Festival Günlükleri 7

Festivalde izlediğim filmler hakkında kısa kısa bilgiler vermeyi izlediğim tüm filmleri aktarabilmek amacıyla festivalin sona ermesinden birkaç gün sonra da sürdüreceğim.

UNE HISTOIRE D’AMOUR / BİR AŞK HİKÂYESİ

İngiliz bir anne ile Polonya asıllı babanın 1982 sonlarında doğmuş oğlu, Fransız oyun yazarı, senarist ve aktör Alexis Michalik’in tiyatroya, oyun yazarların ve oyunculara adanmış nefis oyunundan yola çıkarak yazıp yönettiği ilk filmi “Edmond” seyirciler ve eleştirmenlerce çok beğenilmiş, 2019 İstanbul Film Festivali’nin açılışında gösterilmişti. Yazıp yönettiği ikinci uzun metrajı “Une histoire d’amour / Bir Aşk Hikâyesi”, aynı adlı ödüllü oyununun, aynı oyuncularla çektiği, sahnedeki gibi başrollerden birini de üstlendiği uyarlaması.

Lezbiyen gazeteci Katia Markowitz (Juliette Delacroix), o güne dek hep heteroseksüel ilişki yaşamış olan Justine’i (Marie-Camille Soyer) baştan çıkarır. Justine’in ilk kez orgazm olduğu ilk sevişmelerinin ardından görüşmeye devam eden ikili birbirine aşık olur ve birlikte yaşamaya başlar. Anne olmayı çok arzu eden Justine’in önerisiyle ikisine de aynı anonim donörün spermleri aşılanır. Hamile kalan Katia olurken, yaşadıkları sahte peri masalı giderek gerçekliğe dönüşmeye başlar ve bir erkeğe aşık olan Justine hamileliği devam eden Katia’yı terk eder. On iki yıl sonra, sadece birkaç aylık ömrü kaldığını öğrenen Katia, doğurup yetiştirdiği kızına bakacak birini bulmaya çalışırken, yıllardır görmediği, karısının ölümünden sonra hayattan ümidini kesen alkolik yazar kardeşi William’dan (Alexis Michalik) yardım ister…

Anlatı geliştikçe inandırıcılıktan uzaklaşmaya başlayan “Bir Aşk Hikâyesi” dokunaklı, komik bir çağdaş melodram. Başta Alexis Michalik sağlam bir ekip oyunculuğu filmin ilgiyle izlenmesini sağlasa da sonuç olarak hoç ama boş bir film.

(**1/2)

BİR AŞK HİKÂYESİ

——————————————————————————-

KØBENHAVN FINDES IKKE / KOPENHAG DİYE BİR YER YOK

“radikal ve trajik bir aşk öyküsü. Aşkın özgürleştirici potansiyeli ve yıkıcı gücü hakkında şiirsel, canlı, çağdaş bir hikâye”. Martin Skovbjerg-Yönetmen

Bir genç kadın hiç iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur. Erkek arkadaşı, üç ay sonra kadının babasının teklifini kabul ederek boş bir ir eve kapatılır ve baba tarafından yok olma öncesi yaşanan olaylarla ilgili sorgulanır. Soru cevap seanslarına ustalıkla yedirilen flashback’ler aracılığıyla, şehrin göbeğinde, herkesten ve her şeyden uzakta yaşamayı kararlaştıran iki âşığın sürdürdüğü tuhaf ve alışılmadık hayat anlatılırken, gizemli kayboluşun nasıl gerçekleştiği izleyicilerle (ama sorgulayan baba ile değil) paylaşılır.

Senaryosunu “Dünyanın En Kötü İnsanı”nın senaristi Eskil Vogt’un yazdığı “Kopanhag Diye Bir Yer Yok”, etkileyici görselliği, ustalıkla yönetilmiş oyuncuları başarılı yorumları sayesinde sonuna kadar büyük ilgiyle izleniyor. Ancak filmden çıktıktan sonra izleyici, karakterlerin ve verdikleri kararların epey derinliksiz, nerdeyse iki boyutlu kaldığı hissine kapılıyor.

(***)

KOPENHAG DİYE BİR YER YOK

L’ENVOL / AL YELKENLER

Martin Eden”in yönetmeni Pietro Marcello’nun 20 yıllık bir döneme yayılan yeni filmi “L’envol / Al Yelkenker”, Fransa’nın kuzeyindeki bir köyde babasıyla yaşayan Juliette’in öyküsünü anlatır. Kaderinde daha büyük şeyler olduğunu, bir gün al yelkenlerin onu köyden alıp götüreceğini söyleyen bir cadıyla karşılaşan Juliette bu kehanete inanmaktan asla vazgeçmez…

Ünlü Rus yazar Alexander Grin’in aynı adlı romanından uyarlanan “Al Yelkenker”, senaryo aşamasına da katılan yönetmen Marcello tarafından büyülü sayılabilecek bir diyara, efsunlu, şiirsel ve sevgi dolu bir dünyaya aktarılmış. Siirsel bir masalı andıran görsel ve işitsel dokusu, ustalıkla yönetilmiş oyuncuların başarılı yorumları filmi büyülü gerçekçilik üzerine kurulu bir yapıta dönüştüremiyor. Sebep bence, Pietro Marcello’nun bir Jean Vigo, bir Jean Renoir ya da bir Marcel Carné olmayışı. Yine de özellikle o bitmek tükenmek bilmeyen şarkılara sabırla tahammül edebilirseniz, tarih, müzik ve folkloru ustaca harmanlayan bir yapıt olarak keyifle izleyebilirsiniz.

(**1/2)

AL YELKENLER

THE SURVIVAL OF KINDNESS / İNSANLIK ÖLMEDİ

Avustralyalı “auteur” yönetmen Rolf de Heer’in pandemi sırasında çektiği, 2023 Berlinale FIPRESCI Ödüllü son filmi “The Survival of Kindness / İnsanlık Ölmedi”, distopik bir yol filmi kisvesi altında, şiddet, sonu gelmeyen ırkçılık, adaletsizlik, sömürgeleştirme gibi konularını ele alır.

Derinden sarsıcı, minimalist bir ahlâki kahramanlık hikâyesi anlatan, bu bilinmez dillerdeki az sayıda diyaloğun altyazıyla aktarılmadığı çoklukla konuşmasız mesel, Siyah Kadın’ın çölün ortasında, bir karavanın üzerindeki kafeste terk edilişiyle açılır.

Ölmeye hazır olmayan Siyah Kadın kaçmayı başarır, salgın hastalıkların ve zulmün içinden geçerek onu ölüme terk edenleri bulmak amacıyla, çölden dağa, dağdan şehre, şehirden başka şehirlere yürür. Kadının durumundan sorumlu olan, ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen erk sahiplerinin elinden bir kez daha kurtulmayı başaran Siyah Kadın’ın yaşamayı sürdürdüğü karabasan, her yeni başlangıcın ardından çeşitli şekillerde yenilenir. Tek çıkış yolu…

Rolf de Heer’in yazıp yönettiği “İnsanlık Ölmedi”, Görüntü Yönetmeni Maxx Corkindale, Kurgucu Isaac Coen Lindsay ve Özgün Müziği besteleyen Anna Liebzeit’in desteğiyle nefes kesici bir kötücül görsel işitsel destana dönüşür.

(****)

İNSANLIK ÖLMEDİ

——————————————————————————-

PAMFİR

1983 doğumlu Ukraynalı Yönetmen Dmytro Sukholytkyy-Sobchuk’un ilk gösterimini 2022 Cannes Yönetmenlerin On Beş Günü’nde yapan, insan ilişkilerini, affetmenin gücünü, kadere karşı seçimlerin ve iyiye karşı kötünün varlığını işleyen ilk uzun metrajlı çalışması “Pamfir” 42, İstanbul Film Festivali Jüri Özel Ödülü dahil çok sayıda ödül kazanan bir ilk film.

Bir süredir ailesinden uzakta olan Pamfir, geleneksel karnaval eğlencesinden bir gün önce, her tarafında maskelerin ve kostümlerin göründüğü Ukrayna’nın sınır kasabasındaki evine döner. Ailesine, özellikle oğlu Nazar’a derin bir sevgi besleyen Pamfir, oğlu kasabanın kilisesinde bir yangına neden olduğunda çocuğun kabahatinin diyetini ödemeyi tereddütsüz teklif eder. Ancak bu kararı tatbik etmek için, hemen herkesin kaçakçılık yaptığı kasabada tek seçeneği vardır. Bu eylem acı verici anıları ve bir zamanların karanlık eylemlerini su yüzüne çıkarırken Pamfir’i kasabanın iplerini elinde tutan varlıklı güçlere karşı karşıya getirecektir.

“Pamfir”, Antik Yunan tragedyasıyla Slav folklorunu ustalıkla harmanlayan öyküsü, başarılı oyuncu yönetimi ve etkileyici görselliğiyle kendini büyük ilgiyle seyrettiren bir film. Ancak sonuç olarak yüzlercesini belki de binlercesini izlemiş olduğumuz, biçemi biraz fazla öne çıkaran, eli yüzü düzgün bir neo western çeşitlemesi.

(***)

CEVAPLA

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz