaz Amerikalıların faşist kafası. Devrimcilik oynayan gençler, siyahlar, feministler, manastırlarında uyuşturucu ot yetiştiren rahibeler, ne ararsan var, tabii üç saat olacak.
ABD’den hiç hoşlanmıyorum. Bırakın orada yaşamayı, gezmeye gitmeyi bile istemiyorum. Gezdim, gördüm, okudum, boktan bir yer. Ulaşamadığım ciğere pis diyen kedi değilim, hala vizem var ama gitmem. Sevmiyorum. Sevdiğim, beğendiğim, hayran olduğum tek bir şeyleri var : filmleri! Kendi zaaflarını, pisliklerini, rezilliklerini, yanlış giden her şeyi büyük bir rahatlıkla filme çekip dünyanın dört tarafında gösterebiliyorlar! Tıpkı “Akbabanın Üç Günü” gibi ve sayamayacağım birçok diğer siyasi filmler gibi.
Nedir, ne oluyor?
Bu filme gelir ve özetlersek : Devrim yapmaya kalkmış ve bunun için bayağı iyi örgütlenmiş bir grup var : Leonardo DiCaprio ve Regina Hall bu örgütün ele başlarından. Bu arada Regina Hall, 52 yaşındaymış, maşallah filmde 32 gibi seksi duruyordu, zaten ne Leonardo, ne Sean o kadar genç değil, ama o ne enerji, nasıl da iyi oynadılar o sahnelerde?
Tabii durup durup Paul Thomas Anderson’un önünde esas duruşa geçip, tapınmak lazım : Senaryoyu yazmış, filmi istediği gibi, kimseye hesap vermeden çekmiş, yapımcı da kendisi çünkü, bunun için 130 milyon doları koymuş ortaya. 70 milyon dolar da tanıtım maliyeti tutmuş. Yani bu bir Paul Thomas Anderson filmi… Ama dünyada vizyona girdiği ilk hafta sonunda eleştirmenlerin beğenisini kazanmış ve gişede de büyük bir patlama yapmış. Yani her zaman olduğu gibi zarar etmemiş. Çünkü değişik ve iyi filmler yapan Anderson genelde gişede batıyor. Bu kez kazanacak gibi görünüyor!
Filmin ana konusu, ABD’nin ırkçı beyazlarının, göçmen politikasının, faşist ordusunun, mafya düzeninin, itilip kakılmanın acısını şiddette arayan diğer sınıfların yarattığı kaosun yaşanılmaz kıldığı ülkenin tüm gerçekleri. Kimse iyi değil. Devrimci siyah kadın, ırkçı beyaz subayla sırf pislik olsun diye cinsellik yaşarken albay da aslında ırkçı ama siyah seviyor? Bu şaşırtmanın sonucu dünyaya gelen çocuk ise başta kendisi, herkesin başına bela oluyor.
Sinema seviyorsanız, gidin seyredin. Mümkünse imax’de seyredin, keyfine doyum olmuyor.
Yönetmen / Senaryo : Paul Thomas Anderson
Görüntü Yönetmen, : Michael Bauman
Kurgu : Andy Jurgensen
Müzik : Jonny Greenwood
Oyuncular : Leonardo DiCaprio, Benicio Del Toro, Sean Penn, Teyana Taylor, Regina Hall, Chase İnfiniti, Alana Haim, Paul Grimstad, Wood Harris, April Grace, Jim Anderson
ABD / Aksiyon-Suç-Komedi-Dram / 170 Dk.